Sayfalar

30 Eylül 2009 Çarşamba

Sihir Katabilecekler mi?

Vince Carter
Jason WilliamsMatt BarnesBrandon Bass
Ryan Anderson

29 Eylül 2009 Salı

Iverson & Co.

Yeni İtalyan Aygırı Bir İspanyol: Alonso

Fernando Alonso Ferrari'nin Raikonnen'in yerine seçtiği (o da Mclaren'e geri dönüyor) yeni sürücüsü oldu gelecek 3 sezon için, artık o Massa'nın yeni ekürisi. Şimdi bir açıklama yapsa Alonso da dese ki "Ben çocukluğumda da Ferrari'yi tutuyordum, hayallerimin takımına geldim. Hatta kolumu kessen sarı kırmızı akar kanım." hoş olmaz mı...

Fotoğraf turkiyef1'den, ayrıca fake ve photoshop ürünüdür.

28 Eylül 2009 Pazartesi

Orlando Magic Salary Cap

Sevgili Orlando Magic Severler'e sesleniyorum. Bu cap'in hali nedir Allah aşkına!?! O kadar lüks vergisini bu kadro için mi ödeyecek bu takım? Hadi bu seneyi geçtik gelecek seneki kontratlı oyunculara ve alacakları ücretler toplamına bakınca bir tuhaf oluyorum. Bazı isimlerin yanında yazan paralara ise inanamıyorum. Yakındır bir Magic yazısı gelecek ama şu tablo için söyleyecek sözü olan varsa buyursun bekliyorum...

27 Eylül 2009 Pazar

Çalımbay'ın Cesareti

Bu maça kadar Eskişehirspor'u uzun uzadıya izleyememiştim. Bu maç bana geride kalan 6 haftada yakaladıkları başarının sebebini gösterdi. Tabii ki bakış açısı benim katılan olur olmaz bu başarı tamamen Çalımbay'ın cesareti. Şu an Türkiye Ligi'nde aynı anda 4 golcü, başka bir değişle santraforla aynı anda sahaya çıkan 2. bir takım yok. Aynı anda rakip ceza sahasına gömülen Ümit Karan, Youla, M. Yılmaz, Burak rakibin top yapmasını engelliyorlar, en azından şu ana kadar oynadıkları takımlara karşı böyle. TSL'de bu 4 oyuncunun ileride olmasından faydalanıp defans ve forvet arasında oluşan boşluğu akıllıca ve oldukça verimli kullanacak ciddi bir takım yok. Galatasaray bu açıdan kaliteli isimleri ve topla çabuk oyunla ön plana çıkmış durumda. Kısaca Çalımbay'ın cesaretle oynattığı 4 santraforlu kaos hücumu bir çok takıma karşı iş görse de, orta sahayı çabuk geçebilecek kalitede takımlara karşı pek iş görmeyecektir. Galatasaray tek santrafor artı 3 hücum oyuncusuyla oynadığı için takım savunmasını dengeli kurabilirken Eskişehir bunu yapamadığı için devamlı kontrada ve az adamla yakalandı örneğin maç boyunca. Bu oyun tarzı ile Eskişehir belki 5.-7. sıralar arası yer bulur ama daha yukarılara çıkması dirençli bir orta saha yapısı oluşturmadan çok ama çok zor.

Maç Sonu ekleme: Bu yazıyı devre arasında yazmıştım. Galatasaray'ın böylesi oyun konsantrasyonunu kaybedeceğini düşünmüyordum, ötesinde Rijkaard'ın risk almaya yanaşmaması çok şaşırttı beni. Tipik bir kaos golü daha bulduktan sonra Burak, Youla ve Ümit'i oyundan çıkarıp orta saha direncini arttırması ve gerçekçi oyun yapısına dönmesi Çalımbay'a 1 puanı getirdi. Bu iki oyun arasında bir denge bulursa 3-4. sıralar arasını zorlayabilir Eskişehir ama 4 santraforla oynamaktan vaz geçmek şart bence.

Gol Rekoru Kime Ait?

Son derece güzel bir yazı olmuş. ultras/movement blogunda bir private sozluk yazarının yazısı yayınlanmış ve delilleriyle, ispatıyla Türkiye Ligi'nin gol rekoru konusu irdelenmiş. Kendi adıma çok hoşuma gitti, okumanızı tavsiye ederim.

Yazıya buradan geçebilirsiniz.

İşte golcü...


Spain Soccer La Liga
Öncelikle kendisine teşekkürü bir borç bilirim. Bir post evvel, Higuain bu adamı kesemez canım demiştim. Attığı goller ve oynadığı oyunla beni haklı çıkardığı için. İlk yarıda biraz sönük bir oyun sergiledi. Bu onun suçu değil, Pellegrini'nin oynattığı oyundan kaynaklandı. İkinci yarıda Guti ve Kaka değişiklikleri oyuna hız ve Real Madrid'e atak gücü getirince Benzema girdiği pozisyonları hemen değerlendirdi. Önce bir yan toptan kafa golüyle perdeyi açtı (klişeleri severiz!) sonra da defansından gelen uzun topu takip etti. Tenerife defansı topu sektirince, hızı ve gücüyle rakibinden topu kaparak kaleciyle karşı karşıya kaldı ve topu ağlara gönderdi. Sonrasında bir de hat-trick yapıyordu ama top direğin yanından geçti gitti. Sanırım son golde de Kaka'ya gol pasını o verdi. O vermediyse bile atağın içinde aktifti, golde katkısı vardı.

Benzema, Higuain'i kesebileceğini gösterdi. Bence kesti bile. Arjantinli geçen yıl Nistelrooy'un yokluğunda, çift forvet oynayan takımda kendine yer buluyordu. Robben önderliğinde bol pozisyon üretebilen Real Madrid'de gol bulabiliyordu. Geçen yıl o yüzden iyi gözüktü bol gol atabildi. Çok da kaçırmıştı. Bu yıl Gonzalo iyi bir yedek olur. Rotasyonun en mühim isimleri arasında yer alır... Benzema, Zidane'dan sonra (zaman olarak) gelen en iyi Fransız olur takımda...

Henry'ye Twitter nazarı!!!

henry-twit

Twitter manyaklığım son bir ay artmış durumda. Ocaktan beri kullanmama karşın pek aktif değildim bu alemde. Bir program sayesinde masaüstümden takip edebilir oldum işte her şey o zaman oldu. Usain Bolt'u, Kim Clijsters'i, Engin Atsür'ü falan takip ediyorum deli miyim neyim!? Henry de takip ettiklerimden... Bir kaç gün önce bir iletisi göründü masaüstümde. "Gol orucumu Malaga maçında bozacağım" diyordu. "Vay" dedim "bir posta atarım artık" dedim ben de bloguma... Kısmet olmadı. Maç öncesi gün ortasında pıt pıt twitleri göründü yine masaüstümde. Aha dedim bunlar da bloga konu olur vıdı vıdı konuştum kendimce ama olmadı yine vakit bulup koyamadık. Maçı izlemeye başladım baktım ilk 11'de en uçtaki adam. "Kesin gol atar, ben de o zaman yazarım bunları" dedim. İzliyorum efsane 14 numarayı taşıyan Fransız'ı. 20. dakika ile 30. dakikalar arası mıydı neydi. Messi soldan pres yapıp kaptığı topu içeri ve ileri çapraz ortaladı. Henry ayağını uzattı topa değemedi. Top onu geçince arkadaki genç oyuncu Pedro tamamlamak istediyse de buna muvaffak olamadı. Atak bitince kameralar Henry'yi gösteriyordu. Tecrübeli golcü sol kasığını tutuyordu eliyle. Hafif tempoda koşarken zorlandığı belli oluyordu. Kenarda Zlatan belirdi. Isınıyordu. Henry yavaş adımlarla kenara geldi. Üzgündü. Gol atamadı. Twitter'daki iletiler boşa gitti. Durduk yere kendi kendine nazar değdirdi adam!

Bu satırları yazarken cevap attım son iletisine. Üzüldüm diye... Bakalım ne diyecek... =)

26 Eylül 2009 Cumartesi

Ben Fener'in Hocası Olsam

Antalya - FB maçını izlerken uzun zamandır aklımda olan konu tekrar rahatsız etti beni. Fenerbahçe'nin kadro yapısı bence Daum'un oynatmaya çalıştığı sisteme çok da uygun adamlardan oluşmuyor. Kanatlar üzerinden oynamaktansa göbekten gelip oyunu daha ziyade rakibin yarı sahasına yıkacak ve kanat beklerini oyuna soksa çok daha başarılı olabilecek bir kadro. Bu kadro yapı itibariyle UEFA'yı kazanan Galatasaray'ı andırıyor bana. O takımda ortada göbekte sağlam kesicilik yapan ve top kendilerindeyken o topu çok da iyi kullanan adamlar vardı. Oyun sağa döndüyse sağa yatarlar, sola döndüyse sola yatarlardı. Okan - Suat - Ü.Davala - Emre 4'lüsünden 3ü oynar, daha önce Tugay da bunların arasındaydı, önlerinde Hagi serbest adam, en ileride de devamlı gezen ve rakibi yıpratan Hakan-Arif ikilisi forma bulurdu.

Şimdi bugünkü Fenerbahçe'ye bakalım sağ kanattaki tek adam forvetten kırma Colin Kazım, sol kanatta aslında bir sol bek olan Andre Santos, yedeğinde Uğur Boral ki son derece istikrarsız bir adam. Üstelik saydığımız bu 3 isim de orta saha olarak oynarken geriye dönme işini lalettayn yapan adamlar. Örneğin benim Brezilya Milli Takımı'nda ve Ligi'nde izlediğim Andre Santos lokomotif gibi adamdı. Fener'de neredeyse hiç savunmayı düşünmez bir yapıda. Sağ kanada M.Topuz yazılabilir ama o da orta sahadan kırma. Netice itibariyle Fenerbahçe'nin elinde orta sahada kanatta oynayıp yapması gerekenleri layıkıyla yapabilecek natürel sol ve sağ kanat adamları yok. Ancak o bahsettiğimiz GS kültüründen gelen Emre, çok koşan, iyi servis yapan, iyi şutlar çıkarabilen ve defansa yardımı bilen M.Topuz, her halinden iyi bir defansif orta saha olduğu anlaşılan Christian'dan oluşan 3lü ve göbeği parsellemiş bir orta saha düşündüğümde Fenerbahçe'yi daha iyi bir takım gibi görüyorum.

Defansta solda Andre Santos, sağda her zamanki gibi G.Gönül, göbekte Bilica-Lugano. Orta Saha Emre-Christian-M.Topuz, önlerinde serbest adam Alex. Forvette dolaşan ve hareketli ikili Güiza-Semih. Hem Semih devamlı oynamış olur hem daha çok pozisyon bulur Fener hem de sıklıkla olduğu üzere orta saha defans arasında derin boşluklar oluşmaz, kolay kolay kontra yemezler. Bu formatta Fenerbahçe oyunu 70 metre yerine 45-50 metrede oynayıp artan pres gücüyle şok golleri de sıklıkla bulabilir. FB'nin bulduğu gollerin çoğunun duran toplardan ya da bariz savunma hatalarından geldiğini düşününce sanki bu formatta hem Türkiye'de hem de Avrupa'da daha verimli ve göze hoş gelen futbol oynayan bir FB görürüz diye düşünüyorum.

Ha soran olabilir "Arkadaş sen GS'li değil misin sana ne Fener'den?". Vereceğim cevap da bellidir "Ben sporseverim, takımsever bir renk körü değil."

Tüm sporseverlere saygıyla...

25 Eylül 2009 Cuma

İnadına Topuz!

BURSASPOR - FENERBAHCE MACI

Haftaiçi en çok dikkatimi çeken konu ne Galatasaray'ın muhteşem galibiyeti, ne Fenerbahçe'nin yenilgisiydi. Rooney'e tükürülmesi, Ferguson'un tribün endişesi de anlamsız kaldı, perşembe gecesi Kadıköy'de yaşananların yanında.

Fenerbahçe'nin en önemli avrupa sınavında, büyük 'uğraşlarla' takıma katılan Mehmet Topuz, Sarı-Lacivertli formayla ilk golüne imza attı. Güzel Türkçemin esnek yapısı sayesinde soyadı espri konusu haline gelen Mehmet için golünü attıktan sonra yapılan stad anonsunun ilginç olmasının yanında, psikolojik bir analize de ihtiyacı var.

Twitter

Tıkla, büyüt!

Knick Again

David Lee 1 yıl ve 8 milyonun altına imza attı. Sene sonu tekrar serbest kalacak. 2010 yazı ne piyasa olacak, ne takaslar, ne transferler dönecek Tanrım!

Gran Torino

İzleyin, İzlettirin...

Clint Eastwood'a yönettiği her filmde tutkum artıyor. Bu yaşta yaptığı oyunculuğa ise en fazla hayran kalabiliyorum. Gidip şu adamın bir taraflarına sürtünsem, elini öpsem, boynuna sarılsam azıcık onun gibi olabilir miyim acaba? Anne ben büyünce karar verdim kesin Clint Eastwood olacağım!

24 Eylül 2009 Perşembe

Sven'in İşi Çok Zor

Sven Goran Eriksson Trabzonspor'a geldi geliyor derken Notts County'de göreve başladığında bir kısmımız bunu yadırgarken bazılarımız layığını buldu demiştik. Adı bir ara Ankaragücü ile anılan eski milli futbolcu Sol Campbell'ı Notts County'e getirdiğinde ise halal olsunu basmıştık kafadan. Ciddi transferler peşindeydi, amacı Notts County'i orta vadede EPL'ye çıkarmaktı, Campbell gerçekten önemli bir adımdı. Hem iyi bir oyuncu hem de tecrübesiyle gençlere önderlik, liderlik edebilecek bir karakter. Ancak Campbell sadece 1 kez Notts forması terletip ayrıldı takımdan, alışamadım, sindiremedim dedi. Eriksson" Yarı yolda bırakılmış, terkedilmiş gibi hissediyorum" diye ağlamaklı oldu üzerine. Bu şoku atlatmak için Andy Cole'a uzattı elini bir yardım umuduyla. Önemli bir para karşılığı emeklilikten geri dönmesini teklif etti eski Gol Kralı'na. Cevap net oldu: Hayır, Teşekkürler!

Notts County bugün Coca Cola League 2'da 8 maçta 4 galibiyet, 1 beraberlik ve 3 mağlubiyetle topladığı 13 puanla 8. sırada. CCL2'dan CCL1'e yükselmek için ya ilk 2'ye girmek ya da 3-6. sıralar arasında yer kapıp play-offlar sonucu kazanan takım olmak gerekiyor. Şu ana kadarki Notss performansı Campbell'ı ikna etmedi ve "gerçekçi" bir bakışla Campbell Notts County'den arkasına bakmadan kaçtı, Andy Cole ise hiç düşünmedi bile oralara gelmeyi. Kaçan Campbell sonrası takımdaki en kariyerli ismin Kasper Schmeichel olduğunu söylersem sanırım hata etmiş de olmam. Kısacası Sven'in işi buradan bakınca çok zor.

New Jersey Nets Rus Milyarder'e Satıldı!

Rus milyarderler futbolla girmişti ilk olarak spor camiasına. Büyük liglerin önemli takımlarını almaya, kimilerine göre para aklamaya Abramovich önderliğinde başlamışlardı. Sıra NBA'e geldi. Uzun süredir maddi sıkıntıları bulunan, büyük kontratlı önemli yıldızlarını takas ederek küçülen New Jersey Nets'in % 80'lik hissesini Rus Milyarder Mikhail Prokhorov satın aldı. Yetmedi Nets'in maçlarını oynadığı Barclays Center'ın %45'lik hissesini de ele geçirdi Prokhorov. Anlaşma 200 milyon Dolar değerinde. Aslında anlaşmanın en önemli kısmı da bu %45'lik hisse satışı. Keza Nets'in eski sahibi Bruce Ratner Barclays şirketi ile yapılacak yeni bir saha-arena için 20 yıl ve 400 milyonluk anlaşma imzalamış ancak yeni sahanın yapımına başlanması için yılbaşına kadar ilk kazmayı vurması gerekirken daha hiç bir şeye başlayamamıştı. Yaklaşık 3 aylık bir süresi kalmışken bu işi yapamayacağını ya da yapmaya kalkarsa ciddi zarar edeceğini anlayan Ratner da hem kulübü hem de salonu Prokhorov'a satarak önemli ölçüde işin içinden sıyrılmış oldu. Prokhorov'un Nets'i şampiyon yapmak istediği ve maddi manevi hiç bir fedakarlıktan kaçınmayacağı söylediği konuşulduğuna göre yılbaşına kadar bu inşaat başlar ve Nets de senelik 20 milyon dolardan olmaz diyorum ben.

Prokhorov'un gündeminde kuşkusuz Nets'i hem şampiyon yapmak hem de biraz Ruslaştırmak olacaktır. Örneğin CSKA'nın koçu Eugeny Pashutin'in adı hemen geçmeye başladı bu sezon kontratı bitecek olan Lawrence Frank'in yerine. Bilmeyenler için Prokhorov'un CSKA Moskova'nın ana sponsoru olduğunu ve onun sağladığı finansmanla yükselen CSKA'nın kazandığı son 2 Euroleague şampiyonluğunu hemen hatırlatalım. GM Rod Thorn da bu seneden sonra Nets'ten ayrılabilir çünkü onun da kontratı bitmek üzere ve Prokhorov muhakkak onun yerine daha sansasyonel bir isim düşünecektir. Hatta ben Trajan Langdon'ı Nets formasıyla hayal etmeye başladım şu sıralar, CSKA'nın efsanesi Prokhorov'dan nemalanabilir belki de.
Önce New Jersey Nets taraftarına sonra biz basketbolseverlere hayılı olsun bu satış. Çok yakında şampiyonluğa oynayan ve seneler sonra lige renk katan bir Nets görebileceğiz.

Uğur Meleke'den SWOT Analizi

Uğur Meleke'yi gerçekten hem çok takdir hem de çok seviyorum. Olaylara gerçekçi bakışı ve objektif tutumu beni çok mutlu ediyor. Bir Spor sayfasında, herhangi bir takımla ilgili bir analiz yaparken bilimsel bir yöntemden yola çıkması ve onun etrafında şekillenen bir fikri yazıya dökmesi beni çok heyecanlandırdı. SWOT analizi özellikle kalite yaklaşımda kullanılan ve ilerlemek isteyen kurumların başvurduğu bir yöntem. Meleke de bu yazısında Galatasaray'ın SWOT Analizini yapmış ve Güçlü yönler - Zayıf yönler - Fırsatlar - Tehditler (Strengths - Weaknesses - Opportunities - Threats) diye açabileceğimiz yönlerini irdelemiş Sarı-Kırmızılıların. Ben okurken zevk aldım.

Buyrun yazıya şuradan geçebilirsiniz...

23 Eylül 2009 Çarşamba

Hayalimdeki Milli Takım Koçu!

Murat Didin!
Neden olmasın!?!
Neden Tanjevic'e mahkum kalalım!?!
Neden milli değerimiz Milli Takıma değer katmasın!?!

Fotoğraf beyazgolge.net'ten

Marek Heinz Diye Bi' Topçu Vardı...

Galatasaray'a çok büyük ümitlerle gelip, çok büyük hayal kırıklığı ile Florya'dan ayrılan 1 adam Marek Heinz. Çek Milli Takımının önemli adamlarındandı. Mönchengladbach'ta etkileyici bir performans vermişti. Tam anlamıyla bir sol açıktı Heinz. Belki bugün Rijkaard'ın elinde olsa gerçek değerini de bulabilirdi. Tek santrafor 2 kanat forvetli sistemlerde ziyadesiyle verim alınabilecek bir karakteri vardı. Yazık oldu, Galatasaray'da hak ettiği değeri bulamamış transferler listesine giren bir isi olarak kaldı hafızalarda. Zaten Prekazi sonrası o sol kanada Kewell gelene kadar gelen hiç kimse dikiş tutturamamıştı.

Marek Heinz Galatasaray'dan Fransa Ligi'ne transfer oldu. Saint Ettiende tekrar kendini buldu. 1-2 kez ayın en iyi yabancısı seçildi ligde. O performans onu Nantes'a taşıdı, o da Nantes'ı tekrar Ligue 1'e taşıyan ekibin içinde zaman zaman forma bulan, tamamlayıcı bir oyuncu olabildi. Oradan ülkesine, Brno'ya geçti. Brno'da biraz kendini toparlayınca Avusturya Ligi'nde 2. sezonu yaşayacak olan Kapfenberger ona talip oldu ve o da bir kez daha ülkesini terk etti.

Euro 2004'te gösterdiği performansla hatırlanan ve o turnuvadaki performansını bir daha yakalayamayan Heinz son 6 sezonunun tamamını 6 farklı takımda geçirirken, son 10 sezonda toplam 9 farklı takımın formasını giymiş. Son 7 transferinde ise zarar eden tek takım Galatasaray olmuş. Galatasaray onu 2,5 milyona satın almış olan Mönchengladbach'tan 2,5 milyona satın alıp sene sonunda serbest bırakmış.

Hem ona hem Galatasaray'a hem de Galatasaray'ın parasına yazık oldu kısacası. Ben onu sarı saçları, kupada attığı gol sonrası çocuklar gibi sevinmesi ve Prekazi'nin hakkını veremediği 8 numaralı formasıyla hatırlıyorum hala.

Doktora!

Tıklayınca biraz büyür...

Türkçe Bilmeyen Türkler, Yabancı Kalamayan Yabancılar

Aşağıdaki Satırlar Milliyet yazarlarından eski hakem Metin Tokat'a ait. Senelerdir hepimizin hayretle izlediği ancaksesini çıkarmadığıbir konuya parmak basmış. İyi de yapmış. Gerçekten nedir bu Alah aşkına? Bunların hangisi profesyonel, hangisi Türk, hangisi adam gibi adam?

"Colin Kazım, Souleymanou ve Moritz!

Kazım İngiltere’deki başarılı performansı ile önce Milli Takımımıza çağrıldı. Sonra Fenerbahçe Kulübü’ne transfer oldu. Uzun süredir Fenerbahçe’de ve Milli Takımımızda başarıyla görev yapıyor. UEFA Avrupa Ligi’nde oynanan Twente maçından sonra TV’ye röportaj verdi. Ama yanında tercümanı vasıtası ile. Bu nasıl bir şey anlamakta zorlanıyorum. Türkçe konuşamayan bir oyuncu Milli Takım’da görev yapıyor (Aurelio’da öyle). Daum bile milli marşımızı dinlerken söylemeye çalışıyor. Ama yıllardır ülkemizde futbol yaşantısını sürdüren Türk pasaportu taşıyan Kazım ise tek kelime Türkçe konuşmuyor. Hem Fenerbahçe Kulübü’nün hem de Milli Takım yetkililerimizin bu konuda eksikliği olduğunu düşünüyorum.
Gelelim Souleymanou’ya. Denizlispor kalesinde uzun yıllar görev yaptı. Şimdi Kayserispor takımında. Beşiktaş ile oynadıkları maç sonrası karşılaşmanın tek golünü atan Makukula’nın röportajında arkadaşına Türkçe tercümanlık yaptı. Ve Kasımpaşa’lı Moritz, Galatasaray maçı sonrası Türkçe konuşarak röportajını verdi. İşte size ligimizde görev yapan üç futbolcu ve aralarındaki fark. Yorumu size ait!"

Oscar Serrano

Dün gece Santander diğer takımlar gibi Barcelona'dan fark yerken 1 adam gözümüze fazlasıyla çarptı: Oscar Serrano. Serrano Katalunya doğumlu, FC Vilobi'den yetişmiş bir orta saha oyuncusu. FC Vilobi Katalunya'daki Girona şehrine bağlı ufak bir şehir-kasaba, nüfusu sadece 3000 civarında. Vilobi'den daha önce çıkmış ünlü oyunculardan biri de Barcelona yedek kalecisi Albert Jorquera olarak gösterilebilir ek bilgi olarak.

Serrano Vilobi sonrası 3 senesini alt lig takımları olan Guixols ve Figueres'te geçirdikten sonra Espanyol'un dikkatini çekmiş ve bu takıma transfer olmuş. Espanyol'un şampiyonlar Ligi'ne kalmayı 1 puan farkla kaçırıp UEFA kupasına katılmaya hak kazandığı o sezon takımın devamlı forma bulan adamlarından biri olan Serrano, hedef büyüten ve transferler yapan Espanyol kadrosunda formasını kaptırabileceğini düşünerek Santander'e geçmiş. Bu sezon Santander'de 5. yılını yaşıyor ve geride kalan 4 sezonda hep 30 maç üzerinde ortalamayla oynamış Katalan orta saha oyuncusu. Santander'in 2 sezon önce UEFA'ya gitmesini sağlayan kadronun direklerinden biriymiş.

Dün gece Barcelona sağ kanadını adeta perişan eden bir performans sergiledi. Pique bir çok kez kademeye girmemiş olsa Barcelona dün akşam bir kaç gol birden görürdü kalesinde. Attığı gol muazzamdı, boş koşuları ve ortaları da gayet başarılı Serrano'nun. Çoğu kez takımın sol beki gibi çıktı Alves'in karşısına. Kısacası dün gece dökülen Santander'in en iyisiydi. Barcelona maçı vitrin maçı belki ama La Liga'da 5 sezondur 2 farklı takımda 30-35 maç ortalamayla oynayıp, oynadığı takımlara hep katkı verebilmiş bir adam olduğunu da unutmamak gerekir. Santander'in 2-3 senedir evlerimize gelen her maçında önemli performanslarını izledik Serrano'nun, bunun da bir tesadüf olduğunu düşünmek hata olur. Piyasası 3,5 - 4 milyon € civarında Katalanın, çok da iyi bir ekonomik durumda olmayan Santander daha az bir paraya da evet diyebilir 28 yaşındaki sol açık için. Hep isimli ve sansasyonel transfer arayan büyüklerimize duyurulur, gerçi sizleri kesmez ya Serrano, pardon geri aldım abilerim.

19 Eylül 2009 Cumartesi

Türk Basketbolu Üzerine 3 Cümle

Türk Basketbolunun üçlük atma, kullanma, üçlükle kısa yoldan maç kazanma sevdasından altyapıdan başlayarak kurtarılması şarttır (Potaya atmak değil potaya gitmek).

Türk Basketbolcusu yine altyapıdan başlayarak temas almaktan korkmayan bir kafa yapısında yetiştirilmeli ve faul çizgisi korkulan değil orada olunmak istenen yer olmalıdır (Blok yemekten korkan değil aksine teması almak isteyen kafa yapısı).

Savunmanın alasını yapan bir ekol haline gelen Türkiye'nin sorunu asla kendi yarı sahasında değil, aksine karşı sahada işi bitirecek kendine güvenen, güçlü skorer yetiştirememektedir (Kendini önemli şutör-skorer zanneden bir çok vasat hücumcuya sahibiz).

Ne bu şimdi diyenlere bknz: Eurobasket 2009; Slovenya-Türkiye ve Yunanistan-Türkiye müsabakaları

McLaren'in Şükür'ü

Vakitsizlikten yazamadım. N'Kufo'nun sahadaki duruşu, arkadaşlarının ona bakışı, takımdaki ağırlığı, hal ve hareketleri bana Hakan Şükür'ü hatırlattı. Takımın en önemli, maçın skorunu her an değiştirebilecek nitelikteki, 90 dakika sahada yürüse bir anda maçı alabilecek özellikteki oyuncusu. Tek başına aldı da maçı Blaise N'Kufo, bana fazlasıyla Şükür'ü çağrıştırdı, Fener adına üzse de futbol sever olarak zevk aldım onu izlemekten. Neden mi yazdım bunu? Özledim be Hakan Şükür'ü!

18 Eylül 2009 Cuma

Beşiktaş'ın Başına "Çorap" Ören Transferler

Tabata 8 Milyon Euro
İ. Köybaşı 5,5 Milyon Euro
Delgado 5,5 Milyon Euro
Holosko 5 Milyon Euro
Sivok 4,7 Milyon Euro
Ferrari 4,5 Milyon Euro
Ernst 4,5 Milyon Euro
Zapo 4,5 Milyon Euro (Bursaspor'a kiralık verildi)
Juanfran 4,5 Milyon Euro (Bedavaya gitti)
Ricardinho 3,75 Milyon Euro (Bedavaya gitti)
Ailton 3,5 Milyon Euro (Kiralıklardan 750 bin Euro kazandırdı)
Kleberson 2,6 Milyon Euro (Bedavaya gitti)

Verilen 56,55 milyon Euro transfer ücreti, gidenlerden alınabilen sadece 750 bin Euro, üstüne bir de kontrat fesih ücretleri. Bugün Beşiktaş'ın performansını sorgularken takım içindeki şişirilmiş transfer ücretli oyuncuları, bunların aldıkları maaşı, takım içi dengesizliği, aşırı beklentinin yol açtığı tatminsizliği de göz önünde bulundurmak gerekir gibi geliyor bana. Şu yukarıdaki listeden kim Beşiktaş'a parasının karşılığını vermiş, hadi onu geçtim Beşiktaş'a ciddi katkı yapmıştır ya da yapabilecektir? Geçen sezonki Ernst ve Holosko'yu bir kenara ayıralım bu adamlar 56 milyon Euro eder mi? Bugün Zapo, Sivok, Ferrai, Delgado, İsmail ya da Tabata'yı aldığınız paranın yarısına satabilir misiniz? Nihat bir şekilde katkı verir, Holosko ve Ernst'in hala bir piyasası var ancak hem bonservislerine ödenen paralar, hem de eşdeğerleri büyük liglerde 1-1,5 milyona oynarken bu adamların Türkiye'de aldığı fahiş ücretler, neden başarılı olunamadığının bir göstergesi olabilir mi acaba?

Galatasaray Lincoln'le benzer bir sorum yaşadı. 5 milyona aldığı adamı 1 milyona bile satamadı. Çünkü Almanya'da net 1,5 milyon kazanan adama burada 3,5 milyon veriliyordu senelik. Avrupa'nın hiç bir takımı bu paranın yarısını bile teklif etmedi Brezilyalı'ya. Frankfurt Başkanı Becker "Lincoln bizden dünyaları istedi" derken 2,5 milyon Euro'dan bahsediyordu örneğin.

İşte bu yüzden bu transferler Beşiktaş'ın başına "Çorap" ören transferlerdir. Beşiktaş'ta birileri "örme" işini çok iyi becermektedir.

Uğur Uçar ve Göze Çarpanlar

Emre Güngör'ün sakatlanması sonrasında ya Hakan Balta ya da Topal geçecekti stopere. Rijkaard Balta'yı tercih etti. Bu durumda sol bek boşalınca oraya gemesi en muhtemel 2 isim Alpaslan ve Caner'di. İkisinin üzerindeki etiket de sol bek'di. Ama Hollandalı'nın tercihi Uğur Uçar olunca hem şaşırdık hem sevindik. Şaşırdık çünkü Uğur doğal bir sağ bek, sevindik çünkü 1,5 sene topa vuramamış bu çocuk öyle iyi çalışmış, hocası ne derse öyle iyi becermiş ki, kendi pozisyonu dışında bile ilk tercih olmayı başarabilmiş. Gerçi Rijkaard onu 1 kez solda denemişti ama böylesi önemli bir maçta bu hamleyi kaç kişi ondan bekliyordu ben cevabını bilmiyorum. Sol taraf için eksikleri var, sol ayağını neredeyse hiç kullanamıyor, çok fazla içe kayıyor ama bunların hepsini telafi edecektir Uğur, çünkü ona güvenen bir hocası var. O kadar güveniyor ve takdir ediyor ki Rijkaard onu maç sonrası basın toplantısına Neeskens ile gönderiyor. Uğur Uçar'ın önü çok ama çok açık.

Maçta göze çarpanlardan bazılarını da şöyle sıralayalım:

* Arda fiziksel olarak çok yıpranmış durumda, dinlendirilmesi doğru tercih.
* Elano 3 golün kahramanı da olsa fiziksel olarak ancak %50'lerde gibi göründü.
* Baros'a yeni doğan çocuğu ve Milli Takım dopingi çok ama çok yaramış. Hıncal Uluç'a bir selam daha gönderdi Çek golcü.
* Leo Franco ilk kez bir maçta bu kadar güven verdi.
* Emre Aşık bu kadar iyi oynadığı bir maçta gereksiz sarı kartlarına bir yenisini ekleyerek takdirimizi (!) kazandı.
* Barış Özbek dışında bütün maç tek bir Galatasaraylı hakeme itiraz etmedi.
* 6 hakem uygulaması bence çok yerinde ve etkili oldu. 1 tane yanlış korner - aut ya da faul kararı çıkmadı çizgi civarında.
* Yedek kulübesindeki herkesin maçı inanılmaz bir heyecan ve coşkuyla seyretmesi takım kimyasının oluştuğunun en büyük göstergesi kuşkusuz.
* Grubun en kuvvetli 2. takımına bunları yapıyorsak, gruptan çok rahat çıkarız.

16 Eylül 2009 Çarşamba

O Son Oyunu Kim Çizdi?

Slovenya maçının son oyununu, uzatmayı belki de maçı getirecek oyunu kim çizdi çok ama çok merak ediyorum. Oyun muhteşem, kat, koşu, perdeden çıkan adam, pas ve bomboş şut muazzam bir tahlilin ürünü. Ama o oyunu çizen ulu insan, o topu kullanacak adam Engin Atsür mü Allah aşkına ya! Ömer Onan var açılmış atıyor, Hidayet var turnuvaya geri dönmüş, olmadı Ersan var eli titremez, beğenmiyorsan bunları Sinan Güler var ki en zor şutları en rahat kullanan adamlardan. Neden Engin, neden o köşe, neden üçlük, üstelik 2 adıma vakit varken!

Çok güzel laftır "Aza tamah etmeyen çoğu hiç bulamaz.". Korkmuş, geri adım atmış Slovenleri uzatmada ipe dizerdik ipe! O son oyunu kim çizdi kardeşim, Allah aşkına söyleyin, önce kendisini bir öpeceğim sonra da tokatı indireceğim suratına. Oraya buz kesmiş Engin mi konur be kardeşim!

Kafayı çizdim, kaçtım...

Aferin Milliyet

Saatlerdir hiç kontrol bile etmediler yaptıkları işi. Ayıp alışkanlık olmuş internet gazeteciliğinde.

Hakan Balta

Şimdi şu yakıştı mı Balta'ya? Sigaradan nefret eden, en sevdiği insanlardan birini sigaraya kurban vermiş olan ben hem çok şaşırdım Milli bir sporcunun şunu yapmasına hem de çok üzüldüm. 1 senedir kullanmasam da MSN'i, orada takma adım Sigara Düşmanı'dır benim. İnsanın sigara ile kendine yaptığı kötülüğü başka bir şeyle yapamayacağını ispatıyla, yaşayıp görmüş bir adamım. Kendim de sporla ilgilendiğim için 2 kere düşmanım sigaraya. Yani kısacası fazlasıyla kızgınım Hakan Balta'ya. Sen bir rol modelisin, gençlerin, çocukların önünde örneksin ve yaptığın şeye bir bak. Sigara nefretim bir kat daha arttı şu fotoğrafı görünce. Umarım kısa zamanda döner bu yanlıştan Hakan Kadir Balta!

Burası "İstan"Bul

Bugün Basketbol Milli Takımımız için çok önemli bir gün. Bugünkü maçlar sonucunda gruptaki nihai sıralamamız ve çeyrek finaldeki rakibimiz belli olacak. Slovenya'yı yener ve 1. olursak Hırvatistan, Slovenya'ya yenilir ve 2. olursak Yunanistan ile karşılacağız. Sonuçta bugün bir "İstan" Bulacağız ama hangisini. Ben olsam Slovenya maçını kazanmak için elimden geleni yapmaya çalışırdım. Keza o durumda "İstan"ların daha zayıf olanıyla, Hırvatistan'la eşleşip çok ciddi bir final şansına erişme imkanı yakalardım. Grup 1.si olup Hırvatistan'ı geçtiğimiz anda karşımıza çıkacak ekip Rusya ile bizim grubun 3.sünü karşı karşıya getirecek eşleşmenin galibi. Oraya gelecek o 3. takım için 4 ihtimal var. Onlara da aşağıda bakalım.

* Bizim geldiğimiz gruptan çıkan Polonya ve Litvanya şanslarını tüketmiş vaziyette. Gerçi Polonya'nın artık mucizelere bağlı olan bir 4.lük şansı var desek de pek ihtimal vermiyorum ben buna. Polonya İspanya'yı, Sırbistan Litvanya'yı yenerse bizim maça bakmadan ikili averajda Polonya 4. olur. Ancak rakip İspanya olunca Polonya için bunu dşünmek bile bir hayalden öteye geçemez diyorum ben.

* Yukarıdaki nedenden ilk 4'te 3 C grubu takımı olacağı kesin gibi. İlk 2'yi ise Türkiye ve Slovenya parsellemiş durumda. 3. ve 4. sıra için geriye Sırbistan ve İspanya kalıyor. Sırbistan'ın Litvanya'yı, İspanya'nın Polonya'yı yenmesi durumunda ikili averajda İspanya önde olduğu için 3. İspanya oluyor.

* Eğer Sırbistan Litvanya'ya kaybederse Polonya'nın İspanya'ya her türlü galibiyeti İspanya'yı 5.liğe atıyor. Polonya'nın İspanya karşısındaki 10 sayı ve üzeri galibiyeti ise Polonya'yı 3. Sırbistan'ı 4. yapıyor ki sanırım bu ihtimal verdiğimiz en düşük ihtimal. Asıl mucize bu olur herhalde.

* Bundan biraz daha yüksek bir ihtimal olmakla beraber olmasına yine pek olasılık vermediğimiz seçenek ise Sırbistan'ın Litvanya'ya kaybetmesi, İspanya'nın Polonya'yı yenmesi ve Slovenya'nın bize kaybetmesiyle bir anda Sırbistan'ın 3.lük için devreden çıkıp işin İspanya - Slovenya 2'li averajına kalması. Bu durumda C grubundaki maçı Slovenya önünde İspanya kazandığı için İspanya 2. Slovenya 3. oluyor. Zor diyorum, Sırbistan Litvanya'ya kaybetmeyecektir.

* Eğer Sırbistan ve İspanya kazanırsa bu sefer gözler bizim maça çevrilecek. Keza Slovenya kazanırsa sıralama Slovenya - Türkiye - İspanya - Sırbistan olurken, Slovenya'nın kaybetmesi durumunda 3'lü averaj devreye girecek ve C grubundan gelen takımlar arasında en kötü 3'lü averaj İspanya'da olduğu için Sırbistan 3. olurken İspanya 4. sırada kalacak. O nedenle bizim 22:00'de yapacağımız maçın sonucu turnuvanın yol haritasını belirleyecek gibi duruyor.

* Eğer kazanırsak Hırvatistan'la oynayıp, ki rahat geçeceğimizi düşünüyorum, Yarı Final'de Rusya Sırbistan galibiyle karşılacağız. Bu Sırbistan olursa psikolojik üstünlüğümüz ve onları çözmüş olmamız önemli bir avantaj ve bize Final yolu açabilir. Rusya ise bize genelde ters gelen bir takım olmasına karşın sert savunmamız iş görebilir diye düşünüyorum.

* Eğer kaybedersek Yunanistan'la oynayacağız ki, onların da Rusya gibi bize çok ters geleceğini ve maçın ortada olduğunu düşünüyorum. Onları geçersek bu sefer çok büyük ihtimalle Fransa - İspanya eşleşmesinden gelecek olan takım ile karşılacağız. Ben Fransa - Türkiye eşleşmesi çıkarsa Final'deyiz diye kabul ediyorum. İspanya olursa rakibimiz tıpkı Sırbistan'a olan avantajımız gibi onlara karşı da artımız olacaktır.

Sonuç olarak bugün İspanya ve Sırbistan maçlarını kazanıp bizim maçı beklemeye başlayacaklar. Tanjevic diğer maçlarda olduğu gibi takım içi dengeyi koruyabilirse son ana kadar kafa kafa gitse de stresi daha iyi kaldıran ve maçı alan tarafın bizim takım olacağına inanıyorum. Tahmini Çeyrek Final eşleşmeleri de şöyle olur diyip kaçıyorum:

Fransa - İspanya
Rusya - Sırbistan
Slovenya - Yunanistan
Türkiye - Hırvatistan

15 Eylül 2009 Salı

Andre ve Steffi

Küçükken, yalanım yok, büyüyünce Andre Agassi olup Steffi Graf'la evlenmek istiyordum. Şöyle bir 15-16 yaşıma gelene kadar sürdü bu istek bende. Sonra eşimle tanışınca tükendi zaten :D Ama itiraf etmeliyim Andre Agassi ile Steffi Graf'ın gizlice bir ilişki yaşayıp evlendiklerini duyduğumda tam anlamıyla şok geçirmiştim. Beni kortlara ısıtıp saatlerce televizyonda tenis izletebilen 2 isimdi onlar ve artık aynı eve yaşayacaklardı. İlk tepkim "Çocukların ne olacağını düşünemiyorum!" olmuştu.

Çift mutlu beraberliklerine devam ediyor. Yorumculuk ve reklamlardan öyle bir para kazanıyorlar ki başka iş yapmalarına gerek yok, hatta çoğunlukla çocukların da bir sıkıntısı yoksa hem dünyayı geziyor hem de önemli turnuvaları yerinde izliyorlar. Yukarıdaki fotoğraf Wimbledon'a gidelim diye yola çıkan çiftin "Salla Wimbledon'ı falan, haydi kumsala kaçalım" dediği Temmuz ayından. Agassi ve Graf 7,5 yaşındaki oğulları Jaden ve 5,5 yaşındaki kızları Jaz Elle ile Capri adasında tatildeyken çekilmiş. Her ikisi de sanki hiç yaşlanmamış, hele Graf bırak ikiyi hiç çocuk doğurmamış gibi. Çok seviyorum bunları ben gerçekten. Ömür boyu mutlulukları devam eder umarım.