Sayfalar

29 Kasım 2008 Cumartesi

Taraftar!

G.Saray - Metalist: Skibbe'nin Takımı

Maç öncesi ve içi onca acayiplikten sonra ilk 20 dakikasını seyredemediğimiz maçın geri kalan 70 dakikasında gördüklerimiz üzerine konuşalım. Basındaki eleştirilerin en büyüğü kuşkusuz Galatasaray'ın tek santraforla oynuyor olması üzerine. Metalist maçında gördük ki Galatasaray aslında tek santraforla oynamıyor, hücum oyuncusu olarak nitelenebilecek Arda, Kewell, Lincoln de birer santrafor. Yalnız Arda ve Kewell orta sahaya zaman zaman yardım eden cinsten! Takımın taktik dizilişine Skibbe 4-2-3-1 dese de tribünden gözüken 6-0-4 oynandığı. Çoğu zaman ileri çıkan defansla Ayhan ve yanında oynayan ilk devre Meira 2. devre Barış iç içe giriyor, sanki tek blokmuş gibi oynuyorlar. O yukarıdaki dört adam ise takım savunmada iken çizgi üzerinde, hücumda iken neredeyse hep ceza sahası üzerinde kümeleniyor. Lincoln'ün durarak oynaması çok büyük bir handikap, maç boyu aklımıza nice 10 numaralar geliyor maç boyu koşan, içimiz cız ediyor. Kewell'ın fizik gücü belli ki üst seviyede değil ama bu haliyle bile adeta harcanıyor bu takımda. Sabri'den neredeyse nefret ettik bu maçta! TV'den çok kızıyorduk, staddan çıldırdık! Kewell'ın savunma arkasına sarkan en az 7-8 koşusunu yedi. Bunların 3'ünde topu Sabri adamın önüne yuvarlasa en az birini gol yapacak ustalığa sahip Kewell. O kadar boş koşudan sonra adamın yorulması normal, şükür ki çok karakterli bir topçu da maça küsmüyor. Baros ise tek santrafor oynacak niteliklere haiz bir adam değil, dahaziyade 2. isim olmaya müsaitbir adam. Oyunda kaldığı sürede onun da 10-15 tane çapraz koşusu boşa gitti, çünkü onun boşalttığı alanlara kayması gereken Lincoln yürüyerek oynuyordu, Ayhan - Meira (Barış) ikilisi ise oralara gurbet kadar uzaktı. Arda'da ise gün geçtikçe artan bir düşüş söz konusu. Gerek saha içinde yapamadıkları, gerekse vücut dili bir sorun olduğunu anlatıyor. Demek ki rotasyon denilen kavram bir takım için bu kadar önemliymiş.
Galatasaray'ın bu sistem(sizlik)le başarılı olma ihtimali sıfıra yakın. Ayhan'ın ve partnerinin sadece defansif yönlü, hücum üretmeyen futbolu, orta ve top yapamayan kanat bekleri ile Skibbe efendinin bu takımı bir yerlere taşıma ihtimalini düşünemiyorum bile. Üstüne üstlük Skibbe'nin her hareketinin önceden biliniyor olması da ayrı bir yazı konusu ki o yazıyı dostum Franchi yazmış, aynen aktarıyorum, virgülüne dokunmuyorum:

----------

Çoğu yerde yazılıp çiziliyor Skibbe'nin oyun sistemi ve oyuna müdahele ediş şekli. İki Galatasaray maçı izleyen herkes kolaylıkla ezberleyebilir bir sonraki maçta olacakları. Bir dönem Zico'ya ve sonrasında Aragones'e aynı eleştiriler yapılmıştı. Şimdi Skibbe de kalıplaşmış ve pek başarılı olamayan oyun anlayışında ısrar etmeye başladı. Ezberlemek kolay olsun, şöyle kısa kısa maddleyelelim Skibbe'nin o eşsiz teknik direktörlük yeteneğinin bir göstergesi olan müdahelelerini : 1. Meira orta sahadaysa onu geri çek, yerine bir defansif orta saha al. Servet'in yanındaki stoperi oyundan almayı unutma tabii ki. 2. Meira zaten savunmadaysa Kewell çok iyi oynuyor olsa da Kewell-Aydın değişikliğini yap. Çünkü Kewell vasat bir oyuncu, ilerleyen bölümlerde maçı çevirebilecek kalitede bir adam değil(?!?!). 3. Baros sahadaysa yerine Ümit'i sok. Ümit sahadaysa yerine Nonda'yı sok. Sakın ha çift forvetle oynama, çünkü maç 0-0, ligde senden üst sırada olan bir takımdan bir puan almak başarıdır. 4. Baktın Aydın ve Ümit olmadı mı ? O zaman Hakan Balta'yı ileriye sür. Arda'nın yerine de Volkan Yaman'ı al. Çünkü Volkan Yaman Arda'dan çok daha etkili oyuncu. Maçı Yaser Yıldız veya Alparslan Erdem gibi hızlı ve çabuk oyuncularla değil sol bekteki ağır Volkan Yaman ile kurtarabiliriz. 5. Arada bir yerinden kalk ama 5 dakikadan fazla olmasın. Alkış tutup "Haydi !" diye bağır ve yerine otur. 6. Sakın ha 4-5-1'den taviz verme. Maçı çevirmen gerekse bile, geriye düşsen bile çift forveti unut. Öyle iki puan kaybedeceksin diye sistemini değiştirmeye kalkma sakın. Sen Alman Disiplinisin, öyle kolay pes etmezsin.

----------

Gerçekten Skibbe böyle bir adam. Arada bir yerinden kalkıp önce elleri cebinde dolaşıp sonra Alkış tutup yerine oturuyor. Devamlı aynı hareketi yapıyor, bıkmadan ve usanmadan. Oyuncu da rakip futbolcu ve hoca da taraftar da biliyor ne yapacağını. Maç berabere ise riske asla girmiyor, 1 puana bayılıyor. Riske girmekten anladığı ise kopya oyuncuları değiştirmek zaten. Skibbe bir garip adam, takım bir garip takım.

Maçın son düdüğüne kadar taraftardan tek bir olumsuz söz çıkmadı takıma, hep destek oldu Sami Yen. Ama takım mağlupken bile bir kaç adam dışında çabalayan kimsenin olmaması taraftarı gerçekten çok kızdırdı. Son düdükle beraber hep bir ağızadan çıkan sözler şunlar oldu "Sabrımız taşıyor, adam gibi oynayın!". Hak vermemek imkansız. Bazı maçlar aslan kesilen adamları bir çok maçta sahada göremeyince şaşırıyor insan, ne oldu ki size diye sormadan edemiyor. Kale arkası açıklara 30 YTL verip girenleri bir kenara koyalım, stadın yarısından çoğu 150-250 YTL arasıpara verip gelmiş maça, ortada ciddi bir fedakarlık var maddi olarak. ama bunun karşılığında ne sahadaki futbol ne de sonuçlar doyurucu. Çırağanda 45 YTL'ye acı Türk Kahvesi içmeye benziyor bu, Sami Yen'de ne Çırağan ya! Stad yaşlanmış, buram buram "yeter artık!" kokuyor her santimi. Niteliksiz bir mekanda, nitelikleri nerede olduğu bilinmeyen bir takıma bu kadar para verip de sonrasında insanın ağzında o acı tadın kalması ister istemez sinir yapıyor, soğutuyor.

Takıma verilen tepkiden sonra Metalist'li oyuncuları hep birlikte alkışladık. Dirençli oyun disiplininden kopmayan ve hızlı bir takım Metalist. Hocaları da ezberi zor olmayan Alman dehasını iyi ezberlemiş, her hareketine cevap vererek 1 puan için geldiği Sami Yen'den deve yüküyle ayrıldı.

Bir son cümle de kendimize, taraftara. Bizim de Skibbe'den bir farkımız yok, 3-4 tane tezahüratı ezberlemişiz evirip çevirip aynı şeyleri söyledik bütün gece. Biraz yenilenme ve yaratıcılık şart. Haydi tribün liderleri boş durmayın, hem oyuncuyu hem taraftarı ateşleyecek bir şeyler gerek Sami Yen'de!

G.Saray - Metalist: Asayiş Berkemal!

Tribün'de yerimizi aldıktan sonra bir türlü kendimize gelemedik doğrusu. Dışarıda yaşananlar hem polisin hem de Galatasaray yönetiminin bir suçuydu. Ömrü dolmuş bir stadda taraftarın işi kolaylaştırılacağı yerde, 2-3 kat daha zorlaştırmak ancak bize özgüdür herhalde. Tribünün en az yarısı bizler gibiydi, mahsun, şaşkın ve tepkili. İlk devre kimse adapte olamadı maça. Takıma baktık, sanki sırada bizim yaşadıklarımızı yaşayanlar onlarmış gibi oynuyorlardı, ne yapacaklarını bilmeden, isteksiz ve keyifsiz. Onları ayrıca anlatacağım zaten.

İlk devre deyim yerindeyse intikam ateşi ile yanıp tutuştum ve oyun her durduğunda hatta oynanırken bile staddaki polisleri takip ettim. Hıncal haklı mıydı gerçekten? Asayişi sağlaması, merdivenleri boşaltması gereken, sahaya taraftarların girmesini engellemekle yükümlü polis memurlarını takip ettim. Üzerindeki üniformayı hak etmeyen, insanlık dışı davranışları alışkanlık haline getirdiği beli olan birini dışarıda görmüştük. Peki görev yapmaya gelenler ne yapıyordu acaba?

a) Görevlerini yapıyorlardı
b) Maçı seyrediyorlardı
c) Çekirdek çıtlıyorlardı
d) Sohbet ediyorlardı
e) a hariç Hepsi

Sanırım kolayca buldunuz cevabı. Staddaki polislerinin büyük çoğunluğu kendilerine bir köşede sakin bir yer bulmuş maçı seyrederken, bir kısmı da maçı çekirdek çitleyerek seyretmekteydi. Merdivenler dolu, bir kısım asayiş sağlayıcı maç keyfinde!

Staddan çıkana kadar izledim ayrı ayrı bir çoğunu. Bir kaç görevine sadık memur dışında gerisi maçı izlemeye gelmiş belli. Türkiye'ye spor polisi şart, evet Hıncal Uluç haklı. Polis şu anda taraftarı holigan ve suçlu namzeti olarak görüyor adeta, her taraftar potansiyel tehilike!

Video'da çekirdek çıtlayanlarını ve maç seyredenlerini kale arkası, yeni açık önü ve yeni açık merdivenlerinde görebilirsiniz. Fotolarda ise açık olması gereken merdivenler ve maç izleyen polisler görülmekte.



Devam Edecek...

G.Saray - Metalist: Sami Yen'e Giriş ve Zulüm

Çok büyük umutlar ve çok büyük heyecanla gittiğim bir maçtı Metalist maçı. Jardelli, Serkanlı kadronun Sturm Graz'la 2-2 berabere kalıp gruptan çıktığı maça gitmiştim en son. Öylesi büyük bir heyecan ve hayal kırıklığı kırması bir duygu yaşamıştım ki o gün, uzunca bir süre maça gitmemeye karar vermiştim, zaten stadda izlediğim hiç bir maçı kazanamamıştı daha Galatasaray. Sonra Terim, Hagi, Gerets, Kalli, Güler geçti kulübeden, başkan değişti, ben okulu bitirdim, 2 iş değiştirdim, evlendim ve bugün. Sunum yapacağım kongreyle çakışınca maç tarihi tamam dedim, bu sefer gidiyorum maça. Dile kolay 6 seneyi geçmiş Sami Yen'e son ayak bastığımdan beri, bir nevi açlık, o atmosfere özlem, yeniden alevlenen tribün ateşini her yutkunduğunda hissetmek. Sami Yen bir mabet Galatasaraylı için, bir nevi kutsal bir görev orada olabilmek, ben de kutsanacaktım yeniden.
Biletix'ten ayırttığım biletleri aldım, gerçek taraftarın yapması gerektiği üzere GS Store'dan formamı alıp lisanstan arkadaşım Sayko ve kardeşiyle buluştum. 6 gibi kapıların önüne geldik zaten kapılar da yeni açılıyordu. Bilete göre yeni açık üste 9-14 arası kapılardan giriş yapacaktık. Ancak zulüm işte o an başladı. Önüne gelip sıraya geçtiğimiz kapılardan saygıdeğer polislerimiz tarafından geri çevrildik. Sebep olarak üst tribün girişlerinin sadece direk caddeye açılan kapıdan yapılacağını söylediler. Saçma sapan ve anlaşılmaz bir uygulama. Binlerce kişiyi bir anda tek kapı ve sıraya mahkum etmek nasıl bir zihniyet olabilirdi ki! Sonradan konuyu çözdük. Görevlendirilen polis sayısı oldukça azdı ve tüm kapılara müdahale edemeyeceklerini anlayınca yeni açık üst taraftarından bari kurtulalım diyip 5 kapıyı kendi kafalarınca 1 kapıya düşürmüşlerdi. Hangi taraftan bakarsak bakalım mantık bulmak imkansız. Neyse, Maç öncesi coşku ve heyecan dolu adamların içi boşaldı sanki bir anda kafalar soru işareti doldu. Sıraya girdik, yavaş yavaş ilerlemeye başladık. Ama bir 20-25 dakika sonra kapı önünde bir öbekleşme olduğunu, dışardan gelenlerin tabiri caizse sıraya okkalı bir kaynak yaptığını farkettik. Sıra bir anda galeyana geldi, en ufak kıvılcımda başlayacak bir kavganın kokuları geldi burnumuza. En ilginci ise sıraya kaynayan adamlar yüzünden kapının önünde olduğu içeri giremeyen taraftarın ses çıkarmamasıydı. Adamlar göz göre göre yedirdiler hem kendi haklarını hem de bizim hakkımızı. Bağırışlar, çağırışlar, tepkiler, bir süre sonra küfürler, kavgaya ramak kaldığı anlar. Tepkilerimiz ve kapıya yaklaşmamız üzerine kaynakçı ve cibiliyet fakiri elemanları sokmamaya başladık içeri. Ancak bu hengamede saat 19:55'e geldi, maçın başlamasına 5 dakika kalmıştı. O sırada 2 saattir nerede olduğunu bilmediğimiz güvenliği sağlamakla görevli polisler gelip sırada bir karmaşa çıkardılar ve kaynakçı grubun bir kısmının içeri girmesine sebep oldular. Sıradan tepkiler büyüdü, dostum Sayko da yüksek sesle tepki verenler arasındaydı, sadece ve sadece "Neredesiniz bu saate kadar, neden görevinizi yapmıyorsunuz?" dedi. Ancak üzerindeki üniforma ve belindeki silaha sahip olmanın krallık, kendisinin de Ali kıran baş kesen olduğunu sanan, amir olduğunu tahmin ettiğimiz, polis memuru kılıklı adam bir anda Sayko'nun üzerine geldi yanındaki 5 elemanıyla, uzun saçlı Sayko'nun saçlarına asıldı ve kendine doğru çekmeye başladı. Yanındakilerin coplarına sarıldığını gördük. Şu işler 2-3 saniye içinde gelişti. Polis'in kendine doğru çektiği Sayko'ya başta ben ve kardeşi olmak üzere bir anda etraftaki tüm taraftarlar sarılıp geriye çekti ve bir kısım taraftar da polislerle bizim aramıza girip polisleri dışarı caddeye doğru itti. o an taraftarda gördüğüm birlik duygusu beni çok duygulandırdı, bir yanda sıraya kanak yapmaya çalışan karaktersizler, öte yanda polise hiç tanımadığı ama beraber tezahürat ettiği adamı bırakmayan, "buradan adam alamazsınız, taraftar taraftarı teslim etmez" diye yırtınan adamlar. Galatasaraylı olduğuma bir kez daha şükrettim o an. Bir anda ürken saygıdeğer polis memuru bu sefer gücünü hissettirmek için ekibiyle birlikte kapı önüne geçip, "Tek sıra olmazsanız içeri almayacaz! İnsan gibi sıraya geçin!" demesi kafalarımızda "acaba az önceki insanlık dışı ve terbiyesizlik seviyesinden daha aşağıdaki hareketi yapan adam kimdi?" sorusunu canlandırdı. Yaklaşık 5 dakika kimseyi almadılar içeri, sonra birden kayboldular meydandan, güç gösterilerini tamamadıklarına göre zaten gidebilirlerdi artık değil mi?

Turnikelerden geçtik, içerideki polis arkadaşlar yaptıkları ciddi üst aramasında ne üzerimdeki bozuk paraları ne de bakalım ne yapacaklar bunu görünce diye özellikle getirdiğim miyadı dolmuş İsviçre çakısını bulabildiler. Yeni açık üstteki yerimizi aldığımızda saat 20:20, maç ise başlamış idi ve yazının başında bahsettiğim heyecan, umut ve coşkudan eser kalmamışken, şaşkınlık ve intikam duygusu ile dolmuştum. Hıncal Uluç'a ilk defa hak vermiştim.

Devam Edecek...

25 Kasım 2008 Salı

Bounce Back

Bu maçı da izleyemedim sabah 5'te kalkmak zorunda olduğum için. Ama hem sonuç hem de istatistikler tamam bir geriş dönüş olduğunu gösteriyor hem Magic hem Howard hem de Hidayet için. Hidayet'in aklının önceki maçlarda ve hastalığında kalmadan her maça ayrı ayrı konsantre olduğunu görmek de çok güzel. Nelson'ın ilk kez bir oyun kurucu gibi oynadığı maçta sakatlandığını öğrendik maç yazılarından, demek ki herkes o kadar hayret etti ki nazara geldi. Fazla yorum yapamayacağız tabii izleyemediğimiz için ama hemen galibiyetlere geri dönmek, evde galibiyet alışkanlığı kazanmaya çalışmak iyidir. Magic şu an 10-4 ile Boston ve Cleveland'ın ardından konferans 3.sü. Arzumuz 2. olarak bitmesi sezonun. Bu arada Houston maçında Bogans'ın parmağı kırıldığı için şu ana kadar 6. adam rolünü üstlenen oyuncumuzdan yaklaşık 1 ay faydalanamayacağız. Bu iş de Redick'e yarayacak muhtemelen.

Yazık oldu Süleyman Efendi'ye

Şu yazının sonunda demişim kabak Eddie Jordan'ın başına patlayacak diye. Dün itibariyle patladı kabak. SankiArenas, Daniels ve Haywood'un sakatlanması onun suçuymuş gibi kovuldu Eddie Jordan. Arenas bu takımın tartışmasız yıldızı, Daniels 6. adamı, Haywood tek doğru düzgün 5 numarası. Sen üzerine takas da yapıp verme adamın eline ondan sonra vay efendim 1-10'la başlanır mı sezona. Gerçekten çok üzüldüm Jordan'ın kovulmasına. 6 senedir bu takımı çalıştırıyordu, 2007 senesi All-Star'ında Doğu'nun koçuydu, bu sene işsiz. Bu kdar çabuk olmamalıydı, ziyan etiler adama, başka bir yerde kıymetini bilen çıkacaktır. Yerine oyuncu gelişimi antrenörü olarak görev yapan Ed Tapscott terfi ettirildi, ne verir takıma tam bir muallak. Arenas ve Haywood lmadıkça ya da takas yapılmadıkça ancak bir arpa boyudur gidecekleri yol!

24 Kasım 2008 Pazartesi

Nostaljik Automatik

Abaragandi'de görünce paylaşmak istedim Gerçekten son derece eğlenceli hatta komik bir klip yapmışlar. Bedük de hakikaten eğlenceli bir adam.

Şu Takımı Bir de Yerinde Görelim!

Çok önemli ve beni etkileyen konu spor müsabakalarını izlemeye gidemeyişim. Hastalık derecesinde Galatasaray taraftarı olan ben, ömür boyu toplam 4 tane Galatasaray maçını tribünden izleyebildim! Ya gittim bilet bulamadım, ya fırsat olmadı gidemedim. Mesela Galatasaray'ın Sakarya'ya geldiği son dönemdeki 2 sezonda da önceden planlanmış şehirdışı aktivitelerindeydim. Ama bu sefer nasıl olduysa işler yolunda gitti ve sunum yapacağım Aydınlatma Kongresi ile Kharkiv maçı aynı zamana geldi. Perşembe akşamı kongre çıkışı Sami Yen'deyim. Yeni Açık Üst'ten kapalıya doğru devrilip hocasına güvenmediğim, renklerine kurban olduğum takımımı izleyeceğim. Bakalım Skibbe 90 dakikayı kenarda nasıl geçiriyor, televizyonda her hareketini göremediğimiz topçular neler yapıyor. Sıra Yerinde görmekte. Maça gidecek ve Yeni Açık Üst'te olacak arkadaş varsa 17:00'de Sami Yen'deyim.

Podolski'yi Harcamak

Klinsmann'ın yaptığının adı bu aslında. Milli takımda 60 maçta 31 gole imza koymuş, takımı Avrupa Şampiyonası'nda finallere taşımış, daha 23 yaşında ve 2-3 mevkide birden oynayabilen bir adamı bu kadar kolay nasıl harcayabiliyor Klinsmann anlamış değilim. Klose eski Klose değil, Toni istikrarsız ve Podolski kulübede toz tutuyor! Sonunda dayanamadı altın çocuk "Ocak'ta ayrılmak istiyorum" dedi. Sonuna kadar da haklı. Manchester City herkese olduğu gibi ona da talip olacaktır. Tottenham zaten Berbatov gittikten sonra bir yoklamıştı Bayern'i onun için, şimdi yarışa dahil olacaklardır. Real Madrid'in ihtiyaç duyduğu top saklayan ve iyi dağıtabilen forvet tipine de uygun, keşke oraya gitse derim. Fiyatı için minimum 15 milyon Euro deniliyor ama karşılıklı kapışmalarla 20'yi geçer gibi geliyor. Bundesliga bir yıldızını daha kaybetmek üzere, hem de kendi bayrağından.

Skibbe'nin Mumu

Tardini Büfe'de parma maniac'ın Skibbe üzerine yazdığı bir yazı vardı. Sadece o yazıyı okuduktan sonra az biraz "acaba haksızlık mı ediyoruz bu adama biz ya" diye düşünmüştüm. Ama şu son maçta da görüldü ki ortada haksızlık falan yok, aksine az bile söylüyoruz. Adam tam anlamıyla ömür törpüsü. Takım maç sonu oynayamıyor, hemen çaptan düşüyorlar, sahada yürüyecek hali kalmıyor bazı adamların. Aceto "Bu yeni transferler ilk geldiklerinde daha formdaydılar" demiş, çok doğru söylemiş. Baros geldi fişek gibiydi, Kewell zıpkındı, Meira gayet iyi oynuyordu. E ne oluyor bu adamlara gün geçtikçe? Takım git gide sakatlar ve hastalar ordusu haline dönüşmeye başladı. En geniş kadro denilen kadro her geçen gün daralıyor. Skibbe aynı adamlara takmış vaziyette, sezon başında şans verdiği bazı isimleri ise sanki unutmuş gibi. Tamam istediği adamların hepsi alınamadı ama hangi hocanın her istediği alınabiliyor ki dünyada! Klasik laftır ama Galatasaray Skibbe'ye 2 gömlek büyük geldi. Bundesliga'da en büyük başarısı 5.lik, bıraktığı takım o gittikten sonra kafaya oynuyor. Senelerce hep Völler ile çalışmış, şimdi başındaki adam Adnan Sezgin. Demek ki Skibbe hala yetişmekte, Sezgin de Völler değil!

Bu takım 1,5 yabancıyla Cevat Hoca'nın elinde pırlanta gibi parladı, şimdi nasıl oluyor da +4 yıldızla aynı takım örümcek bağlıyor, anlamak mümkün değil. Yok efendim Galatasaray kültürüymüş de en kötü devre arasında kovulurmuş hoca! Bırakın Allah aşkına bu işleri de biraz yöneticilik yapın. Bu takıma ya ekibi ve camiayı tanıyan bir hoca getireceksiniz ya da adı bile futbolcuları hizaya sokacak bir yabancı. Hedefsiz ve kimden aldığına, kaç puan kaybettiğine bakmadan, aldığı her puanı nimetten sayan bi adamın koca Galatasaray'ın başında işi ne! Üfleyin şu muma, karanlıkta ayıp gözükmez!

23 Kasım 2008 Pazar

Dışarda Kurt Evde Kuzu

2 maçı da takımımı Koç Üniversitesi deplasmanına götürdüğüm için izleyemedim. İzlemediğim maçlar hakkında yorumu pek sevmem. Söylenecek 2 şey var. Birincisi geçen sezonu deplasmanda galibiyet yüzdesi %50'nin üzerinde tek takım olarak bitiren Magic yine atynı yolda ilerliyor. İçerde 4-3 deplasmanda 5-1 Magic. Dışardaki galibiyetlerin kıymet kazanabilmesi için içeride mutlaka rakipleri domine etmek gerekir. İkinci konu ise Hidayet kötü veya yokken Magic'in de çok kötü olması. Adeta bir yama görevi gördüğünü söylemiştik Hidayet'in. Kötü oynadığı Pacers maçını Lewis'in son gayretleri ve Howard'ın içeriyi karartmasıyla uzatmada kazanabilirken, Houston'a yenilmeleri bunun kanıtı. Hidayet grip olduğu için oynayamamış maçta. Bu da uzun deplasman seyahatlerinin sonucu. Acil şifalar hem Hidayet'e hem Magic'e.

Sakatlık, Rüzgar ve Saha Şartlarına Alışkın Bir Rakip, Sonuç: 32-14

Uzun uğraşlar sonucu Cuma günü yeni ekipmanlarımıza kavuştuk. Seneler sonra full ekipmanlı 36 oyuncu ile sahaya çıktığımız Üniversiteler Ligi ilk maçında deplasmanda Koç Üniversitesi'ne 32-14 mağlup olduk. Maçın başını ve bütün 2. devresini iyi oynadığımız karşılaşmada ilk çeyreğin sonu ve 2. çeyrekte bir anda tabiri caizse kroki boksör vaziyetindeydik. Tabi bundaki en büyük iki etken, oyun kurucumuzun ilk touch-down'umuzdan sonra sakatlanıp çıkması ve zaman zaman 40 km hızla esen rüzgar oldu. Oyun kurucu yani QB korumalı futbolda en önemli mevkilerden biri. Bizim oyun kurucumuz Ali 3. sezonunda ve bu sezona kendini çok geliştirmiş olarak girdi. Maçın hemen başındaki sakatlığı nedeniyle bu sene takıma yeni katılan yedek oyun kurucumuz Kıvanç oynadı maçın geri kalanında. Kendisinden beklediğimiz performansın çok üzerine çıkmasına rağmen tecrübe her sporda olduğu gibi bu sporda da önemli bir faktör. Kıvanç'ın kumaşı ve cesareti üst seviyede oynadıkça ligin önemli isimlerinden biri olacağını gördük dün. Ali tek sakatlanan ismimiz değildi, en önemli savunmacılarımızdan Kerem ve maçın 2. devresi sakatlığına karşın oyuna girerek takıma ruh ve heyecan getiren line adamımız Samet'i de sakatlığa kurban verdik. Samet sanırım sezonu kapadı, Ali ve Kerem'in sakatlıkları ise çok korkutucu değil.

Dünkü mağlubiyette bir diğer önemli etken ise tam analmıyla fırtına şeklinde esen rüzgar oldu. Ali'nin sakatlanması sonrası oyun planımızı oturtmaya çalışırken ilk çeyreği rüzgar avantajını kullanamadan bitirdik. Bu sahada oynamaya alışık ve her daim esen rüzgarı kullanmayı bilen rakibimiz ilk çeyrekte bir touch down yakaldıktan sonra, rüzgarı da arkasına lıp 2. çeyrekte dalga dalga üstümüze gelerek üst üste 3 touch down yapınca bir anda 26-6 geriye düştük. Ekstraları iyi savunmasak fark daha da açılacaktı kuşkusuz. 2. yarıda ilk devredeki açıklarımızı kapatıp, savunmada daha akılcı oynayınca 2. yarıyı 8-6 kazandık ancak toplamda skor 32-14 aleyhimize olunca ilk mağlubiyetimizi almış olarak döndük Sakarya'ya.

İlk yarıda çok akılcı ve iyi oynayan bir Koç Üniversitesi ikinci yarıda ise oyunu dengelemiş ve rakibini oynatmayan bir Sakarya Üniversitesi vardı sahada. Bundan önceki senelere nazaran, maç öncesi diyaloğumuza da bağlı olarak, Koç Rams'le aramızdaki gerginliği azalttık. Biz onlara buradan Murat Baklava'nın harika baklavalarından götürdük, onlar da oldukça misafirperver davrandılar bize. Rams koçu Deniz'le ilerleyen tarihlerde dostluk-hazırlık maçı yapmak için sözleştik. Federasyonun ligi aniden başlatması dolayısıyla hiç hazırlık maçı yapamamanın bir anlamda sonuçlarını yaşadığımız ilk maçımızı kafamızda öğretici bir hazırlık maçı olarak adlettik. Şimdi sırada 14 Aralık'ta Ege Üniversitesi ile evimizde yapacağımız maç var. Mutlak kazanılması gereken bir maç. Ege kendi sahasında bugün Anadolu Üniversitesi'ne 28-34 kaybetmiş. Ege maçını alırsak Anadolu Üni. Maçı bizim için gruptan çıkma maçı olacak. Tatankalar durmadan yola devam edecek.