Kelli felli tanınmış şirketlerin firmaların yönetici müdür takımından biri eğer işi bırakmak isterse daha kodaman olanına alttan alta şöyle işittirir: gereğini yapın… Maksadın ne olduğunu anladınız, yormayın beni. Firmalar şirketler de son yıllarda böyle büyüdükçe palazlandıkça afilileşen yönetim kademesinde daha ne numaralar döner kim bilir, ama Nba’in de bu şirketler gibi iş alanı olduğunu sezinleyen oyuncular artık tamamen şirket yöneticisi soğukluğunda tavırlara girmiş durumdalar: takasımı istiyorum… Bu takas isteme triplerini ilk kez, Nba’yi fanatik basket ve NTV aracılığıyla, bir de zengin arkadaşlara baskı yaparak onlara aldırttığım basketbol dergilerinden öğrendiğimiz lise çağımdayken İbrahim Kutluay’ın, yanılmıyorsam Ray Allen ve Murray’den dolayı süre alamamasından dolayı takas isteğiyle duymuştum. Hatta o günlerde, şöyle bir espri dolanırmış nba’de; sayı atamadan takasını isteyen ilk basketbolcu diye…
Burada ufak tali yollara girip tekrar anayola çıkalım. Birincisi; Efes Cup’tı yanılmıyorsam, Amerika milli takımına karşı iki üçlük atıp kendini dünyanın sayılı basketbolcularından biri sayan İbrahim Kutluay’a o zamanlar ne mal basketbolcu olduğunu anlatabilecek basketbol kültürüne sahip herhangi bir basketbol adamımız olmadığını gördük. Saçına sürdüğü o iki kilo jölenin ne yazık ki amerikada süre almaya yetmediğini de gördük. İkincisi; kendimle alakalı; o zamanlar bir bilgi kırıntısı bulmak bile kolay değildi aslında, çok değil 8-9 sene öncesinden bahsediyorum. Fanatik basket gazetesi bulunmaz nimet. Ama cepte beş kuruş para yok o zamanlar, olanda var tabi. Ama lise talebesi olmamız babamızın nazarında pek bir şey değiştirmiyor, bu adamın kız arkadaşı olur mu, canı tost hamburger ayran çeker mi demiyor, haftalık bir bisküvi iki saatlik de internet cafe parası verip okula yolluyordu. Diyeceksiniz yol parası. Servisle gidiyoruz ya, o çoktan peşin verilmiş. Kaçak göçek aldığım ilk fanatik basket gazetesini, bütün istatistiklerine kadar okuyup çöpe attığımı hatırlıyorum. İkinci denemem daha korkunç: hafta sonu ev halkı kahvaltısını yapmış gerim gerim gerilirken, ben sinsi planımı devreye sokmaya karar verdim: “baba, cebinden para alabilir miyim gazete alacağım?” babam hayır demedi, bakmayın babamı böyle haşin gösterdiğime, çok yumuşak bir adamdır ama para meselelerinde tanınmaz olur. Yolda dua ediyorum, lakin gazete her Salı çıkıyor, inşallah kalmıştır diyorum; ‘kalmıştır’ şundan diyorum: zaten mahalle bakkalına bir tane geliyor, ya benim gibi basketbol sevdalısı bir tane daha çıkar da alırsa o gazeteyi diye kaygılanıyorum. Kaygım nafile, gazete yerinde… Fanatik basket gazetesini aldığım diğer gazete akşam gazetesinin içine saklıyorum. Eve gelince doğru odama gidip fanatik basketi fırlatıyorum bir köşeye ama acemilik işte, baba daha sonra odamda görüyor ve o gün gizliden aldığım şeyleri saklama konusunda kilometre taşı oluyor. Anılar anlatmakla bitmez, çok uzatmayalım, ana yola dönelim.
Sacramento’ya karşı kayıp bir maç oynayan Howard’a maç sonrası sorulacak başka soru yokmuş gibi ‘takas işi ne durumda aga’ yollu bir soru sormalarını yadırgamıyorum, malumun ilanını yapmaya lüzum yok. İlginç olan ise rakip takımda maçın başında kendisini çok çabuk faul sıkıntısına sokan ve bu yüzden kötü bir maç çıkarmasına sebep olan DeMarcus Cousins’in de bundan birkaç hafta önce takas istemesi… Ama orada işler farklı yön aldı biraz: New orleans deplasmanına gitmeden önce coach Cousin’e haber uçurur; eğer takımda kalmak istiyorsan bizle deplasmana gelirsin yoksa bu takımın bir parçası değilsin anlamında. Enteresan tarafı, bu muazzam ders verici-senden büyük Allah var hareketini yönetime sormadan yapmıştı Westphal… ve birkaç gün sonra kötü gidişattan dolayı, Petrie Westpaul’ü şutladıklarını, şimdiye kadarki hizmetleri için de teşekkürlerini yalandan da olsa belirterek ilan ettiler. Çok dile getirilmese de yönetim bu hareketi kendine yedirmemiş ayrıca oyuncusunu hocasına tercih etmiştir.( Gerçi çok kısa bir süre önce Sloan vakasında da buna benzer şeyler gelişmişti…) Westphal yeterli bir hocadır değildir bu tartışılabilir ama Sacramento’da Maloofgillerin ekonomik darboğaza girmeleriyle başlayan çöküntünün bu etik sınırları zorlayıcı yönetimsel davranışla beraber bir krize girdiğini görmemek zor olur. Gerçekten, yerine getirdikleri Keith Smart’ın Westphal'den daha başarılı olabileceğini mi düşünüyorlar, yoksa yaptıkları bu hareketle şehirlerine ‘Cousins de kim oluyormuş diyebilecek’ bir coach’u getirmenin imkansızlığından mı Smart iş başı yaptırılmıştır? (Bu arada Cousins’in de çok karaktersiz bir adam olduğunu, Howard’ı erken faul problemine sokmak için, Howard’ın rüzgarından savrularak kendini yerden yerlere atmasıyla görmüş olduk .)
Artık çokça tartışılmaya başlandı aslında yerel medyalarda bu konu. Tabii ki ana nba medyasının görmezden geldiği bir konu zira bu ligin birinci finansal kaynağı ve ligi popülerleştiren ana akım medya büyük şehirlerde ve de okyanus ötesinde para kazandıran franchise’lar yine büyük şehir takımları. Nba’de, bizim futbol için tartışmaya başladığımız Anadolu-İstanbul takımları konusu kendi yerel özellikleriyle de yerel medyalarda hararetli bir şekilde tartışılmaya başlanmıştır. Bu açıdan Orlando şehri de bu tartışmaların bu seneki kurbanlarından. Geçtiğimiz sezon Toronto ve Cleveland’ın takımı üstüne kurdukları oyuncuları, bu sezon da New Orleans adına bir oyuncu artık kazanmak istedikleri için şehir değiştirmişlerdi. Bu medyaya yansıyan yüz tabi. Kendisine bir türlü ısınamasam da Orlando Sentinel’in İspanyol görünümlü yazarlarından Mike Bianchi (diğeri George Diaz) şu güzel lafı etmişlerdir: “Lebron James, Dwayne Wade ve Bosh neden Cleveland’da bir araya gelmiyorlar da Miami’de buluşma ihtiyacı duydular?” Soru gayet yalın ama ekrandaki görüntünün arkasındaki zihniyeti kavramakta alengirli bir soru. Evet, bu gerçekten herkes için, takım sahipleri, menajerleri, coachları ve oyuncuları için zor bir durum. “Burası Nba, sonuçta iş yapıyoruz ve geleceğimizi düşünmek zorundayız.”diyor Howard. İş olduğu kuşkusuz ama sizin için saatlerini paralarını feda eden sizi karşılıksız seven insanların karşında olduğunu da sakın unutma Dwight dostum ve diğerleri. Sen geleceğini düşünüyorsan kusura bakma ama biz b.ku yemişiz. Gerçekten hangi gelecekten bahsediyorsun, yoksa laf olsun diye hiç arkasında yatan fikriyatı tartışılmamış bu lafı öylesine mi söylüyorsun. Dwight’ın her zaman samimiyetine inanmış Orlando taraftarları olarak son iki ayda yaptığı açıklamalardan sonra senin uzaklaşmandan önce biz taraftarlar senden uzaklaşmaya başlıyoruz. Şampiyonluk istediğini söylüyor Dwight. Kendi evindeki Newyork maçlarını deplasman havasında oynayan New jersey’de şampiyonluk yakalayacağını inanıyor mu acaba ciddi olarak kendisi. Yoksa yine Sacramento maçı sonrası, aslında aklında yatanı gayet açığa çıkartan; Carmelo gibilerin de aklını karıştırdığını ispatlayan röportajı kendini ele vermiyor mu? Maç sonrası verdiği röportajda, “ Carmelo ile görüşüyoruz, geleceğimizle ilgili doğru karalar almamız gerektiğini, duygusal davranmamamızı gerektiğini söylüyor, gayet haklı…” derken aslında Orlando’yu kafasında bitirmiş bir havada olduğunu düşünüyorum. Arkadaşlıklarına diyecek bir şeyimiz yok, ancak merak ettiğim bir konu var, acaba hangi gelecekten bahsetmekteydiler. Konuyu hangi boyutta ele almışlardı. Şehrin güzelliği, kızlarının partilerinin bol olduğu, muazzam kebapçılarının olduğu boyutta mıydı muhabbetler diye insan meraklanıyor. İnsanın aklına bir de Sacramento Bee’den Marcos Breton’un birkaç gün önceki yazısıdan şu laf geliyor. Mallofgillere ithafen şöyle diyor: “ Nba yıldızları Sacramento şehrini seksi bulmuyorlar diye Maloofgilleri suçlayacak değiliz.” Evet meseleye şöyle bakabiliriz öyleyse: Amerikan eğitim sisteminin ya da kültür ikliminin yetiştirdiği bu hazır-seçkinci-zevkçi bireyler yine kendisine-ülkesine ve her türlü organizasyoununa- zarar vermeye başlamıştır.
Çözülmesi zor bir durumla karşı karşıya şu anda Orlando. Howard bir yandan blöfünü yapıp gazetelere tvlere Orlando’nun bu sezon kendisini takas etmeyeceğini düşündüğünü söylüyor. Bu şekilde konuşmasından kuşkusuz bu sene takas etmezseniz seneye ben kesin yokum zaten, o yüzden beni mecbur takas edeceksiniz anlamını okuyoruz. Bu yüzden son zamanlarda çok yüklendiğimiz Otis Smith’e de hak vermemek elde değil. Eli kolu bağlı. “Howard’ın istediği kazanmak değil, istediği ‘big market’larda oynamak…” demesinden ve sıfattan çaresizliği ortada. Mahalle bakkalında çalışmaktan bıkmış ve Migros’da herkesin gözü önünde olabileceği bir yerde çalışmak isteyen bir adama kal gitme bu mahalle seni çok seviyor demek durumunda kalmak Otis Smith’in de istediği bir şey değil, zoruna gittiği belli. Halbuki Lewis’e 2007’de o yağlı kontratı verdiğinde çok farklıydı ruh hali bugünkünden. Bu durumda ne yapılabilirin hesaplarını yapmak kolay değil. Howard’lı kadroya göre mi yoksa Howard’sız kadroya göre mi takaslar gerçekleştirilmeli noktasında tıkanıp kalıyoruz. Cenk Yavuz ile beraber yıllardır okuduğum iki Magic yazarından Brian Schmitz babanın da ne dedikleri önemli gayet. Schmitz’e göre, patron DeVos’da, 15 yıl öncesinin tekrarlanma korkus varmış ve bir hiç karşılığında Dwight’ı yollamak istemiyormuş. Bu yüzden olasılıklar dâhilinde en mantıklı yol Lakers takası imiş. Çünkü karşılığında Andrew Bynum’dan daha iyi alınabilecek bir oyuncu görünmüyormuş. DeVos’un uykusuz geceler geçirdiğini anlayabiliyorum ama karşılığında adam alınacak diye de koyun pazarlığına aceleyle girilmemesi gerekir diye düşünüyorum. All- star arasından önce bu işi bitirmek istediklerini de yine Schmitz’den duyduklarımız. Kuşkusuz kimin haklı kimin haksız olduğunu tarih ortaya çıkaracaktır ama DeVos’a tavsiyem, bu işi Smith ve özellikle SVG gibi aklı başında sakin sağlıklı düşünebilen bir adama bırakması, ilaçlarını alıp rahat rahat uyumasıdır.
Gergin güler Orlandoyu beklemekte… Olası bir takas sonrası ‘ama hayat devam ediyor’ demesi kuvvetle muhtemel bir SVG rahatlığında olmamız gerektiğinin de altını çiziyorum…