Sayfalar

3 Ocak 2009 Cumartesi

Orlando Bir Takım!

Miami maçı bunu cümle aleme gösterdi. Orlando 2 senedir oturtmaya çalıştığı sistemi sonunda ufak tefek aksaklıkları saymazsak sonunda oturtmuş durumda, o da takım olmak. Aralık ayındaki şaşırtıcı derecede iyi performans sergiledikten sonra Nelson artık daha bir takım oyuncusu gibi, hala süper bir oyun kurucu değil ama takım oyuncusu olma yolunda önemli adımlar attırmış ona Van Gundy. Her maç en az 6-7 kere yaptığı gerksiz zorlamalar ve şutlardan vaz geçmiş gibi. 2 maçtır abuk sbuk hareketlerinden uzak gördüm kendini. 2 maçta kullandığı zorlama şut sayısı 3 ve bu onun standartlarında mükemmel demek (aslında kıymet bulmuşken hemen takas etmeli ya neyse). Lewis takım oyununa uymakta zorlanmayan bir süper yıldız, Howard ise artık kolay kolay maça küsmeyen bir ruh halinde. Eli kırılan Pietrus'un yokluğunda ise Bogans nedense sırıtıyor ama Courtney Lee oyundayken onun yarattığı açıkları sanki veteran bir oyuncuymuş gibi kapatıyor 2 maçtır. Hidayet'in ise bu sezonki skor istikrarsızlığı sürüyor olsa da her zaman dediğim gibi adam tam bir yama. Dün 2'si 24 saniye dolarken attığı 3lük olmak üzere kullandığı 14 şutta sadece 1 isabet bulabilmesine karşın 12 şutu doğru seçimdi. O kadar kötü bir şut günündeyki Hidayet faul atışlarında bile sekizde beşte kaldı. Ama farkı onun da eski Hidayet olmayışı. Savunmada Marion'ı bitirdi adeta, yetmedi 11 ribaunt çekti ve 5 asistle yine en iyi servisçisiydi takımının. Orlando ne yapıp edip onu elinden kaçırmamalı.

Miami cephesinde ise Marion'ın dünkü kötü oyunu belki de sezonun dibiydi. Phoenix'teki Matrix'e neler olmuş anlamak mümkün değil. Haslem her geçen gün üzerine koyuyor, Joel Anthony ise kendinden beklenmeyece kadar gelişmiş. ancak yine de Wade çok yalnız kalıyor, 2. bir skorer çıkaramadığı ya da tecrübeli veya oyunu yönlendirebilecek bir oyun kurucusu olmadığı için Spoelstra'nın takımı bir yerde tıkanıyor. Bu haliyle Miami'nin geleceği yok gibi. Dünkü maçta 3 çeyrek çok zorladılar Orlando'yu ama oyuncu kalitesi farkı son çeyrekte ortaya çıktı. Hidayet'in penetreler üzerinden aldığı fauller, Nelson ve Lewis'in rakip savunmayı zorlaması ve bençten gelen Battie ile Lee'nin katkılarıyla Orlando Miami'nin hesabını gördü. Bir önceki Orlando postunda dediğim gibi 60 galibiyet geliyor.

2 Ocak 2009 Cuma

Wayne Bridge City Yolunda

Transfer bitti gibi. Mark Hughes fazlasıyla aksayan sol kanadına çareyi Micheal Ball yerine Wayne Bridge'i monte ederek bulmaya çalışacak. Bridge özellikle FM/CM hastalarının EPL'de dikkatle takip ettiği ve Southapton'dan büyük olasılıkla transfer ettiği sol bek olmuştur hep. Çizgiden kestiği ortalar etkili, defans anlayışı kuvvetlidir Bridge'in. Chelsea'ye ilk geldiğinde 2005'te sakatlanana kadar 1,5 sezon bankoydu. Sakatlıktan kurtulduğunda bu sefer Del Horno çıktı karşısına. Forma bulamayınca Fulham'a dirilmeye gitti bir süre. O sırada yıldızlaşan Del Horno ise Chelsea'de kalmayarak Valencia'ya transfer olunca hayatının hatasını yapmış oldu. Valencia'da Flores ile anlaşamayınca neredeyse hiç top oynamadı, kiralık gitti - geldi. Lafın özü belki Chelsea'de kalsa Bridge de kendine yeni bir takım bulacak ve Milli formasını geriye alabilecekti. Ancak Del Horno gidince bu sefer Ashley Cole geldi Bridge'in başına. Bridge önüne alan adamlar yüzünden ilk 1,5 senede oynadığı kadar oynayamadı 3 senede ve şimdi Hughes'un ona ihtiyacı var, onun da Hughes gibi bir hocaya. Olan Ball'a olacak ama zaten Micheal Ball hiç bir zaman "çok iyi" statüsüne yükselememiştiki!

Galatasaray'da Yöneticilik ve Vefa

Zafer Büyükavcı'nın 2 Ocak 2009 tarihli Fanatik Gazetesi'nde yayınlanan röportajı var aşağıda. Okuyunca insanın tüylerini diken diken eden şeylerle dolu. Ve en sonunda düşündürdükleri ise daha öncekilerle birleşince adeta sarsılıyorum. Bizim Galatasarayımız'da, Türkiye'ye en büyük başarıları yaşatan bu takımda yöneticilik, idarecelik, antrenörlük yapan adamların nasıl bu kadar ruhsuz, seviyesiz, vefasız olduklarını anlamakta çok ama çok zorlanıyorum. Göz önünde olduğu için Arif'e, Bülent'e, Ergün'e, Şükür'e v.s. yapılanları zaten ayıplıyorduk ama ya göz önünde olmayanlar. Bunun adı terbiyesizlik, bunun adı insanlık ayıbı. Her kim istiyorsa nasiplensin bu sözlerden, bugünden sonra o yönetici veya teknik adam koltuğunda oturan kim olursa olsun bu ayıpları Galatasarayımız'ın üzerinden kaldırmadıkça tek kelime iyi laf etmem, edemem. Tüm Galatasaray taraftarını da yönetimi her fırsatta bu ayıpları temizlemeye çağırmaya davet ediyorum.
"O, Galatasaray´ı UEFA Kupası Şampiyonu yapan takımda oynadı. O, ‘geleceğin yıldızı´ olacaktı. Bir gün bir maça girdi, bir dakika oynadı, her şey bitti.. Ve şimdi, onun gururla boynuna taktığı UEFA Kupası madalyası satılık. Neden mi?

Her şey, Süper Lig’in 6. haftasında yazdığım bir yazıyla başladı. “Arda bunu yapma” başlığını atmış, “Sakat sakat oynuyorsun, ‘Adam’ diyorlar. Futbol hayatın biterse bir gün, senesi dolmadan unuturlar. Amatör olma, aptallık yapma” demiştim. Yazımın çıktığı gün telefonum çaldı, karşımda hiç de tanımadığım bir ses... “Zafer bey” dedi, “Ben, Alper’in babası...” Peki hangi Alper’di bu, kimdi? Sonra anlattı her şeyi... Doğrusu yanlışıyla söz Alper’in babası Şinasi Tezcan’da.

Alper’in Galatasaray macerası Fatih hoca ile başladı, değil mi?
Evet... Terim döneminde başladı. Denizli, Kayseri, Yozgat, Dardanel’den buraya, köye gelip istediler. Deli para teklif ettiler, ama biz para düşkünü değildik. Yaşı küçüktü, velayeti bendeydi, profesyonel imza atmamıştı. Fakat gayem belliydi; Oğlum topçu olacaktı Galatasaray’da. Salih ve Ahmet hocaları tanıdım, ‘Benim oğlum burada oynamalı’ dedim. Her gün köyden İstanbul’a 80 kilometre gidip geliyordu. Yol masrafının bile cebimden çıkacağını biliyordum. Hocaları ‘Gücünüz yetiyorsa getirin çocuğu, yoksa hayatıyla oynamayın’ demişti. Gücümüz yetti o zamanlar.

Geliyoruz 1999 yılına...
Hiç unutmam, 9 Aralık 1999 günü... Rakip Bologna’ydı. Sahaya girdi ve ayağı kırıldı. Sonradan öğrendim ki, kulüp bizden saklıyormuş. Alper’i o zamanlar Berlin istiyormuş. Yönetim, iyi bir para isteyecekmiş.

Ayağı kırıldı ve...
Biz annesiyle köydeydik. Hemen Acıbadem Hastanesi’ne gittik. Ameliyat oldu. Doktor Burhan Uslu, “3-4 ay sonra oynar” dedi. Biz, Müfit hocaya danışmadan hiç bir gazeteciyle konuşmuyorduk. Çünkü zarar gelmesin istiyorduk. Fatih hocaya ulaşmak mümkün değildi. Neyse... Ameliyat bitti, 7 gün hastanede kaldık. Köye döneceğiz, Müfit hocayı aradık bir araç istedik. Müfit hoca, “Koskoca köyde bir araba bulamadınız mı” dedi. Şok oldum. “Hocam, benim çocuğum tarlada karpuz dikerken ayağı kırılmadı. Senden bu sözleri beklemezdim” dedim ben de. Sonra kulüpten bir arkadaş geldi. Bunlar söylenmez, ama arabaya 20 milyonluk benzini de ben koydum. Benim ailem için sıkıntılı günler işte o gün başladı.

İlk ameliyatı Galatasaray mı karşıladı?
Evet, kulüp karşıladı. Bu arada Burhan hoca öyle derken; ameliyatı yapan doktor “En az 2 yıl oynayamaz” dedi bana.

Peki bu süreçte, yani A takım kadrosuna girdiğinde hiç para kazandı mı Alper?
Para mara görmedik biz. Yalan söylemeyeyim, Kanarya Adaları’na gitmişlerdi. Fatih hoca, dönerken 1 milyar para vermiş Alper’e. Hepsi bu... Ben hâlâ o gazeteleri saklıyorum bak. Ne diyor sizin gazetenizde o zaman: “Alper, bu sakatlık sonrası tüm maçlarda oynamış gibi prim alacak” diyor. Futbol nankör diyorlar ya Zafer bey... Futbol değil, insanlar nankör. Bak söylüyorum işte; Emre (Belözoğlu) hep geldi köye ziyarete. Suat’tan (Kaya) Bülent’e (Korkmaz) hepsi yardım etti. Hiç unutmam; Suat, Beşiktaş maçı primlerinden para toplamış, bize getirmişti. Ahmet Yıldırım, Emrah, Saffet hepsi geldiler. Futbolculardan yana tek kelime etmem, ama kulüpten çok şikayetçiyiz çook...

Sonra...
Alperim iyileşmeye başladı. Lucescu dönemiydi ve bize çok teklif geliyordu. Ama hep engel oldu Abdurrahim Albayrak... Galatasaray’da kalmasını istedi. Hem dışarıya göndermediler hem de 5 kuruş para vermediler. Devletin verdiği altınlar vardı hani, bir tane görmedik biz. Haa hiç verilmedi mi? Verildi. Ankara’ya gitmişlerdi; Bülent Ecevit, Tansu Çiller, Recai Kutan ve Mesut Yılmaz’la yemek yemişlerdi. Orada herkese 10 cumhuriyet altını verildi. Fikret Ünlü, Spor Bakanı’ydı. Ecevit de 10’ar tane kendi cebinden verdi. İnkâr edemem ki bunları, Çiller’in, Yılmaz’ın, Kutan’ın verdiği hediyeleri... Herkesten bir şey gördük, kulüpten hiç bir şey görmedik. Gözümün önünden gitmez o an: Annem, hastanede ağlıyordu, Alper’imin kapısının önünde. Şansal Büyüka da oradaydı. Fatih hoca geldi ve “Anne ağlama. Ne gerekiyorsa yapılacak” dedi. Ne yapıldı peki? Hiçbir şey.

İlk ameliyat sonrası düzelmedi mi Alper?
Biraz düzeldi, ama sonra tekrar sakatlandı. Yine Florya’da... Tedavi ettireceğiz, ama para kalmadı ki bizde... 4.5 yıllık mukavelesi var Galatasaray’da, oynuyor para alamıyor, kaçmak istiyor göndermiyorlar.

Alper, tedavi için köyden mi gelip gidiyordu İstanbul’a?
Git-gel olmuyordu. Mecburen İstanbul’a taşındık. 4-5 ay kaldık, geri döndük. Çünkü kirayı ödeyemedik. Ev sahibi Lüleburgazlı, hemşehri yani. Param yoktu, ama gittim, Alper’in PAF Takım’da oynarken maçlarını çektiğim kamerayı verdim kiraya karşılık.

Ne kadardı kira?
200 bile değil, 180 milyondu. Bir şey daha anlatayım size. Futbol diye diye okulu ihmal ettik. Sonra özel okulda okutmak istedim Alper’i. Bayrampaşa’da bir ticaret lisesi. Hepsini ödedim, 500 milyon kaldı. Gittim Silivri’ye, bir mağazadan taksitle bir kamera daha aldım ve öğretmene verdim.

Kaç yılından bahsediyorsun?
2000, 2001. Ayağı kırıldığında işte.

Kulüp yardımcı olmadı mı?
Nerede... Bakın Emre, Fatih, Suat’ın verdiklerini söyledim size... Rahmetli Ecevit’in verdiklerini söyledim. Allah var üstümde, inkâr edersem hesabı var. Yalan söylemiyorum ki ben. Kulüpten hiç yardım görmedik. Emre benim oğlum yerine, gidin sorun karakterimizi... 2003’te Lucescu dönemiydi. Berkant ve Ufuk’la kavga etmişti Abdurrahim Albayrak. Daha kötü şeyler de oldu gözümün önünde, ama anlatmam. Abdurrahim beye yalvardım, “Ufuk ve Berkant’a izin vermiyorsanız, bırakın benim oğlum gitsin” dedim. Bursaspor ile 165 milyara anlaşmıştı oğlum. 3-5 kuruş cebimize girecek, tedavi döneminde yaptığımız borçları ödeyecektik. Borçlar katlandıkça katlanıyordu çünkü. Mal varlığım bitmişti. Oğlumun kazanacağı paraya ihtiyaç duyuyorduk artık. Vermediler Bursa’ya. Kahveye çıkamıyordum, utanıyordum borçlulardan.

Başkan kim o zamanlar... Konuşmadınız mı hiç?
Mehmet Cansun’la görüştüm. Yüz yüze. Bana ‘evladım’ dedi. Zaten hep ‘evladım’ dediler, o kadar... Bursa’ya vermediler, Galatasaray’da kaldı. İspanya kampına gideceklerdi bir gün sonra, ama oğlumun dizi patladı idmanda. Şu an Uğur’un dizi var ya, aynen öyle işte. Yine hastane, yine kâbus.

Galatasaray’la ilişkiniz ne zaman bitti?
Sonra gittik Zeytinburnuspor’a. Mustafa Günaydın şahit. Saadettin Saran’ın şirketinden Ali isimli bir arkadaş geldi. Görüştüler orada, 48 milyar liraya mukavele yaptılar. Ev kiraladı, mobilya aldı. Zeytinburnu, Galatasaray ile görüştü. 2 milyon dolar bonservis bedeli istediler Alper için. Gittim, Yasin abiye (Özdenak) yalvardım. “Ne verdiniz, ne istiyorsunuz” dedim. Musa ve Alper’i yanıma alıp menaceri Saffet Sancaklı’nın yanına gittim. Abdurrahim bey aradı, “Saffet yavrum, güzelim, ayağını öpeyim” dedi. Şok oldum. Sen Galatasaray Futbol Şube Sorumlusu’sun; Saffet kim ya? Neden yalvarıyorsun? Bu arada terbiyesiz laflar da konuşuldu. Megafonu açık telefonun, duyuyoruz. Abdurrahim bey yalvarıyor; “Kurbanın olayım, benden bonservisi isteme, beni aşıyor bu iş, kiralık almak istersen al, 5 kuruş vermeden oynasın Yıldırım Bosna’da...” Saffet, “Bu şekil vermezlerse, Sedat Yeşilkaya ile birlikte Kocaelispor’a göndeririz” dedi. Nitekim Sedat’ı gönderdi, Alper yine kaldı.

Futbol hayatı bitti mi Alper’in?
Ordu’ya gidecekti, yine bonservisini vermediler. Alper, “Baba önüme çıkma. Bir yere kadar sana el kaldırmam, ama o bir yer de bitti artık. Ben bir daha bu kulübe ayağımı basmam. Bırak artık bu Galatasaray sevdasını. Bu camia karın doyurmuyor, aç bırakıyor” dedi. 2003 yılı 31 Mayıs’ta mukavelesi bitti. Plak şirketi sahibi Şahin Özer var burada. Ondan destek istedik. Devreye girdi, Malatyaspor’a gitti Alper. Ziya hocanın (Doğan) ilk dönemiydi. Rehabilitasyon dönemini iyi geçiremediği için ikinci idmanında çapraz bağları koptu Alper’in. Alper saklıyordu, gazeteden okudum. Kahveye gittim, arkadaşlara tembihledim. Annem ve babam duymasınlar istedim. Seyfi diye bir arkadaşım, babama gazeteyi gösterdi. Gittim, Seyfi’yi tokatladım. Ancak babam ağlaya ağlaya eve gitti, çok üzülmüştü. İki saat sonra hastaneye kaldırdık, oradan da cenazesini aldık babamın. Kahırdan öldü babam.

Ne düşünüyorsun şimdi?
20 yılımız heba oldu. Kim verecek bu 20 yılın hesabını? Abdürrahim Albayrak mı, Mustafa Sarıgül mü, Mehmet Cansun mu, Ateş Ünal Erzen mi, Faruk Süren mi, Fatih Terim mi? Bu dünyada veremezler, ama öteki dünya da var...

Malatya’dan sonra...
Ispartaspor’a gitti. 1, 2, 3 ay para yok. Takım halinde isyan ettiler, kaçtılar Isparta’dan. Mahkemeleri hâlâ devam ediyor herhalde. Ardından Burdur’a gitti. Oradan para kazanamayacağını biliyordu zaten.

Ne yapacaksınız bundan sonra. Bir planınız var mı?
Borçlarımızdan kurtulmak için Alper’in madalyalarını satmayı düşünüyoruz. Türkiye Kupası, Türkiye Ligi, UEFA Kupası madalyaları var. Süper Kupa madalyasını vereceklerini söylediler, vermediler. Talibi varsa satacağız bunları. Başka çaremiz yok.

Alper söz vermişti bize. Nerede şimdi?
Utanıyor. Bunlar konuşulacak diye utanıyor. Namussuzluk yapmıyorsun, neden utanıyorsun oğlum? Size söz verdi, ama kaçtı işte. Madalyalarını da alıp kaçtı.

Neden utanıyor peki?
Tarlalarımız vardı, sattık. Silivri’de iki dairemiz vardı, sattık. Dükkanım vardı, sattık. Arabam vardı, sattık. Köyden Silivri’ye gidip gelen minibüsümüz vardı, sattık. Hepsini Galatasaray’da oynasın diye sattık. Bak, bu ev benimdi, onu da sattık. Satın alan adamdan rica ettim. Ev benimken hayvan beslediğim bu yerde oturmak için rica ettim. Sağolsun verdi. Hayvanları bağlıyordum bir zamanlar, şimdi ben, eşim, oğlum, gelinim oturuyoruz burada. Bundan utanıyor oğlum, işte bundan...

Alper kimdir?
Alper, 1988 senesinde Galatasaray altyapısının seçmelerine girdi. İlk hocaları rahmetli Salih Hoca (Bulgurluoğlu) ve Ahmet Keskinkılıç’tı. Bir sene deneme amaçlı oynadı, 89’da da lisans çıkardılar. Sonra ümit takım, yıldız takım, 14-16, genç takım derken PAF’a geçti. Bu arada 38 defa genç milli takımda oynadı.

Emre Belözoğlu haklıydı
Alper sakatlandığında Emre, Okan ve Fatih Akyel geldiler ziyarete... Üçü de bilirlerdi benim nasıl sırdaş olduğumu. Avrupa’ya gideceklerini söylediler. Ben dedim ki; “Oğlum yapmayın. Bakın Metin Oktay gibi heykeliniz dikilir sizin.” İkna olmadılar. Emre dedi ki; “Babacığım bak, şimdi oğlun sakat ve göreceksin, kaç kişi kapını çalacak. Biz keyiften kaçmıyoruz...” Şimdi o çocuklara çamur atıyorlar. Neden kardeşim? Taa o zamanın parasıyla 500-600 milyar alacakları vardı bu çocukların. Ödemediler. Şimdi neden çamur atıyorsunuz?

Alper’in deli raporu var
Aklını oynatmıştı çocuğum. Yemin ederim bak, 6 ay Bakırköy’de tedavi gördü. ‘Deli raporu’ var oğlumun, internetten bile çıkartırım sana. O duruma gelmişti benim oğlum. Galatasaray yardım etmedi, Silivri Belediye Başkanı Selami Değirmenci yardım etti. Oğlum en çok buna üzüldü işte. 19 yaşında sakatlandı ve bir kenara atıldı. Ameliyat oldu, eve dönmesi için bir araba bile vermedi kulübü... Buna üzüldü.

Bir serveti bitirdim...
Rahmetli babamın mal varlığı çoktu. 5-6 trilyonluk servetim vardı benim. Hepsi bitti. Futbola, Galatasaray aşkına, oğluma harcadım. Galatasaray sevdası nerede şimdi biliyor musun? Kapının hemen arkasında. Orada 20 tane icra kağıdı var. Banka borçları, kredi kartları, vesaire vesaire... Bak işte... Galatasaraylı eski bir futbolcunun ailesi ahırda yaşıyor şimdi.

Sabri’yi görünce içim cız ediyor
Ufak oğlumun adı Fatih... Fatih Terim aşkıyla koydum adını. Şimdiki aklım olsa koymazdım. 9 sene top oynadı Galatasaray’da Fatih de... PAF Takımı’nın kaptanıydı. Sabri’nin kaptanıydı. Abdurrahim bey, bu çocuğun 150 milyon yol parasını vermedi. Çocuğumun cebine yol parası koyamadım ben de. Onun günahı neydi? Sabri’yi görünce şimdi televizyonda bir yandan gurur duyuyorum, diğer taraftan içim cız ediyor.

Futboldan nefret ediyor
Alper hayatı boyunca top oynayamayabilir, televizyondan bile seyretmeyebilirdi. Çok mücadele ettik, iyileştirdik. Ancak artık futboldan nefret ediyor, oynamak, izlemek istemiyor. Şimdi kaçtı gitti işte. Tek nedeni, utanıyor. Ben yaşadıklarımızı anlatacağım diye kaçıyor. O kadar üzüldü, o kadar acılar çekti, ama hâlâ Galatasaray’a tek bir kötü söz söylemiyor. Köye gelmiyor, utanıyor, her şeyden nefret ediyor.

Biterken
Alper’in babası bunları söyledi işte... Bu röportaj bir dram mı sizce? Bir ibret öyküsü mü? Yoksa futbola gönül vermiş binlerce minik ve ailesi için bir yol haritası mı? Okuyan herkes, kendince mutlaka bir sonuca varacaktır. Ancak benim son sözüm şu: Bu gazetenin sayfaları, röportaj boyunca adı geçen tüm şahıslara açıktır. Sevgi ve saygılarımızla...

Zafer BÜYÜKAVCI"

Kural Değiştirten Penaltı



Fifa'nın penaltı kuralını yeniden düzenlemesine neden olan gol. Kallavi edit: Bu golden sonra Fifa topun kaleye doğru vurulmasını zorunlu hale getirerek aynı takımdan 2 oyuncu bariz bir şekilde paslaşırsa penaltının geçersiz sayılması gerektiğini söylemiştir. Yani aslında yine iş hakeme kalmıştır, paslaşma var mıdır yok mudur? Karışık mevzu fazla dallanmayalaım, FIFA kural kitabınındaki bazı ibareleri değiştirmiş diyerek sıyrılalım.

1 Ocak 2009 Perşembe

And the Oscar Goes to...

Resmi ilk Chao Grey'de gördüm, o da başkasından görmüş, kimbilir o blogger ilk nerede gördü. Bunlar mesele değil, mesele şu harika mizah ve Oscar'ı toprak altındaki Ledger'ın kazanacak olması. Hasretle anıyoruz seni Heath Ledger.

Ankara'nın Gücü Bitiyor

Senelerdir istikrarı yakalayamadı bu takım. Aslında adıyla Ankara'nın simgesi olması gerekirken Ersun Yanal'lı bir dönemleri hariç pek bir iz bırakamadılar. Hep tablonun alt yarısındalar senelerdir. Ne zaman biraz toparlansalar hep kulüp içinde bir kriz patlak verdi. Senelerdir Cemal Aydın gitsin mi kalsın mı konuşuluyor, adam gidiyorum diyor kulübe sahip çıkan kimse gözükmüyor. Gökçek kulübü ele geçirmeye çalışıyor, taraftar dışında tepki veren çıkmıyr. Hep bir Kaos hep bir belirsizlik. Ünal Karaman'ı kaçırmaları yetmedi takımı ligde tutmaları için elzem oyunculardan Gökhan'ı satıyorlar, Serkan'ın transferi gündemde. Ayrılan 1-2 isim daha olmuş devre arası itibariyle. Ötesinde sırf kontrat yapmadı diye Türkiye'nin en önemli orta saha oyuncularından biri olmaya aday Abdülkadir'e forma vermediler sezon başından beri. Şimdi onu da Fener'e vermeleri gündemde. Kendi kendini sabote ediyor Ankaragücü ve yavaş yavaş gücü de bitiyor artık sanki. Küme düşmeye hiç olmadıkları kadar yakınlar bu sezon ve düşmek çin de elllerinden geleni artlarına koymuyorlar.

Batuhan Karadeniz

Türk Futbolu'nun yeni projesi Batuhan Karadeniz. Öncesinde başarıyla bitirilmiş projeler olduğu için ondan da çok büyük bir değer çıkarılacağına inandık hepimiz. Forvet oyuncusu projelerinden Hakan Şükür ve Tuncay Şanlı henüz onun yaşındayken keşfedilmiş ve üzerlerine ciddi planlar yapılarak hem kendi takımlarında hem de milli takımlarda hep el üstünde tutulmuşlardı. Ancak bu iki oyuncunun Batuhan'la aralarında 2 önemli fark mevcut. Birincisi karakter, ikincisi piştikleri-yetiştikleri takımlar.

Türk futbolunu az çok senelerdir takip etme fırsatı bulmuş herhangi birine sorsak ve desek ki "Şükür ve Tuncay'ı insan olarak nasıl bilirsiniz" verilecek cevaplar yaklaşık olarak "beyefendi, saygılı, güleryüzlü, arkadaşları tarafından sevilen, disiplinli" ekseninde dolaşacaktır. Oysa tanıyanlara ya da uzaktan da olsa, 1,5 senedir gündemde olduğu için, takip edenlere sorduğumuzda Batuhan için verilen cevaplar "kendini beğenmiş, ukala, uyumsuz, disiplinsiz" şeklinde. Batuhan denildiğinde benim aklıma gelen ise çok yetenekli ama kendini beğenmiş bir futbolcu. Peki bu neden böyle? Türk futbolunun önemli belki de efsane isimlerinden biri olmaya aday, henüz 17 yaşını yeni doldurmuş bir çocuk için çoğunluk neden böyle düşünmekte? Sıkıntı onu yetiştiren antrenörlerde mi, ailesinde mi, yoksa eskilerin dediği gibi "bir adamın içinde olacak" noktasında mı bir sorun yaşanıyor? Bu çocuğun içinde Şükür'de Şanlı'da olan o "şey" her ne ise ondan mı yok, ya da bu çocuğu bu hale el birliği ile mi getirdik? Şu ana kadar 2 sene boyunca çeşitli kereler Beşiktaş formasını Süper Lig'de ve Türkiye Kupası'nda giymiş, hatta Terim tarafından Milli takıma çağrılıp ilk 11'de oynatılmış bu çocuğa psikolojik destek verildiğine dair herhangi bir haber okumadık. Aksine bir gün hakkında çok iyi konuşulurken kulüp mercileri tarfından, bir kaçgün sonra aynı adamlar tarafından disiplinsiz davranışları nedeniyle PAF'a gönderildiğini okuduk hep. Batuhan'ın mental gelişimi üzerine söz söyleyip bir uygulama yapan varsa da duymadık, duyurulmadı.

Batuhan'ın diğer 2 projeden diğer bir farklı yönü ise yetiştiği takım. O Beşiktaş altyapısının bir ürünü. Alt kategoriler ve genç milli takımlarda bir çok maça çıkmış ve onlarca gol atmış. Ama özellikle son 2 senedir takımına döndüğünde devamlı forma alamamış. Oysa hem Şükür hem Şanlı Sakarya'da başladıkları futbol maceralarında hep takımlarının önemli adamları olmuş, devamlı oynatılmışlar, üzerlerine soumluluklar yüklenmiş ve maç tecrübesi kazanmılar. Tuncay Sakarya'da iyice piştikten sonra Fenerbahçe'ye giderken, Şükür 2 senelik Sakarya deneyiminin ardından 2 sene de Bursa'da Süper Lig'in tozunu yuttuktan sonra Galatasaray forması giymiş. Dışarıdaki benzer örneklerde de bugünün büyük oyuncularının çoğunlukla karakter ve oyun gelişimini büyük oranda ya kiralık olarak gittiği takımlarda tamamladığını ya da yetiştiği takımlarda tamamladıktan sonra büyük takımlara gittiğini görüyoruz. Bu noktada Eskişehir'e transferi Batuhan için önemli bir artı olacakken, transfer kesinleştikten sonra söyledikleri kendisi üzerinde fazlasıyla çalışılması gerektiğini gözler önünesermekte: Eskişehir'e Kral olmaya geliyorum!

Takımına tur kaybettirecek olmasına karşın rakip kaleciye penaltıyı atacağı yeri gösterebilen, kariyerinde ilk kez profesyonel anlamda sürekli forma bulabileceği bir takıma giderken sanki Premier Lig'den geliyormuş edasıyla Kral olacağını söyleyebilen, defalarca ez disiplin cezası almış olmasına karşın bir trlü susmayan bu çocuk sahip olduğu müthiş gol atma beceresi ve önemli fiziği ile Türk futbolunun yeni forvet projesi. Peki kaç kişi bu projeye inanıyor?

60 Galibiyete Doğru

Belki de bu sezon 20 senelik Orlando Magic tarihinin en ihtişamlı normal sezon sonucuna ima atılacak. Belki de bu sezon tekrar Finaller görülecek. Belki de bu sezon hiç unutulmayacak. Howard - Lewis - Türkoğlu temeli üzerinde Stan Van Gundy mimarlığında yükselen Magic binası artık ligin en yüksek binalarından biri haline gelmiş. 9 maçı kaçırdıktan sonra dün gece izlediğim Chicago maçı bunun en büyük ispatlarından biri. Boksta olduğu gibi daha 1. rauntta yıkıyorlar rakiplerini. Savunmaysa savunma, hücumsa hücum, rakip kendine gelene kadar maç bitiyor. Büyük maç oynamayı da yavaş yavaş öğrendikçe bu takımın karşısında durabilecek pek rakip olmayacak. Orlando 60 galibiyete doğru sessizce ilerliyor. Chicago'nun durumu ise o potansiyelli kadroya göre içler acısı. Sakatlar, oynama isteği bitmiş adamlar ve sahada dolaşanlar. Del Negro çok suçlu değil aslında, ihalenin büyük kısmı yönetimde kalmalı. Geçen sezonun 2. yarısından beri bir kontrat belirsizliğidir gitti gitti bu güne gelindi. 2 sene önceki o parıldayan takımı kafalarda bitirdiler adeta. Ama her halükarda Dou Konferansı takımı Chicago ve bu mahallede 3 galibiyet bile sizi bir anda play-off potasına sokabilir.

31 Aralık 2008 Çarşamba

Mutombo Yeniden Parkelerde

Resmi kayıtlara göre 42, resmi olmayan kayıtlara göre en az 46 yaşındaki efsane pivot Dikembe Mutombo Rockets ile yeniden imzaladı. Bu da demek oluyor ki 40 yaşından sonra spor sadece sağlık için değil para kazanmak için de yapılabilirmiş. Helal olsun sana Koca Şef!

Yazamadığımız Orlando Maçları

Almanya'da olduğum süre zarfında ve yurda döndükten sonra hastalıklar ve yoğun iş temposuyla geçen çılgın zamanda kendim başta olmak üzere bir çok şeyi ihmal etmek durumunda kaldım. Bunların en başında da salata geldi tabii ki. Neyse bu telafi gönderisiyle açılışı yapalım.

20 gündür üzerine yazamadığımız Orlando MAgic bu süre zarfında 9 maça çıktı. İlkinde Phoenix'e Grant Hill efendinin bitime 2.7 saniye kala attığı basketle yenilirken sonuncusunda da rakiplerimizden Detroit'e kısır sayılabilecek bir maçta Nelson'ın gerçek kimliği reklam edilirken 88-82 yenildik. Aradaki 7 maç ise bir galibiyet serisi oluşturdu. Hornets galibiyeti ve Pistons mağlubiyetini bir kenara koyarsak Nelson'ın adeta sağlam bir Baron Davis kimliğinde oynadığı bir 9 maçlık dönem yaşadık. Geride kalan kariyeri boyunca hiç bu kadar arka arkaya dominant oyununu görmemiştik Nelson'ın. Ancak karşılaştığımız rakipler ve oyun kurucularına baktığımızda özellikle Nash-Paul-Stuckey karşısında Nelson'ın hep geride kaldığını görmekteyiz. Üstünlük kurabildiği adamlar ise Watson-Bellinelli-Foye-Telfair tipindeki adamlar. Parker'ı kötü bir gününde yakaladığını, Williams-Fisher'la benzer performaslar verdiğini görüyoruz. Yani ligin saygın ve dominant oyun kurucularına karşı halen bir başarısı yok. Zaten öne çıkması gereken maçlarda öne çıkmış, aslında diğerlerinde de idare etmiş formatında. Ancak oyun kurucu bölgesi de yavaş yavaş Avrupalılar tarafından ele geçirilen Amerika Basını hemen şişirmeye başlamış durumda Nelson'ı. Buna da hoşgörüyle bakmak gerek.

Takımdaki diğer taşlar ise yerlerinde ağır olmaya devam ediyorlar. Nelson öne çıkarken Hidayet'in "yama" görevine itinayla devam ettiğini, Lewis'in zaman zaman 118 milyonu hak edecek performanslar verdiğini, Howard'ın standardının altına pek düşmediğini gördük. Şaşırtıcı bir gelişme olarak da seneler sonra Howard'ın 2 maç birden kaçırmasını sayabiliriz. Bu maçlarda yerine sahne alan Gortat da aslında son derece umut vaad eden ve rotasyonda her daim olması gerektiğini ispat eden performanslar verdi. Takımın sakatlıklar sonrası oturmayan bölgesi ise 2 numara. Pietrus'la sezona iyi başlanan bu bölgede şu sıralar Pietrus iyileşip eski formuna kavuşamadığı için halen Bogans oynuyor, fakat onun da geçen seneki şut ritmine ulaşamaması bazen takımın elini kısa bırakmakta. Redick rotasyondan savunmayı bir türlü becerememesinin yanında artık şut da sokamadığı için düşerken, Lee rotasyona tutunmayı başardı. Battie'nin uzun beşte 4 numarada, kısa beşte 5 numarada verdiği performanslar ise tatminkar.

Takımın derecesi şu an için 24-7, Cleveland'ın 2,5, Boston'ın 3,5 maç arkasında Doğu Konferansı 3. sırasındayız. NBA genelinde ise 4.sırada. Deplasmandaki galibiyet oranımız olan 11-4'ün daha iyisini yapan tek takım ise lig lideri Boston (11-3).

Şu 1 hafta içinde sezonun geride kalan kısmını değerlendirdiğim yazı hem nabakolik'te hem de burada yayında olacak umarım.