Sayfalar

9 Ocak 2010 Cumartesi

Artık Neresine Yakar Bilemem

Son 5 maçta % 22 gibi muazzam bir şut yüzdesi ve 8.2 sayı ortalamayla kontratını ne kadar hak ettiğini gösterircesine oynayan Orlando Magic'in süper, mega, ultra starı Vince Carter sürpriz bir şekilde omzundan sakatlandı. Bütün kariyeri boyunca sakatlık dolayısıyla hiç maç kaçırmayan Carter'ın aslında sakatlığa rağmen oynamak istediği, ancak sağlık ekibi ve teknik kadronun önlem olarak buna izin vermediği bildirildi. Carter'ın maça devam edememesi nedeniyle Orlando maçı kaybetti. Carter maç sonrası dayanamayıp 3,5 saat idman yaptı. Kaynaklar Carter'ın bu sabah 07'de kendi başına 1500 şutluk bir idman daha yaptığını bildirdi. Son maçlarda yaşadığı form düşüklüğünü ise yıldız oyuncu sol üst arka adelesinin yan tarafındaki kıl dönmesine bağlıyor.

Orlando Magic'in muhteşem draft seçimleri ve takaslarıyla tanınan genel menajeri Otis Smith ise Carter'ın takıma çok şey verdiğini ve kıl dönmesi geçer geçmez 45-50 sayı 8-10 asist ortalama ile parkelere geri döneceğini belirtiyor.


Carter'lı kadrosuyla Orlando Magic bu sezon da şampiyonluğun en büyük adayı kuşkusuz!

8 Ocak 2010 Cuma

Futbol Uğruna Biten Hayatlar


Bünyamin, Serhat (solda), Muhammet (sağda) ve Soner kardeşlerimiz Trabzonspor - Fenerbahçe maçından sonra evlerine dönerken hayatlarını trafik kazasında kaybeden futbolsever kardeşlerimiz. Hayattan kopuk olduğumuz dönemlerde sağolsun Gaziantep'ten Faruk Köse Trabzonspor'dan Hiç Bir Şey Olmaz postunda adı geçen pankart açmış grupla alakalı da olan bir mail atmış bize ve o grup tarafından verilen tepkinin sebebini anlatmış. Hayatını kaybeden gençlerin cenazelerine katılan ne Fenerbahçeli ne de Trabzonsporlu bir yönetici olmadığını söylüyor kendisi. Takımlarını desteklemek uğruna başka illerden kalkıp maça gelen ve dönüş yolunda vefat eden gençlerin anısına saygı gösterilmediğini anlatıyor.

Bizler de gecikmiş olsa da bugün rahmetle anıyoruz futbol sevgisi yolunda hayatlarını kaybeden kardeşlerimizi. Köse'nin sözüne itibar ediyoruz ve ayıplıyor, kınıyoruz her iki takım yöneticilerini de. Mekanınız cennet olsun futbol şehitleri.

Sebepler ve Felsefe

Çoban Salata'yı takip edenler uzun süredir neredeyse hiç buralarda olmadığımızı (şükür ki birkaç gündür volkanbk3 geri dönmüş gibi), hem benim hem ozhano'nun yazamadığını fark ettiler ve bir kısmı da sağolsunlar maille, mesajla ulaşıp sordular yokluğumuzun nedenini. Geride kalan 2 ayı aşkın sürede çok ciddi ailevi ve sağlık problemleri yaşadık hayatımızda. Ben yalnız ve yepyeni bir hayata başladım sonunda, o başladığım hayata çok kuvvetli sarılıp kariyerimi bir adım öteye götürmek için her şeyden soyutlanıp çalıştım da çalıştım. Sonunda Çarşamba günü itibariyle amacıma ulaştım, bu ay sonuna kadar da çabam resmi olarak karşılığını alacak her şey yolunda giderse. ozhano'nun yaşadıkları ise genelde sağlık üzerine oldu. Böyle şeylerin insan hayatında üst üste, amansızca geldiği dönemler olur, ne yaparsan yap, ne kadar uğraşırsan uğraş yine de önüne geçemezsin. Ben yaklaşık 10 sene önce yaşamıştım böylesi bir dönemi, sıra ozhano'nun sınavında. Çoğunu geçti azı kaldı. Notu hepsinde 100 desem anlarsınız ne kadar sabırlı ne kadar güzel bir insan olduğunu. Sonuç olarak ben döndüm hayata, vicdanım rahat, alnım ak çıktım sınavlarımdan, Yaradan'ın izniyle ozhano da en kısa sürede, huzurla dönecek.

Ben o çok önemli adımı attıktan sonra toparlanmaya, herşeyi düzene koyup, arşivleme çalışması yapmaya başladığım sırada eski belgeler arasında yazdığım Orlando yazılarından birini buldum. Bilen biliyor aynı zamanda NBAKolik.com'da 2005'ten beri yazarlık yapıyorum. Oraya 18 Nisan 2008'de yazdığım bir yazıyı buldum. O yazı tam anlamıyla bir denemeydi benim için. Hem hayat felsefemi anlatmış hem de bunu Orlando'nun o zamanki durumuyla ilişkilendirmiştim. İlginç bir yazı olmuştu, farklı tepkiler almıştı. Neyse, o yazıdan Orlando kısmını çıkarınca nasıl olup da son 2 ayda yaşadığım çok ağır olaylardan hayırlısıyla sıyrıldığımı bir kez daha anladım. Nasıl başarabiliyorsun diyenlere de bir nevi cevap. Kötü şeyler olmasın diye benliğinin elverdiğince çabalayıp yine de engelleyemeyen biri olarak bu felsefe benim hayatımı ve benliğimi kurtardı desem yalan olmaz sanırım. Ne eskiyle ne de eskide kalan insanlarla işim var artık. Çok faydasını gördüm, görmeye de devam ediyorum bu felsefenin, çözüm arayana ukalalık olarak addedilmezse tavsiyedir.

Unut yaşananları ve devam et, öğrendiklerini unutmadan...


Dostlar Atamızın çok güzel bir sözü var, eminim farklı versiyonlarını ya da orijinalini birçok kez duymuşsunuzdur “Geçmişine bakarak yaşayan uluslar yok olmaya mahkûmdurlar.” Ben hayat felsefemin çok önemli bir yerine oturttum bu sözü, hayatımı bu doğrultuda şekillendirdim. Yaşadığım iyi veya kötü her ne olursa olsun birçok şeyi, gerekli dersleri aldıktan sonra hep arkamda bıraktım. İyilerin bir kısmını ayırdım kütüphanemin raflarına dizdim, ama onların da çoğu kendimle ilgili değil hep sevdiklerimle alakalı olanlar. Ömür boyu benim  yaşadıklarımla baş etmekte zorlanacak birçok insan tanıdım, hatta yaşadıklarımı dinleyip de bugün hala nasıl benim ben olduğuma, normal kalabildiğime inanamayan birçok insan. Geçmişime hiç bakmam ben, öğreneceğimi öğrendikten sonra yaşananlardan, devam ederim yoluma. Yanlışlar da yaparım, ama öğrendikçe doğrusunu, onların da kaldığı yer bellidir. Belki bu sayede hala Cenk olarak kalabildim, belki biraz da ötesine geçebildim.

Zaman zaman saatlerce kimseyle konuşmadan, adeta hayattan koparak düşünürüm. İşte bu dakikalar beni geleceğe bağlar. Tıpkı bir ayçiçeği gibi hissediyorum bazen, güneşe dönüyorum yüzümü, geleceğime ve yaşanacaklar yaşandıkça düşünüyorum üzerine. Hava karardıkça biraz başım eğiliyor öne doğru ama düşürmeden yüzümü, umutla, inançla, yaşanan her ne olursa olsun mutlulukla ve gülerek. Yaptığım hiçbir şeyden pişman olmadan yaşıyorum hayatımı, kırdıklarımdan, üzdüklerimden özür dilemesini bilerek, ama asla kimsenin karşısında küçülmeden. Her gün benim için, gelmek istediğim yere ulaşmak için ilk gün. İlk günkü gibi başlıyorum her güne, o zamana kadar yaşananlar altyapım. Her gün daha çok seviyorum hayatımı, sevdiklerimi ve nefretim, kızgınlığım azalıyor her kime karşıysa, çünkü şu güzelim hayatı harcayamam boş işlerle. Seviyorum insanları, ilerliyorum her engele karşı, gülüyorum, geçiyorum…


Her yeni günün yeni bir güzellik getirdiğine inanıyorum ben, en kötüsünün, bugünün olmasa bile yarının güzelliklerinin temeli olduğuna. Gülerek uyanıyorum sabahları, 10 dakikada siliyorum küskünlükleri ve haklı olsam bile, sarılıyorum, arayı açmadan. Sarılıyorum hayata, sarılıyorum umuda ve unutuyorum yaşadıklarımı dostlar, öğrendiklerimi, kimin ne olduğunu unutmadan. Mutluluklarımı ciltletip kütüphaneme yerleştiriyorum, arada dönüp bakmak, hatırlamak, tebessüm etmek için maziye, sırtımda taşımıyorum asla hiçbirini, altlarında ezilmiyorum. Yepyeni bir güne uyanırken yine bu sabah her şeye rağmen, “rağmen”leri unutup gülüyorum, o rağmenler zaten eridi gitti akşama kadar, kalan umut dolu tebessümler, kalan yine derin çizgiler, öğrenilenler… Yaşananlar kayboldu gitti zaman denizinde, insana sevgim, mutluluğum, umudum baki…

7 Ocak 2010 Perşembe

Gergin misin?


Bir seni bir de Tanjevic'i hiç yakıştıramadım Türk basketboluna. Söyle bakalım Ataman Ergin, bu gece gergin misin?

Televizyon'dan Nefret Ediyorum!


Bir kanalda Behlül Bihter'i götürüyor, diğerinde Atatürk'ün masonluğu tartışılıyor, bir başkası iç karartıcı dizisini sürmüş yayına, Kurtlar Vadisi her zamanki gibi bilmem kaçıncıya tekrarda, bi tarafta Hemşo'nun 50. yayını, bir kaç kanal yabancı filmlerle, dizilerle sıyrılmış işin içinden. Eğitici, öğretici, yön gösterici tek şey yok. Bunlar başlamadan önce yayındaki haberler ise apayrı bir hikaye. 30 ayrı kanalda aynı haber 30 farklı yorumla veriliyor. Aynı haberden sonra bu 30 ayrı kanal 130 ayrı adama sallıyor. Haberi de, iğrenç - ahlaksızlar dolusu dizisi de, nefret dolu, nifak dolu acayip programları da her gece aynı, aynı, aynı!

Yugoslavya'yı televizyonla yıktılar, sıra bizde. İyice esiri olduk aptal kutusunun.

Nefret ediyorum Televizyon'dan! Televizyonu maçtan başka bir şey seyretmek için de açmıyorum arkadaş! Lanet olsun böyle düzene, lanet olsun! Allah topunu bildiği gibi yapsın!

Carter'dan Salatalık Orlando'dan Cacık Olmaz


Sezon başında "Değiştiği anlaşılamayan Orlando üzerine" diye bir yazı yazmış, ziyadesiyle tepki almıştım. Efendim Orlando bu sene daha komple bir takım olmuş, bençi zenginleşmiş, tecrübesi tavana vurmuş, Carter gibi bir megastar gelmiş. Bunların hepsi hikaye, hele hele Carter tam anlamıyla hikaye.

Orlando Magic Stan Van Gundy sayesinde takım olmaya çalışırken Carter denilen bir tümörle mücadele etmek zorunda kalıyor. Ne istikrarlı bir dış şutu, ne başarılı bir savunması ne de arkadaşlarını oynatma kapasitesi var. Hatta daha doğrusu oyun istikrarı yok bu adamın. İşin acı tarafı arkadaşlarının da ona saygısı kalmamış. Megastar, süper yıldız dediğin adam sıkıştığın anlarda topu vermek için arayacağın, güvendiğin adamdır. Bir tek Allah'ın kulu yok ki 24 saniye dolmak üzereyken ya da takım gerideyken ekstra bir şeyler yapar diye Carter'ı arasın. Carter tam anlamıyla tekere sokulan çomak. Otis Smith kınayı hazırlamadıysa hala, ben burdan kargolarım üzülmesin.

Bu takımda 3 yıldız var: Dwight Howard, Rashard Lewis ve Stan Van Gundy. Takım olamamanın ve basketbolun aslında çok basit bir oyun olduğunun unutulmasının cezası olarak Howard bu sezon adeta harcanıyor. Attığı şut sayısı neredeyse 4 azalmış, sayı ortalaması 5-6 düşmüş, bir türlü top alamayan modern bir korkuluk gibi. Dolayısıyla potadan uzak aldığı her topta saatli bomba gibi. Konsantrasyonu tam olmayınca savunmada da bir facia. 10 top kaybı ne demektir arkadaş! Lewis beslendiği ölçüde ürün veriyor, Neson geçen senelere göre sorumluluğunun daha farkında ve bencilliklerinden biraz sıyrıldığı için olabildiğince besliyor Lewis'i. Ama başka kimseler yok. Redick kaç sayı atarsa atsın savunmada kara delik. Kaç maçtır ortalarda olmayan Belinelli, Wright, DeRozan ona karşı coştular. Bass kenarda harcanıyor, Gortat göbek bağlamak üzere, Anthony Johnson ise örümcek bağlamıştır sanırım.

Bu tablo Otis Smith'in eseri, kendisiyle ne kadar gurur duysa az. Hem bütçenin hem takımın içine etmeyi başardı. Gözler kolay fikstürle güzel boyanmıştı. 35 maçın 22'si % 50'nin altındaki takımlara karşı. Hadi bakalım bundan sonra neler olacak. Sezon boyu kaç Lakers, Cavs, Celtics, Suns, Mavs, Spurs galibiyeti alınacak? 0, 1, 2?


Toronto ise Orlando'nun aksine her hafta üzerine koyarak ilerliyor. Savunmayı yapmayı öğrendikleri gibi bunu artık maçın daha uzun sürelerine yayıyorlar. Bu tip maçlar onlara maç sonu oynamayı da öğretiyor. Bu sezon öğrenerek ve gelişerek belki de 5. sıradan play-off yapabilirler. Smith'in aksine Colangelo çok iyi işler yapmış durumda. Sezon sonu dereceleri ve gelişimleri Bosh'u Toronto'da kalmaya ikna edebilir. Eski dost Hidayet ise tam bir tutkal rolünde yeni takımında. Ne zaman ne lazımsa onu yapıyor. Savunma, sayı bulma, asist. Bazen 6-7 hücum top eline değmiyor bazen 6-7 hücumu arka arkaya o yönlendiriyor. Toronto için son yılların en büyük kazancı ve bu takıma vereceği, arkadaşlarına öğreteceği çok şey var.

Netice olarak Carter'dan salatalık, Orlando'dan sezon sonunda cacık olmaz tezimi kuvvetle savunuyorum. Güneydoğu grubu kaybedilebilir bile! Doğu Finali'ni ise hiç mi hiç beklemiyorum. Geçen seneki takım ve ruhu çoooook arayacağız.

6 Ocak 2010 Çarşamba

Güiza'ya tercih edilen adam...


Bir dönemin Sevilla'sıydı. Hatta bunlar şampiyon bile olmuşlardı. Valencia'yla kapışıyorlardı... Çok da geçmedi ki üzerinden. Geçen 10 yılın içerisinde gelmişti şampiyonluk kupası. İspanya'da kupaları kazanırken yakalanan iyi jenerasyonun skor üretmesini sağlayan isimdi. Ekürisi Roy Makaay ulusal takım düzeyinde ondan daha başarılı olabilmişse bunun tek nedeni Raul ve Morientes'te aynı dönemde oynamış olmasıdır. Bahsettiğimiz isimse sıkı bir İspanya ligi takipçisinin kolayca tahmin edebileceği bir isim: Diego Tristan.

Real Betis Balompie'de başlayan futbol kariyerinde A takıma çıkamasa da, 3 yıl oynadığı Real Betis "B" takımında oynadığı 95 maçta 23 gol, 98-2000 arasında oynadığı Mallorca ise toplamda 33 gol atmış. İlk senesini yine B takımda geçiren Tristan 35 maçta 15 gol, A takıma çıktığı sezonda ise 38 maçta 18 gol atmış. Bu performansı sayesinde 17.750.000 Avro karşılığında parlak yıllarını geçireceği Deportivo'ya transfer olmuş. İşin en ilginç yanı ise 2000 yılındaki seçimlerde Lorenzo Sanz Real Madrid başkanı olamayınca Tristan'ın Real Madrid'e transfer yatmış. Belki de kariyerindeki en önemli dönüm noktası olmamış bu biraz?? Eh üstelik yeni başkan olarak da Florentino Perez seçilince Figo'ya tercih edilmiş Diego.


Mavi-Beyaz çubuklu takıma geçen genç forvet dönemin teknik direktörü Javier Irrureta takımı 4-5-1 oynatıp ilk seçenek olarak da Roy Makaay'ı tercih eder. Yeni transfer olduğu takımında fazla forma şansı bulamasa da 2000-2001 sezonunu 18 golle Raul, Rivaldo, Javi Moreno'nun arkasından 4. olur. Bu sezonda ise İspanya Süper Kupasını kazanan takımın önemli bir parçası olmuş Diego. Espanyol'a karşı oynan final mücadelesinde golü var. O dönemin takımını da hatırlayalım hemen... >> [Molina - Romero, Naybet, Donato, Manuel Pablo - Fran, Mauro Silva, Emerson, Ví ctor Sánchez, Valerón - Tristán/Makaay]

2001-2002 yılında da İspanya'nın flaş takımı olmaya devam ederler... Şampiyonlar Ligi'nde de mücadele eden takım en büyük başarısını 6 Mart 2002'de oynanan Kral Kupası finalinde elde eder. Tam da 100. yıl önce 6 Mart'ta kurulan Real Madrid'i kendi sahasında 2-1 mağlup eder Deportivo ve maçın yıldızlaşan ismi benim gönlümde artık Diego Tristan olmuştur. Takımının ikinci golünü atmıştır Tristan ve kupanın mimarlarından olmuştur. Florentino Perez kupa elden gittikten sonra onu neden almadığını hiç düşünmüş müdür acaba? Aynı sezon Tristan toplamda 32 gol atmış, ligde de attığı 21 golle Pichici Trophy'yi de kazanmış... Yani gol kralı olur Morientes ve Raul'u geride bırakarak... Takımı da ligi Real Madrid'in önünde 2. bitirmiştir.

Bir sonraki sezon Makaay'ın yılı olsa da Tristanla beraber muhteşem güçleri ortaya çıkar ve takımlarını yine şampiyonlar ligine taşırlar. Tristan 19 gol atmayı başarmıştır çoğunu bileğinden sakat geçirdiği sezonda... Makaay'sa 29 golle galiba avrupa gol kralı mı olmuştu ne? ya da avrupa da yılın forveti falan. =)


Sonraki sezon ise gerileme yılları başlar Tristan'ın. Çünkü Makaay artık gitmiştir Münich'e. Ekürisi gidince eski başarılı yıllarını fazla devam ettiremez Tristan. Fakat takım olarak en başarılı sezonlarından birini geçiren Deportivo'nun yine en tehlikeli isimlerindendir ve takımının oynadığı 56 maçın sadece 8'ini kaçırır... Ne kadar çok maça çıkmış olsa da bir o kadar gol kaçırmış olmalı ki sadece 13 kez topu ağlarla buluşturabilmiş... Fakat klasından bir şey kaybetmemiş ki 8-3 biten efsane maçın gollerinden birini atan Diego'nun o golü Eurosport tarafından yılın golü seçilmiş... Ayrıca aynı yıl Şampiyonlar Ligi'ne kaybedilen yarı-finalde takımda yerini alan isimlerden biriydi Diego da...

Makaay'ın gidişiyle inişe geçen kariyerinde 2004-2005 sezonu aslında son yılı olması gerekir Diego'nun ama bir sene daha devam eder. Takıma 1998-2005 yılları arasında en iyi yıllarını yaşatan Javier Irrureta Diego'nun yaptığını yapmamış hemen fıyıvermiş ortamdan. Diego da 2006'da eski takımı Mallorca'ya gidivermiş. Gitmeden de 177 maça çıktığı Deportivo adına 87 gol atıvermiştir... He bu arada bu ağıza döndüm diye Diego'yu egeli falan sanmayın... =) Sevilla'nın bağrından, Cebelitarık'ın kenarındandır kendisi...



Tristan'ın Deportivo ile yollarını ayırması da fena olmuş. Sen gel yıllarını bu takımın en iyi döneminde sergile... Eylül'ün 1'inde 2006 yılında performansın kötü diye seninle kontrat yenilemedikleri gibi bir de sözleşmeni fesh etsinler... Neyse dah sonra Tristan Mallorca'ya dönüyor ve burada da aynı muameleyi görüyor ne yazık ki. 31 ocak 2007'de buradan da yollanıyor... Mallorca Güiza'yı tercih ediyor bir bakıma! Dönmese daha iyiymiş!

Mallorca, Livorno, West Ham United derken şimdilerde İspanya ikinci liginde Cadiz için ter döküyor Tristan. 13 maçta 2 golü var 5 Ocak 1976 doğumlu mühim golcünün. Bir dönem parlayıp sonralarında göz önünden uzaklaşsa da hala bir öneme sahiptir İspanyol futbolunda. En mühimi de Güiza'ya tercih edilmiş olması olmalı. Figo'ya tercih edildikten sonra fena koymamış mıdır?





4 Ocak 2010 Pazartesi

Sessiz Libero



Italyan futbolunun isimsiz kahramanlarindan.En azindan ve muhtemelen benim jenerasyonum icin isimsiz bir kahraman-di. Fakat yeni baslayan serimin ikinci yazi konusu oldu ve artik isimsiz degil benim icin de... Belki de bundan sonra her 4 Ocak'ta kendisini rahmetle anacagim...

Sandro Salvadore 15 yasindayken Milan'in yetenek avcilari tarafindan kesfedilmis. 1955'te baslayip 3 yil suren altyapi macerasi 1958 yilinda nihayete ermis. A takima ciktiktan sonra 4 yil boyunca 72 defa formasini giymis siyah-kirmizililarin. Bir de nazar boncugu takmis rakip aglara. Bu sure icerisinde 1960 yilinda Roma'da yapilan Olimpiyat oyunlarinda 4. olan Italyan takiminda forma giyen isimlerden biri olmayi basarmis. O donemdeki iki takim arkadasi da tanidik isimler: Giovanni Trapattoni ve Gianni Rivera... 10 yil boyunca formasini giydigi ulusal takimda 17 kez kaptanlik yaparak bu alanda 10. sirayi alan Salvadore 62 ve 66 yillarindaki Dunya Kupalarinda forma giyen isimlerden. 68 yilinda Italya'da organize edilen Avrupa Kupasi'ni kaldiran takimin icinde de yer almis. Takimin diger onemli arasinda ise Dino Zoff, Fachetti, Rivera ve Riva gibi onemli isimler bulunuyor...

Milan'da baslayan futbol hayatina 62'den sonra Juventus'ta devam eden Salvadore siyah-beyazli takimda ise toplam 12 yil sureyle futbol oynamis. Tam anlamiyla oynadigi mevkiinin vazgecilmezi, diger deyisle de defansin bel kemigi bir isim olmus. Oyle ki bu surede 331 maca cikmis. Bu sefer gol sayisi da artmis elbette: 14...

Ulusal takimda 36 maca cikan Sandro'nun ulusal takim kariyerinin bitis hikayesi ilginc otesi. 1970 yilinda Meksika'da yapilacak Dunya Kupasi'na hazirlanan Italya, kupaya aylar kala Ispanya ile subat ayinda karsilasir. Macin 23 ve 25inci dakikalarinda Italya kalesinde iki gol gorur. Gok mavilileri yikan goller Sandro Salvadore'den gelmistir. Karsilasma 2-2 sonuclanir. Italya'nin o donemdeki teknik direktoru Ferrucio Valcareggi mucadele sonrasinda Sandro'nun ulusal takim kariyerini bitiren aciklamayi yapar: Sandro artik guvenebilecegimiz bir isim degil. Onu artik takima almayi dusunmuyorum. Bu aciklamanin ardindan 1939 dogumlu sporcu erken bir yasta ulusal takima veda etmek zorunda birakilir...

Futbolu 1974 yilinda biraktiktan sonra kosesine cekilir ve kendi capinda bir sarap dukkani acar. Hayatini bu sekilde kazanan Salvadore en son 1 Kasim 2006'da Juventus'un 109. yil etkinliklerinde stadyumda gorulur ve o gunden sonra oynarken giydigi 6 numara onunla anilmaya baslanir. 3 ay sonra da 4 Ocak sabaha karsi 2007 yilinda uyurken gecirdigi kalp krizine yenik duser. Futbola veda ettikten sonra kendi haline cekilen bu sessiz libero, hayata da yillarini verdigi Juventus tarafindan efsanelestirildikten sonra sessizce veda eder...
  • Scudetto.svg Seri A Sampiyonlugu: 5
Milan: 1958-1959, 1961-1962
Juventus: 1966-1967, 1971-1972, 1972-1973

  • Coccarda Coppa Italia.svg Italya Kupasi: 1

Juventus: 1964-1965

Giiza da gol kralıydı!



Yahu bu Higuyeyn valla golcü falan değil. Karşı karşıya iki tane pozisyon harcadı ki akıllara zarar... Pellegrini ne buluyor da ilk 11'de bu adama yer veriyor ve 70 dakika boyunca inanıyor güveniyor. Biri şu adama, "Bak kardeşim seni hep son 20 dakikada oynatacağım. Fakat bunun tek bir ulvi amacı var. Çünkü ayağına gelen gelen fırsatları daha verimli kullanabilmeyi alıgılayabilmen gerek. Bunu da kalan son 15-20 dakikada gol yapmayı tecrübe ederek öğrenebilirsin..."

Ossasuna maçında puan kaybederse Pellegrini Higuain'deki ısrarını sorgulamalı. Benzema'ya ya da Van der Vaart'a bu kadar sabretse çok daha fazla verim alınır. Hollandalı'nın Real Zaragoza maçında yaptıklarını gördük. Benzema'nın da... Evet Higuain takımın en çok gol atan oyuncusu olabilir şu anda takımı için ama bu istatistiğe bir örnek vererek selam etmek istiyorum tüm Higuainseverlere. Güiza da iki yıl öncenin gol kralıydı İspanya'da! Real Madrid Sergio Ramos sayesinde bir puan kazandı. Higuain sayesinde 2 puan kaybetti...

3 Ocak 2010 Pazar

Los Angelos


Evet evet bir yenilik olacaktı bu yıl blogda. Orası kesin. Yeni bir soluk getirmek gerek illa ki... Ne olsa ne olsa derken, günde en az bir kere olsun yazmak için de bir neden olur düşüncesiyle çıktı bu fikir. Biraz da uzun bir süredir Facebook'umda "tarihte bugün" serimin etkisi oldu fikrin gelişmesinde. Fikir şu: Bugün doğan ya da ölen futbolcular, futbol düşünürleri hakkında kısa bir yazı yazayım... Yani tarihte bugün... Belki bu seri futbol olaylarıyla da genişletilebilir dönem dönem... Böylece hem sevdiğim futbolcuların ne zaman doğduğunu öldüğünü falan öğrenirim dedim... Yılın ilk iki günü için boş geçtik. Doldurabilirim de doldurmayabilirim de... Neyse günde en az 1... yılda en az 365 post bilemedin 366 =)) Neyse ilk isim karşı kıyıdan... Angelos Basinas...

Bir dönem Galatasaray'ın da transfer listesindeydi. Ama gelmeyince yerine Linderoth'u transfer etmiştik değil mi? (Vah ulan şansa bak) Gelseydi daha mı iyi olurdu bilemeyeceğiz ama bir değişik olurdu. Şiş kebap, rakı güzel demeyecekti en azından. Çünkü aynısı onlarda da vardı. He bir tek Boğaz çok güzeldi diyebilirdi heralde aynı olarak...

Profesyonel kariyerine Panathinaikos'ta başlamış... Dile kolay 10 yıl boyunca bu takımla sahaya çıkmış. 324 maçta 44 gol atmış... Sonra sıkılmış heralde ki takımdan ayrılmış. Ya da belki de askerlik nedeniyle! başka ülkelerde futbol oynamaya gitmiş. Gidişinde 2004 yılında kazanılan Avrupa Şampiyonası'nın da illa ki etkisi vardır... İyi piyasa yapmıştı Yunanlılar o dönem... Sonra Mallorca'ya gitmiş ki o döneme denk geliyor işte G.Saray'ın onu transfer etmek istemesi. Sonrasında 2008 yılında bir AEK denemesi olmuş ama heralde taraftar baskısı takımda daha fazla tutunmasını engellemiş... Sonra kendini Portsmouth'ta bulmuş. Futbolu bırakmadan önce oynanması gereken lig olarak gösterilen Premier Lig'de küme düşmemeye oynuyor.



Basinas, kendi halinde bir futbolcu. Sakin, garanti pasçı, al gülüm ver gülüm bir oyuncu. Ama Yunanistan'ın en kariyerli isimlerinden biri. Ülkesinin futbol tarihinde önemli bir yeri var kesinlikle. Zagorakis, Katsouranis, Karagounis'le birlikte oluşturdukları jenerasyon belki de yapılamayacak olanı yaptı ve büyük bir başarı kazandı. Yunanistan'ın en Tugay Kerimoğlu topçusu ilan ettim kendimce onu... İyi ki doğdun Basinas - 03.01.1976

Juve'nin "Ciro"su daha büyür...


Guardiola'yla başladığı söylenen bir trend var. Hani şu "takımın içinden gelen genç teknik adam" modeli... Pep'in Barcelona'nın başına geçmesiyle gelen başarılar Ciro Ferrara, Leonardo, hatta Bülent Korkmaz'ın bile iş bulmasına neden oldu?! Ciro, Juve'yle, Leonardo da Milan'la bir şey yapmaya çalışıyor. İlk teknik direktörlük deneyimlerinde haliyle başarı kazanmak konusunda Pep kadar yükseğe çıkamayınca eleştirilere maruz kalıyorlar. Başarı kazanamayınca eleştirilmek olağan bir şeydir. Fakat Ferrara ve Leonardo'yu Pep ile aynı kefeye koyup eleştirmek haksızlık.

Guardiola, A takımın başına geçmeden önce altyapı takımında görevdeydi. Bir sene boyunca Pedro, Jeffren, Jonathan dos Santos, Pique (?) gibi isimlerle burada tanıştı ve çalıştı... O bunları yaparken de 5 yıl boyunca takımı düzene sokan Rijkaard vardı takımın başında. Ve zaten giderken sağlam bir takım bıraktı ardında. Guardiola zaten ilerleyen sistemin dişlilerini daha rahat çalışmaları için biraz yağladı, tozunu aldı ve sonunda da başarılar ardarda gelmeye başladı. Ama ne Ferrara'nın ne de Leonardo'nun böyle bir durumda olmadığını unutmamalı.

Milan'ın hocası Leonardo için değil ama Juventus'un hocası Ferrara için bir kaç bir şey diyebilirim sanırım. Hem Juve sempatim bu nedenle de siyah-beyazlı takımı daha çok izlediğim için söyleyeceklerimin en azından bir dayanağı olacak. Hayatta gerçekten var olduğuna inandığım bir şey var. O da şudur. Bir arkadaş grubu düşünelim. Ya da bir camia da olabilir bu. O gruba ait insanların hepsi kendi rolünü kendi belirler ve her tipten adam vardır orada. Grupta aynı jenerasyondan belli tipler, kişiler bir araya gelmiştir. Ve hep "bizim gibisi..." ya da "onlar gibisi..." ya da "onun gibisi gelmez" denir ya... İşte bunun tam tersine inanıyorum ben. Her grup ya da insan nevi şahsına münhasırdır ama her grubun ya da insanın bir benzeri bir kaç jenerasyon sonra tekrar var olur. Ama kendiliğinden.

Juventus'un yeni teknik direktörü Ciro Ferrara acaba yeni Marcello Lippi olabilir mi?

İşte Ferrara da yeni jenerasyondan olan biri. Yerine gelebileceği, yerini alabileceği, kendi jenerasyonunun "X"i olabileceği isim ise pek belli. 2006 Dünya Kupasını alırken yanında yardımcı teknik direktördü. Eminim ki ondan öğrendiği çok şey olmuştur. Evet bahsettiğim isin Marcello Lippi. Bence Ferrara bir kaç yıl sonra İtalyan futbolu için yeni bir Lippi olacak. Yıllar sonra bıraktığı iz Lippi'ninkilerden izler taşıyacak. Henüz de 42 yaşında zaten Ferrara. Öğrenecek çok şeyi var. Şu anda Juventus'u kendi istediği yere de taşıyamamış olabilir. Fakat Ranieri Ferrara'ya, Rijkaard'ın Guardiola'ya bıraktığı gibi bir takım bırakmadı ki...
Molinaro'larla, Marchionni'lerle vakit geçirirken Ranieri, sağlam bir takım kuramadı ve zaten bu da gidişini hazırlayandı. Ferrara takımın başına geldiğinde takımın sarı ateşi Nedved futbolu bıraktı. Takımın sürükleyici ismi gitti. Çift yönlü orta sahaları neredeyse yok. Poulsen, Tiago, Melo yetersiz kalıyorlar. Öyle Ferrara Catania maçında Salihamidzic'i o bölgede oynattı bir süre...

Inter'i, Roma'yı, sezonun flaş takımı Sampdoria'yı, köklü Lazio'yu en az iki gol atarak yenen bir takıma sahip Ferrara. Ve bu galibiyetlerin ardında onun da imzası var. Bayern Münih'ten fark yiyen de o elbette ama büyük yıkımlar büyük "Ciro"lar getirir her daim...


Bu benzerlikle bile insanın aklına olabilir mi sorusunu getirmiyor değil...

Kim bu adam?


KOD ADI: SHREK

Liverpool'dan bu yıl cacık olmaz

İzlediğim en kötü Liverpool'du. Lucas Leiva, Xabi Alonso gidince, Giunti'siz Yasin Sülün'e dönmüş... Koskoca Liverpool orta sahası bu adama kalmamalı. Bir Mascherano da yetmez bu orta sahaya. Aquiliani de kalan maçlarda bir fark getiremez bu takıma. Çok anlamsız bir transfer olmuş bu sezon için. Belki de ilk maçlarından biriydi ama topla çok yavaş kaldı. "Burası Premier Lig olm bekletmezler adamı ayağında topla..." Bu takım artık sadece Gerrard'ın ayağına bakıyor. Çok fena alışmışlar bu adama... Aslında olumsuz bir manada kullanılan bir sözdür ama Gerrard şu anda "Atsan atılmaz, satsan satılmaz..." konumda. Atsan derken atamazsın zaten. Satsan zaten satamıyorsun taraftar baskısı falanı bırakın alternatifi de yok... Giderse yeri de dolmaz. Liverpool anlamsız kalır... Satılacaksa da 80 milyon Euro'ya Real Madrid'e gider... Torres ise yine Ümit Karan döneminde. Atamıyor bir türlü, maç boyunca dayak yediği gerçeği dışında düşük motivasyonla çıkmıştı sahaya. Torres de belki de her şeyin kendi üstüne yıkılmış olduğunu hissetti ve bunu kaldıramıyor şu aralar... Rafael Benitez'in altyapı hamlesine ihtiyacı var. Ama bu iş Insua, Darby, Ngog gibi ipe sapa gelmez adamlarla olmaz. Bu çocuklardan yıldız çıkması çok zor gözüküyor. Özellikle Darby'den. Aldığı her topu ileri salladı ve hiç biri de bir takım arkadaşına ulaşmadı.

Liverpool'un ligde işi çok zor. Kupada da bu futbolla bu düşünceyle fazla ileri gidemezler. Devre arasında Arda'yı mı alırlar bilemem ama iyi bir kaç genç yetenek ya da Harry Kewell gibi adamlar bulmalılar... Aman bizimkinden uzak dursunlar da nası bir hamle yapacaklarsa yapsınlar...
sevgiler volkanbk3

3 Göbek topçuyak

Senenin açılış maçı Middlesborough ve Manchester City arasında oynanan Federasyon Kupası karşılaşması oldu. Sıkıcıydı aslında. Mücadelenin sert geçmesinin tek nedeni yağan karın zemini kayganlaştırmasıydı. Maçın başlarında şiddetli yağan kar ilk 20 dakikada futbolcuların ayağını bolca kaydırdı.


Karşılaşmanın ilk yarım saatinde izleyebilme şansını bulduk Adam Johnson'ı. Çünkü Alex Ferguson kanından M'boro hocası Gordon Strachan, Johnson'ın havalı tavırlarına tahammül etmedi ve hemen oyundan aldı. Maça solda başlayan ve sonrasında da sağ kanada gelen Johnson bir pozisyon sonrası rakibi faulsüz müdahale etmesine karşın topu takip etmeyi bıraktı ve hakeme itiraz etti. Üstelik oyunu takip etse top boşta kalmış ve önüne alması için onu bekliyordu. Fakat Strachan bunu yemedi. Oyuncusunu hemen kenara çekti soyunma odasına gönderdi. Yerine Emnes'i oyuna aldı. Spiker ise bu durumu Johnson'ın sakatlanmasına bağladı ama öyle bir hali yoktu... Neyse oyunda kaldığı sürede yaptıklarıyla iz bıraktı bende... Daha da büyük izler bırakacak bir adam. Yeni Downing denmiyor muydu bu adama zaten? İzledim tatmin oldum...


M.City ise aşağı yukarı yedek bir kadroyla çıkmıştı. Özellikle atak gücü olarak. İsmini bilemediğim bir tek Vladimir Weiss vardı. Ama öyle bir oynadı ki artık ismini unutmam. Bileklerine oldukça hakim bir çocuk. Hızlı da. Biraz cılız kalıyor ikili mücadelelerde. Şimdi bir bakınayım dedim kaç yaşında diye; 1989 doğumluymuş ama dikkatimi daha başka bir şey çekti. 3 göbek topçuymuş bunlar. Dedesinin de, babasının da adı Vladimir Weiss!!! Hepsi Slovak futbolunda önemli isimlermiş... Bu çocuk da önemli bir yer alacak ülkesi futbolunda. Zaten 2008 yılında Manchester City ile Federasyon Genç Takım Kupasını kazanmış. Finalde Chelsea'yi yenmişler... Bir gol, bir de asistle oynamış kerata... Galiba 70 dakika sahada kaldı. Topla çok rahat bir oyuncu olması en büyük artısı. De hadi hayırlısı...
sevgiler volkanbk3