Sayfalar

26 Haziran 2010 Cumartesi

Sobalı Oda, Cenk Hocam, Blog ve Magic Üzerine Kısa Değinmeler

"Gece saat iki suları... Soğuk odamda, zor bela ısıttığım yatağımın içinde dönüp duruyorum, saat üçteki maçı izlemek için beklerken. Portland ekibine Jailblazers denen günler işte. Sheed'in maç sonrası hakem yolu kestiği dönemler... Kings'le karşılaşacaklar. Sanırım, basketbolcuların ısınmaya çıktığı saatlerde ben de sıkıntıdan alev topuna döndüm yatağımın içinde. 2.45'e ayarlı, pembe plastik çeperli, o plastikten de fırlayıp duran gövdesiyle uyduruk saatimin, o uyuz alarm sesiyle, bir an önce seslenmesini istiyorum. Seslensin çalsın ama duyar duymaz sesi, saati kapıp alarmı durdurayım istiyorum ayrıca.(O saatlerin güzel de anıları olur: İşte, bir tanesi: Mesela, saat ikikırkbeşe ayarlayacağız alarmı,saat üzerindeki kırmızı göstergeyi 2 ile 3 arasında bir yere kondururuz, tabi 3'e biraz daha yakın olur. 15-20 gün istediğin saatelerde uyandırır seni, ama 1-2 ay sonra, saati de kendimize benzetiriz, o Çin işi saat yarım saat bir saat geç çalmaya başlar, zaten bizaman sonra da iyice gevşer, bırakır çalmayı.) Daha ortaokul-lise öğrencisiyiz tabi. Ana-babamızdan izinsiz gece gece kalkıp maçlar izliyoruz; bir yandan da o gizlice iş yapmanın tatlı bir heyecanı var. Annem mesela, gece maç izlediğimi anladığı an, bağırtı çağırtı kopara kopar gelir odasından. Her türlüsünden nasihat eder sakinleştiği anlarda. Baktı ikna edemeyecek, söylene söylene yatağına yurduna döner. İşte bunlar geçiyor kafamdan, bunun sıkıntısıyla yatağımın içinde iki saattir uyanığım.

Televizyon sobalı odada, benim odam ise hemen yanında; tek avantajım da bu, ana-babamın odası nispeten uzak. Hafiften uykuya dalıyorum. Saatin cırlamasıyla birlikte yataktan kolumu fırlatıp tek hamleyle saati etkisiz hale getiriyorum, şöyle etrafa kulak kesiliyorum, duyan uyanan yok. Saat üçonbeş olmuş bu arada, yine kelek yaptı aksi saat. Yorganı sıyırdığım gibi üzerimden, buz gibi bir soğuk titretiyor vücudumu, ama basketbol aşkı işte, okul olsa yarım saatte kalkamam o yataktan... Ayak parmaklarımın üzerinde sobalı odaya doğru yol alıyorum. Ama asıl zor görev şimdi geliyor: Kapı... Sobalı odanın bir kapısı var ki, maaşallah, hiçbir padişaha nasip olmamış, her açılıp kapanmasında apartman sallanıyor, dünya yıkılıp yeniden kuruluyor. Sobalı odanın kapısını ustalıkla kimseleri uyandırmadan kapatmam, abartmıyorum, 40-60 saniyemi alıyor; yani altı üstü bir kapı kapatması değil işte. Ev halkını uyandırmadan görevimi başarıyla tamamlamanın gururuyla sobalı odada gol sevinci yaşıyorum. O kadar seviniyorum ki, bağırmadan sesim kısılıyor, gözlerim doluyor.Soba hala nar gibi. Beko marka televizyonun metal açma tuşuna basıyorum, almıyor ilkinde, bir daha yediriyorum.Yatarken kanalı ayarlamıştım; açtığım gibi Rose Garden'ın parkelerinin parıltısı vuruyor gözüme. Seriliyorum yere. Çekyatların birinden kaptığım kırlenti alıyorum başımın altına. Ve uzun geceler başlıyor."


Biliyorsunuzdur, Cenk ağabeyimizi, hocamızı, yaklaşık birbuçuk ay sonra askere uğurlayacağız, asker yolu gözleyeceğiz sonrasında. Kuşkusuz, bu kısa süreli ayrılış başta yakınları sonrasında da tanıdıkları açısından zor olacak (Cenk hocamla bir kez olsun yüz yüze gelmişliğimiz yok; not olsun bu da).Onun yazılarının verdiği tattan keyiften yoksun kalacağız bir süreliğine, kuşkusuz yanındakiler, yakınıdakiler ise muhabbetinden.Özhan hocam ve Volkan kardeşim blog için büyük çaba harcamışlardır, harcayacaklardır. Onların üzerindeki yük bir kat daha ağırlaşacak bu kısa ayrılışta. Ama Cenk hocamın, ağabeyimin yeri bende çok farklıdır. Daha yüz yüze gelip de iki kelam etmememe rağmen; yazdıklarına hesapsızca serptiği hüzün, kırgınlık, sevinç, hayal kırıklığı, aşk bana samimi gelmiştir, o yüzden Cenk hocam en başta insan olarak çok değerlidir benim için. İşte bu kısadönemde (335. kısadönem), sağolsunlar, Cenk ve Özhan ağbilerimin anlayışı ve onayıyla, blogda oluşması muhtemel basketbol açığını kendimce elimden geldiğince doldurmaya çalışacağım. İnşallah ağabeylerimi, hocalarımı utandırmam. Magic ağırlıklı basketbol olacak önceliğim doğal olarak. Bunun dışında beceribilirsek ordan burdan havadan sudan da yazarız. Ama baştan da belirteyim; çalışan eden bir insan olduğum için de ortadan kaybolmalar olabilir, bunlar da biline.


Yukarıdaki satırları da işte,basketbola nasıl bağlılık duyduğumu gösterme açısından yazdım. Çağlar boyu felsefede, mistisizmde, türkülerde, romanlarda, şiirler ve destanlarda aşk çok tartışıldı. Allah'a olan aşk, böceğe olan aşk, kadına-erkeğe olan aşk... Bizimkisi de böyle garip bir aşk işte. Uzatıyorum, farkındayım, ilk yazı bir de, yoksa uzatacak değildim. Magic hakkında genel görüşümün ne olduğunun bilinmesi açısından şöyle ufaktan bir giriş yapıp yazıyı bitireceğim. Magic için yazmaya başlarken, bir kördüğüm hali mevcutken başlıyorum. Hep beraber göreceğiz önümüzdeki dönemde;Magic bu kördüğümü hiçbir şeye zarar vermeden mi çözecek, yoksa Smith eline makası alıp bağları paramparça edip mi çözecek? Geçtiğimiz yaza girerken ayağımızda şık bir ayakkabı vardı, ancak sezona başlarken daha iyisi olduğunu düşündüğümüz bir üst modelini alıp denedik, bir baktık ki kördüğüm atmışız; daha doğrusu Smith biraderimiz atmış. Smith, anlaşılan o 2000'lerin ortalarındaki cesur ve akkılıca hamlelerinin ardından, ortodoks/muhafazakar bir girişime bulaşayım dedi, nedenini hala öğrenemediğimiz şekilde. Ancak bu skolastik düşünce, artık dünya basketbolunda çok gerilerde kaldı. Dünya Amerika'nın bir zamanlar yazdığı mukaddes basketbol kitaplarına, inançlarına iman etmiyor; başka bir yola daldı basketbol. Smith ise, belki de en kritik karar aşamasını başarısızlıkla, kolaycılığa kaçarak geçti. Carter hamlesinde ,düstur edindiği 'kaz gelen yerden tavuk esirgenmez' ilkesi basketbolun bu aydınlanma döneminde elbette geçersiz kalacaktı ve kaldı da. Artık, tavuklar da birer canlı, yaşayan olduklarını hatırladılar ve kazlara pabuç bırakmıyorlar. Anlayacağınız, Smith bu kümes işinden anlamıyor. Smith'in bu hamlesine benzer hamleler yapan bir çok yönetici gördük, futbolda da mevcut böyle adamlar. Şimdi, bu adamlar böyle yaptıkça, aklıma hep şu gelir: 10-15 sene öncesine kadar evlerimizde uydu yokken, daha doğrusu digiler, smartlar, zartlar, zurtlar yokken, televizyonda kanal sıralaması yapacağımız sıra bire trt, ikiye atv, üçe show, dörde kanal d, beşe star koyardık. Tamamen kalıp bir hareketti o zamanlar, su içmek, araç kullanmak gibi birşey işte: doğal refleks. Ama yöneticilik kuşkusuz bu değil; artık discoveryler, sinema kanalları ve daha onlarca daha nitelikli tv kanalları var. Onların ayırdına varmak gerekir. Neyse, Smith işte böyle bir adam. Zamanında çok sevindirdi bizi, şu sıralar üzmekte. Olsun, yine de buralarda bi işi düşsün; ssk, bağkur, oto alım-satım, uğraşır görürüz işini...


Bundan sonra, inşallah, Cenk hocamızın askerde olduğu dönemde bunların dedikodusunu yapacağız vakit buldukça. Saygılarımla... (Not:Ben de 331.kısa dönem askerlik yaptığımdan geçtiğimiz sezonun % 90'ını kaçırdım,o yüzden yargıda bulunmakta zorlanıyorum, affola.)

Dünya Kupası Yazısı Yazmıyorum

1986'dan beri hatırladığım ve izlediğim 7. Dünya Kupası bu. İzlediğime pişman olduğum ilki ama. Ben bunca senedir böyle kötü futbol oynanan, böyle zevksiz maçların çıkarıldığı, oyuncuların bu kadar kupa atmosferinden uzak olduğu, hakemlerin bu kadar rezil yönetim gösterdiği başka bir Dünya Kupası hatırlamıyorum. evet diğer kupalarda da kötü maçlar izledik, evet diğer kupalarda da ciddi hakem hataları gördük, evet kesinlikle kupaya kafa olarak gelememiş yıldızlara şahit olduk daha önce de ama bu kadar hepsi bir arada olanı beni gerdi arkadaşım. Futbol anlatmaya çalışsan futbol yok, strateji anlatmaya çalışsan strateji yok. Neredeyse bütün hocalar "Aman gol yemeyelim de belki bi tane sıkıştırır arada, çalar gideriz" mantalitesinde. İzlerken zevk aldığım 2 maç Güney Kore-Nijerya ve Japonya-Danimarka maçları. Dünya Kupası'nda futbol kalitesini ve heyecanı yükselten takımların uzakdoğudan çıkıyor olması ise oldukça manidar.

Bu şartlar altında Dünya Kupası yazısı yamayacağım ben. Belki çok ekstrem bir konu olursa "yabancı kalmak" yazısındaki gibi bir tespit yaparsak karalarız bir şeyler ama Jules Rimet'e saygımdan sessiz kalmayı tercih ediyorum. Alın topunuzu oynayın kardeşim.

Salata'ya Yeni Şef

Çoban Salata ailesi olarak 2. yaşımızı bitirdikten kısa bir süre sonra yeni bir şef daha katıyoruz bünyemize. Aslında Çoban Salata'yı özellikle Orlando Magic ve NBA yazılarını takip edenler yeni şefimiz tolga'ya pek yabancı değiller. Onun yorumlarını virgülüne dokunmadan gönderi yapacak kadar değer veriyorduk kendisine. Hayırlısıyla askerliğini yapıp geldikten sonra biz de teklifimizi yaptık kendisine o da kırmadı, kadromuza katıldı. tolga'nın salataları genelde NBA ve Orlando Magic soslu olacak. Katacağı farklı tatlar ve eşsiz yorumuyla salatayı daha da güzelleştirecek kendisi.

Kocaman bir hoşgeldin sana tolga. Yazılarını heyecanla bekliyoruz, zevkle okuyacağımızdan ise kuşkumuz yok.

İyi ki Doğdun Dost!

Bugün çok güzel bir gün, çünkü 26 Haziran. Bugün sevgili dostum, kardeşim, meslektaşım, blog partnerim ve daha bir çok şeyim olan Ozhano'nun doğum günü. İyi ki doğdun! İyi ki varsın! İyi ki tanıştık seninle! İyi ki kaderlerimizde karşılaşmak varmış! Yüce rabbim seni önce ailene, eşine sonra bizlere bağışlasın, bu sevgi, bu duygular, bu güzellik daim olsun ömürler boyu.

Seni tanıyan herkes adına mutlu ve sağlıklı yıllar diliyorum sana. Muazzam bir insansın.

Bu şiir de benden sana gelsin, Allah sana uzun ömürler versin, yanıbaşımızdan eksik etmesin...


Saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın...
"Nereden çıktın bu vakitte"dememeli,
Bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında;
"Gözünün dilini"bilmeli;
Dinlemeli sormadan,söylemeden anlamalı...

Arka bahçede varlığını sezdirmeden,mütemadiyen dikilen vefalı bir ağaç gibi
Köklenmeli hayatında;
Sen,her daim onun orada durduğunu hissetmelisin.
İhtiyaç duyduğunda gidip müşfik gövdesine yaslanabilmeli.
Kovuklarına saklanabilmelisin.
Kucaklamalı seni güvenli kolları.
Dalları bitkin başına omuz,
Yaprakları kanayan ruhuna merhem olmalı...
En mahrem sırlarını verebilmeli,
En derin yaralarını açıp gösterebilmelisin;
Gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz...


Onca dalkavuk arasında bir tek o,
Sözünü eğip bükmeden söylemeli,
Yanlış anlaşılmayacağını bilmeli.
Alkışlandığında değil sadece,
Asıl yuhalandığında yanında durup koluna girebilmeli.
Övmeli alem içinde,baş başayken sövmeli
Ve sen öyle güvenmelisin ki ona,
Övdüğünde de sövdüğünde de bunun iyilikten olduğunu bilmelisin,
"Hak ettim" diyebilmelisin.

Teklifsiz kefili olmalı hatalarının;
Günahlarının yegane şahidi...
Seni senden iyi bilen,sana senden çok çok güvenen bir sırdaş...
Gözbebekleri bulutlandığında yaklaşan fırtınayı sezebilmelisin.
Ve sen ağladığında,onun gözünden gelmeli yaş...


Şiir: Can Dündar

25 Haziran 2010 Cuma

Ballack geri döndü


33 yaşındaki modern çağdaş Alman futbolunun yıldız ismi Leverkusen'e geri döndü. Son bir kaç yılda şampiyonluk yarışında istikrarı sağlayamayan kırmızı siyahlı takıma jübilesinden önce bir şampiyonluk yaşatabilecek mi? 2 yıllık imzalamış Ballack. Acaba 2001 ruhunu geri çağırıp Yıldıray'ı da kadroya dahil ederler mi?

24 Haziran 2010 Perşembe

3 Gün Maç mı Olur Kardeşim !?!

6-4, 3-6, 6-7, 7-6, 70-68
11 saat 5 dakika ile en uzun maç
8 saat 11 dakika ile en uzun set (5.set)
181 oyun ile en çok oyun oynanan maç
980 puan ile en çok puan alınan maç (Isner 502 - Mahut 478)
215 ace ile en çok ace yapılan maç (Isner 112 - Mahut 103)
Maçın başlangıcı 22 Haziran 2010 - Bitişi 24 Haziran 2010

Maç Sonrası Isner "Birazcık Yorgunum, ama Mahıt'la oynamak bir onurdu"
Maç Sonrası Mahut "Şu an, çok acı verici ama oynamak harikaydı."

Yabancı Kalmak

Elenen Fransa ve İtalya ile grubundan ancak 2. olarak çıkan İngiltere'yi düşünelim. Nedir bu ülkelerin ortak özellikleri? Ligleri yabancı futbolcu cenneti. Fransa'da o kadar dışarıda oynayan adam var ama demeyin! Çıkar Arsenal'i, United'ı, Chelsea'yi ne oldu? Sıkıntıda dediğimiz ülkenin topraklarında oynayan adamlar bunlar da. Hadi geçtik onları bak Arjantin'e, Brezilya'ya, Slovakya'ya, Uruguay'a, Paraguay'a. Ne var bu ülkelerde? Nerdeyse takımlarındaki herkes ülke dışında, hepsi lejyoner adeta. Farklı ülkelerin, farklı futbol kültürleriyle yoğrulmuş adamlar. Sentezi beceren adam akıllı bir hocayla geldikleri yer belli. Kaç İngiliz, kaç İtalyan, kaç Fransız var (Fransızlar için İngiltere'yi saymıyorum) yurt dışında forma terleten? Bu adamların takımları her sene Avrupa Kupaları'nda tepeye oynuyor. Ama Inter'de, United'da, Chelsea'de, Arsenal'de, Lyon'da kaç yerli isim sayabiliyoruz. Allah aşkına kaç İtalyan vardı Inter Şampiyonlar Ligini alırken ilk 11'de?

Ha tamam cenky anlattın da netice ne, sadede gel diyenler için: Turkcell Süper Ligde bu sezon itibariyle kadrolarda izin verilen yabancı oyuncu sayısı 10! Yurt dışında Milli Takım seviyesinde olup da forma giyen oyuncu sayısını hatırlayan var mı?

Nokta!

23 Haziran 2010 Çarşamba

Uğur'un Yerine Çetin

Uğur'un gidişine ne kadar üzüldüğümü anlatamam. PCLionFc Uğur gerekenleri yazmış, kendi adıma uzatmaya gerek yok. Umarım başarılı olur Ankaragücü'nde Uğur. Uğur ve Antep'e verilen Emre'den boşalan savunma oyuncusu ya da hatta sağ bek mevkiinin yedeği kim olacak sorusu hemen kafalarda canlanıyor haliyle. Sabri'nin orada 1. adam olarak düşünüldüğü aşikarken aklıma gelen tek isim Rijkaard'ın geçen sezon takıma ufak ufak monte etmeye çalıştığı Çetin Güngör. Bu oyuncudan fazlasıyla umutlu olunduğu, altyapının başına geçen Tugay'ın da Çetin başta olmak üzere bir kaç ismi Rijkaard'a kullanması için tavsiye ettiği konuşuluyor. Sonuç olarak benim de içime bu sezon Çetin'i önce Sami Yen'de sonra Seyrantepe'de fazlasıyla görecekmişiz gibi bir his doğuyor. 1990 doğumlu Çetin için bu sezon önemli bir şans olacak umarım sakatlıksız, kazasız belasız kullanabilir de Galatasaray bir değer kazanır Arda'dan, Çolak'tan sonra ilk kez.

22 Haziran 2010 Salı

Tribün de Saha da Portakal

Dünya Kupası için hazırlanan yaratıcı reklam ve pazarlama fikirlerinden en beğendiğim bu oldu açıkçası. T-Shirtlerin iç tarafında Hollandalı futbolcuların resimleri işlenmiş. Gol sevinci yaşayan futbolcu misali taraftarlar T-shirtlerini kafalarına geçirdiklerinde hangi futbolcunun ürününü tercih etmişlerse bir anda o futbolcu oluveriyorlar :) Oldukça eğlenceli bir fikir. Bir kaç yüz taraftarın aynı anda bu hareketi yaptığını düşünsenize, görsellik muazzam olur. Getafe'nin Burger King'le anlaşmasından sonra sahalarda ilk kez görülen bir uygulama, bence ülkemizde de uygulanabilirliği yüksek sembol futbolcular için.

21 Haziran 2010 Pazartesi

Ayıp Ayıp!

Sanki Arjantin'i gole boğmuşlar gibi seviniyorlar bir de utanmadan. Hele ki o Ronaldo, gol atacam diye bir tarafını yırtan adam Şekil örneği oldu adeta. Ayıptır ya, günahtır. Bu mudur futbol, dostluk, kardeşlik falan? Hele durun siz bakayım Koreliler kafayı çizip size de gelmesinler nükleerle, atom bombasıyla, kaşındınız ama Ronaldo efendi.