Bu blogda bir çok seferler blogların önemine, değerine ilişkin kelamlar ettik, kimileriyle sürtüştük hatta tartıştık. Hep dediğimiz şuydu "Yazık etmeyin bloglara, kullanılıp dolap kenarında unutulmuş, naçar bırakılmış bir kıyafet muamelesi yapmayın. Çünkü bloglar sizlersiniz, bizleriz. 140 karaktere sıkıştırmayın kendinizi, kısıtlamayın." Ancak anlayan oldu, anlamayan oldu, yine de sırtını dönüp bırakıp gidenler, blogların kaymağını yediği halde vefasızlık yapanlar oldu. Ben bırakmadım blogumu ama çok üzüldüm, çok hevesim kırıldı.
Bu karışık düşünceler içindeyken dün Sevgili Sabri Ugan'ın Radyospor'da yaptığı programının sonlarına denk geldim otomobilimde. Ve gerçekten son derece duygulandım, mutlu oldum, sevindim. Meğer Sabri Ugan her programında bloglardan alıntılar yapıp tanıtıyormuş her gün 3 blogu. İnanılmaz bir paylaşım, harika bir dayanışma örneği. Bloglar üzerinden medyaya geçiş yapan ya da blogu sayesinde seviye atlayan medya sakinleri blogların üzerine bitmiş bir sigaranın izmaritiymiş gibi basarken, Sabri Ugan onları yeniden değerli hale getirmek için çok içten ve takdir edilesi bir gayret içine giriyor. İşte bu karakterli hareket, aslında her şeyin maddiyat üzerine kurulu olmadığını ve hiç bir karşılık beklemeden paylaşma güdüsünün hala var olduğunu ispat eden bu hareket, ancak Sabri Ugan gibi bir beyefendiden, adam gibi adamdan gelirdi.
Teşekkürler Sevgili Sabri Ugan, tüm bloggerlar adına, bir hemşehrinden hürmetlerle...
Hayat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hayat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
27 Eylül 2012 Perşembe
Sabri Ugan
Salata'da Neler Var?
Blog,
Hayat
1 kişi de çatalı bandırmış yorumunu yapmış
23 Ağustos 2012 Perşembe
Bloglar Üzerine Sivri Dilli Karalamalar...
Uzun zamandır çok şey söyleyeceğim var
aslında bu konuyla ilgili ama hep sustum, hep sustum. Aslında dışarıdan
bakıldığında tıpkı kulüplerin oyuncu kadrolarında yaptığı gençleşme
operasyonları gibi gözüküyor hızla devam eden bu hareket ancak bana hiç hoş
gelmiyor. Defalarca kez üzerinde konuştuk ve hiçbir noktada niyetimizin asla onlarınki
gibi olmadığını söyledik. Özhan da ben de keyif için yazdık, rahatlamak için
yazdık, sevdalısı olduğumuz ekipler ve sporlarla ilgili fikrimizi paylaşmak
için yazdık. Blogları hep bir rahatlama aracı, sohbet ortamı, dost meclisi
olarak gördük. Özel hayatımıza girdik, hayatımızı paylaştık buralarda. Ama maalesef bloglar adına iş son derece
farklılaştı, farklı yerlere geldi.
Bloglar arası önceleri bir dayanışma
vardı Türkiye’de. Bülent Timurlenk’in Aceto Balsamico’su ile başı çektiği blog
çılgınlığında pıtırak gibi bloglar açıldı çok kısa sürede. Bunlardan biri de
benimkiydi, 2008’de kurduğum Çoban Salata. Bu ardı ardına kurulan bloglar
özellikle Bülent Timurlenk üzerinden adlarını duyurmaya çalıştılar. Ondan
bloglarımıza link vermesi için taleplerde bulunduk hepimiz, sağolsun kırmadı
ekledi adreslerimizi. Bununla bitmedi tabii ki, okuduğumuz ve beğendiğimiz
bloglarla link değişimi yaptık, destek olduk birbirimize. Kolkola ilerledik,
okunduk, okundukça yazdık, yazdıkça takipçilerimiz oluştu, arttı ve “blog
camiası” diye yeni bir camia oluştu. Okunmak, yazdıklarının yorumlanması,
tartışmaların çıkması, onları bastırmak, yazdıklarının alıntılanması, hatta
bazen ulusal basın tarafından çalınması, kıçından uydurduğun mevzuların haber
yapılması, zaman zaman kimsenin bilmediği konularda tüyolar alman ve daha ülke
gündemine düşmeden bazı transferleri duyurmak hep keyif verici olaylardı.
Hayatın çalkalanıp da yazamadığında seni merak eden okurlarının olması, sana
mail atmaları çok farklı bir duyguydu hepsine ilave olarak.
Sonra Timurlenk önderliğinde Blog İdman
Yurdu açılımı başladı. Timurlenk’in kardeşi Barış’ın Tribün Dergi üzerinden
organize ettiği bir oluşumdu bu. İlk etapta biz de katılmak istedik “ne kadar
güzel tüm blogları bir çatı altında toplayacak bir yapı” dedik. Ancak ilk
bakışta ne kadar naif ve saf gözlerle baktığımızı ilerleyen dönemde
anlayabildik. BİY daha ziyade maddi odaklı bir topluluktu ve reklamlar
üzerinden para kazanıp, denilene göre bu parayı BİY’in üyelerine dağıtacak bir
yapıydı. Bunu öğrendiğimizde ve zaten BİY tarafından da oluşturmaya
çalıştıkları yapıya muhalif adamlar olduğumuz için dışarıda bırakılmaya
çalıştığımızı anladığımızda çizgimizi koruyarak, anti-materyalist blog
yazarlığımıza devam ettik. Bu süreçte BİY ile büyük tartışmalar da yaşadık,
bunları da blogumuzda paylaştık.
Düşüncemiz hep aynıydı; BİY türü
oluşumlar blogların amatör ruhlarını kaybetmesine neden olacak, birilerinin
cebi dolacak ve blog yazarları bloglarını birer atlama sehpası yapıp
televizyona, radyoya, yazılı basına bir şekilde kapak atmaya çalışacaklar. İşte
biz bu tip bir profesyonelleşmeye ve blogları bir aletmiş gibi kullanıp daha
sonra fırlatıp atacakları belli olan adamların blogları değersizleştirmesine
karşıydık. Biliyorduk ki bu adamlar bir yerlere geldiklerinde bloglarında
yazmayı bırakacak ve tamamen yeni işlerine odaklanacaklardı. Ne oldu? Aynen bu
düşündüklerimiz gerçekleşti. Önce BİY mensupları birkaç baba BİY üyesi blog
dışındaki tüm bloglara olan linklerini kaldırdılar. Sonra bir saadet zinciri
kurma çabaları alevlendi.
İsim vermekten de kaçınmayacağım bu
sefer. İsterlerse beni açık açık eleştirebilirler, Facebook’ta arkadaşlıktan
silebilirler. Bende yeri her ne kadar ayrı da olsa Alper Öcal da maalesef bu
tayfaya katıldı. Bence olduğu yere layıktır, şu anda yaptığı işi de gayet güzel
becermektedir ama hareketleri blogları değersizleştirmiştir Öcal’ın. Aldığı
.com uzantılı siteyi tamamen bırakmış, blogunu ise tarihin tozlu sayfalarına
gömmüştür.
İkinci ve blog yazmaya ta en başından bu
amaçla başladığını hep hissettiğimiz isim ise Uğur Karakullukçu. En başından
beri tüm hareketleri ile “benim amacım bir şekilde medyaya geçiş yapmak”
mesajını veren Karakullukçu bugün Digiturk’ten TRT’ye birçok ekranda ve radyoda
“aranan” isim oldu. O da bu muhteşem başarısı üzerine blogunu bir kenara attı.
Bu ortamlara girmesini sağlayan blog bir anda değersiz hale geldi, yazık oldu.
Flying Dutchman (Fırat Topal), Borges
(Oran Uluca) ve bu işlerin başı Bülent Timurlenk ise yazmaktan vazgeçmediler.
Blogları onlara çok şey katmıştı kuşkusuz, onlar vefasızlık yapmadılar. Çünkü
onlar asıl vefasızlıklarını hem okuyucuları hem de destekçileri olan diğer blog
yazarlarına çoktan yapmışlardı zaten. İşleri açılmış, hatta yeni işleri olmuş
ve daha mutlu adamlardı onlar. Ama Karakullukçu benzeri olanlar ise istedikleri
limana vardıktan sonra gemilerini yakan adamlar olmuşlardı. Yerel basın
kuruluşlarında da blogları sayesinde tanınıp iş edinen birçok blogger mevcut
bugün Türkiye’de.
Birilerinin bloglar sayesinde ekmek
yemesi kötü bir şey mi? Milletin parası çenesi züğürdün çenesini yorarmış! Kapa
çeneni otur aşağıya! da diyebilirsiniz bana ama bloglar üzerinden profesyonelleşme,
seni o günlere getiren bloglarda artık yazmamak, yazsan bile diğer bloglarla
artık link paylaşımı yapmamak, insanları yazdıkları okunsun diye mangırlı
mecralara çekmek doğru bir yaklaşım değil.
Blogların işte bu yüzden eski havası
kalmadı diyorum ben. Öcal’ın belki de istemeden yaptığı hareketiyle,
Karakullukçu’nun zafer sarhoşluğuyla, Timurlenk, Topal ve Uluca gibilerinin
diğerlerinin çoğunu defterden silmesiyle artık bloglar eskisi gibi değil.
Twitter ve Facebook’un da katkılarıyla spor blogları el birliği ile can çekişir
hale getirilmiştir.
Çoban Salata 5 senede hiçbir maddi
çıkarlı ağa üye olmadan, reklam yapmadan 370 bin sayfa görüntülenmesine ulaşmış.
Oysaki bu blogun kurucusu bendeniz özellikle NBA başta olmak üzere EPL, kürek,
Amerikan Futbolu ve Galatasaray’ın tüm branşlarıyla ilgili her konuda
ekranlarda konuşan birçok isimden daha fazla bilgi ve birikime sahibim. Sevgili
Özhan da benzeri şekilde Türk Futbolu üzerine “benim” diyen herkesle tartışacak
nitelikte bir adamdır. Bizler gerek yerel gerekse ulusal basında birçok
tanıdığımız olmasına karşın bu zamana kadar ısrarlarını kıramadığımız için
birkaç programa konuk olarak katılmak dışında, para kazanmak amaçlı hiçbir
çabaya girişmedik. Aksine hep bu işi keyif için yaptığımızı söyledik, öyle
devam ettik, diğer bloglarla link paylaştık, yeni arkadaşları destekledik
vesaire vesaire. Ancak bugün geldiğimiz durum bizler ve bizim gibiler için acı.
Artık bloglarımız değersiz, çerez mahiyetinde kalmış, abur cubur niyetine
tüketilen yazılardan oluşan, küflü yüklük dolaplar gibi.
Bir sevdaya, bir döneme, birçok emeğe
yazık edidi, ediliyor.
20 Ağustos 2012 Pazartesi
Schwarzenegger Dönüyor!
Hafta sonu Last Action Hero'ya denk geldik televizyonda. Eşimle büyük keyif alarak izledik. Film 19 yıllık ama Arnie her daim kendini izlettiren bir adam. Ne kadar özledim elemanı keşke bir film daha çekse de mizah, aksiyon ve heyecan dolu yaşlı kurdu izlesek dedim, bugün dileğimin gerçek olduğunu öğrendim. Arnie yeni filmiyle 2013'de beyaz perdede olacakmış. Kutlu olsun :)
Salata'da Neler Var?
Hayat,
Sinema
0
kişi de çatalı bandırmış yorumunu yapmış
5 Nisan 2012 Perşembe
Neden Yazmıyorum?
Türk Futbolu ile ilgili zaten son zamanlarda bir şey yazdığım yok keyifsizlik ve huzursuzluğumdan bilen biliyor. Magic konusunda ise bu Dwight Howard yüzünden tadım iyice kaçtı. Camiayla adeta dalga geçiyor Howard. Son dönemde Van Gundy'nin gönderilmesi gerçekleşmezse takımda kalmama getirdi adeta konuyu ve mide bulandırdı. En güzeli sezon sonu bir kontrat uzatma imzalayıp göndermek, karşılığı olmasa bile razıyım artık, yazık etti koca camiaya. Öte yandan son dönemde Korumalı Futbol'da Sakarya'da çok önemli işler yaptık, 2.Lig'de şampiyonluğu garantileyip 1.lige yükseldik ve Üniversiteler Ligi'nde Türkiye'de ilk dörtteyiz, Boğaziçi ile yarı finalde oynayacağız. Kürek Hakemliği için Adanadaydım belli bir süre ve fazlasıyla yoğun olan işler, işler, işler...
İlk fırsatta Korumalı Futbol, sonra Magic ile ilgili derin yazılar var kafamda ama şimdilik yine ve yeniden girdaptan çıkmaya çalışıyorum.
Herkese selam, sevgi, saygı...
İlk fırsatta Korumalı Futbol, sonra Magic ile ilgili derin yazılar var kafamda ama şimdilik yine ve yeniden girdaptan çıkmaya çalışıyorum.
Herkese selam, sevgi, saygı...
Salata'da Neler Var?
Blog,
Hayat,
Korumalı Futbol,
Orlando Magic
0
kişi de çatalı bandırmış yorumunu yapmış
21 Ekim 2011 Cuma
Ağırlıkları Çıkardık, Özür Dileriz...
Şubat ayı civarında askerden geldikten sonra hayata adapte olabilme sürecindeki basamaklardan biri de tekrar yazmaya dönme çalışmalarıydı. Ancak hem evlilik telaşına girmem hem iş yoğunluğu hem de Türk sporunun futbol odaklı olmak üzere içinde bulunduğu durum bir türlü tam anlamıyla yazmaya geri döndüremedi beni. Öyle bir heves kırılması yaşadım ki anlatamam. Son dönemlerde tam yeniden heveslenir gibi olup paylaşımları arttırmışken ozhano'nun ortaya çıkan twitter hastalığı da hevesimi yeniden kırdı açıkçası. Çok yoğun çalışan, bu nedenle çoğu zaman mobil olmak zorunda kalan ben twitter ve facebook hastalığına kendimi kaptırmadan çok uzun süredir devam etmeyi başarmıştım. Ama bazı şeyleri tek başına sürdürmek gerçekten zor oluyor. Özel hayatımızda bir çok şey yaşıyoruz, işlerimizde çok yoruluyoruz, terapi olarak Çoban Salata'nın kollarına sığınıyoruz uzun zamandır. Fakat iyice yalnız kalınca o çırpınan heves de havasız kalıp yumuyor gözlerini. Volkanbk3 ile yollarımızı ayırmıştık, tolga ailevi durumlarından çok uzun zamandır hiç bir şey yazamıyor, ilter sanırım Amerikan Futbol Liglerinin başlamasını bekliyor, ozhano da kendi hayatında bir çok yoğunluk yaşarken twittercı olduğundan blogtan biraz uzaklaştı. Benim durumumu zaten anlattım.
Açıkçası sözün özü belli. Bilenler bilir blogu kapatacak değilim ama gelip giden dostlarımıza vefa borcudur şunları söylemek: Kusura bakmayın kendimizi hayata kaptırmış durumdayız ve en azından bir süre bu blogta kaliteli spor yazıları göremeyeceksiniz. Ha sürprizler olur, birimiz klavye boşalımı yaşarsa bilemem, ama tahminim o ki blog biraz stand-by'da kalacak. Sloganımız olan "Hayat katkılı, spor ağırlıklı blog"tan ağırlıkları bir süreliğine çıkarıyoruz. Döndüğümüz, kendimize geldiğimiz zaman zaten anlaşılır. Hepinize teşekkürler... Bir de kahrolsun micro-blogging!!!
Açıkçası sözün özü belli. Bilenler bilir blogu kapatacak değilim ama gelip giden dostlarımıza vefa borcudur şunları söylemek: Kusura bakmayın kendimizi hayata kaptırmış durumdayız ve en azından bir süre bu blogta kaliteli spor yazıları göremeyeceksiniz. Ha sürprizler olur, birimiz klavye boşalımı yaşarsa bilemem, ama tahminim o ki blog biraz stand-by'da kalacak. Sloganımız olan "Hayat katkılı, spor ağırlıklı blog"tan ağırlıkları bir süreliğine çıkarıyoruz. Döndüğümüz, kendimize geldiğimiz zaman zaten anlaşılır. Hepinize teşekkürler... Bir de kahrolsun micro-blogging!!!
Salata'da Neler Var?
Blog,
Hayat
0
kişi de çatalı bandırmış yorumunu yapmış
20 Eylül 2011 Salı
Bir İstanbul Masalı
Sevgili ozhano ile her İstanbul seyahatimiz bir macera oluyor adeta. Liverpool maçına son dakikada yetişebilmiştik mesela. O günkü koşuşturmalarımız ayrı ayrı güzergahlarda ayrı ayrı hikayelerdi. Sonrasında Sportivi'deki Blogtivi programına Sevgili Murat Türker'in konuğu olarak katılmaya gittiğimiz gün apayrı bir hikayeydi. O gün ozhano adeta depresyondayken ben 38 derece ateşle programa katılmış, öncesinde ozhano normale dönsün diye en az 3 günlük mevzu açıp deli gibi hiç durmadan konuşmuştum. Program dönüşü ateşim 39'a çıkmış tam bir hafta iğne yemiş ve yatmıştım.
Bu pazar da benzeri bir koşuşturma yaşadık. Bugün TV'den sevgili Tolga Becer bizi Canlı Gool programına davet etmiş ve saat 14 için randevulaşmıştık. Plana göre saat 11'de Adapazarı'ndan çıkıp İstanbul'a yollanacaktık. Saat 11'de ozhano evin önüne geldi, benim arabayla gideceğimiz için onunkini benimki yerine park edip yola çıkacaktık ama o da ne!?! ozhano bembeyaz bir surat ve acı çektiği her halinden belli yüz ifadesiyle karşımdaydı. Dolgusu düşmüş, kanal tedavisi yaptırdığı dişi enfeksiyon kapmış ve adam adeta canlı ölü... Hemen evde daha ziyade annemin kullandığı Calgel isimli antibiyotik - uyuşturucu karışımı merhemi istedim eşimden. Şaşkınlıkla geçtim direksiyon başına. ozhano ise yarım açılan ağzıyla bir taraftan "öldüm bittim" derken diğer taraftan "sanırım programa çıkamayacağım, hastane falan bulup bi iğne çakalım" diyerek adeta koma öncesi son sayıklamalarını yapıyordu. Hele sen şu merhemi bir dene dememle birlikte sürdüğü Calgel'in tadı da çilekli olduğundan kendini isteten yapısıyla 15 dk sonra 2. sürdüğünde ozhano Hereke civarı uykuya daldı. Meğer çocuk 2 gündür uyuyamıyormuş vu bu uyku adeta derman olmuş ona. Uyandığında daha iyiydi. Önce Sportivi'ye gidip Murat'la görüştük, sonra 2 gündür doğru düzgün yemek yiyememiş ozhano'ya çorba içirdik. Mucize kremi 1,5 saatte bir sürerek bir saadet zinciri oluşturmuştu artık ozhano. Bense mağrur ve gururluydum :)
Madem İstanbul'a geliyoruz bir de Galatasaray maçına gidelim diyen ozhano'nun çabaları sonucu Samsun maçı da programımızdaydı. Mecidiyeköy Cevahir'deki Biletix ofisine geçelim dedik yemek sonrası. Dönüp Murat'la buluşacak sonra Kanaltürk-Bugün TV binasına geçecektik. Ama arkadaş o Cevahir AVM ne büyükmüş! Aboooooovvv! Biletix'i de tam en sonuna koymuşlar. Tabanvay'ı 5'e takarak yaptığımız git gel sonrası Murat'la buluşup Bugün TV'ye geçmemiz ancak 14:30'u buldu. Bu esnada terden sırılsıklam olduk ve 2 gündür uyumayan ozhano aşırı hızımdan dolayı bana sevgi dolu sözcükler söyledi, çok duygulandım:)
Velhasıl kelam 15-17 arası güzel bir program oldu, eğlendik, konuştuk, tartıştık, yeni arkadaşlar edindik. Program sonrası Murat da Sportivi adına akredite olduğu ve Samsun maçına birlikte gidelim dediği için yine onun kanala geldik. Orada Alper Üstündağ ile tanışıp sohbet ettik. Murat'ı beklerken bir şeyler yiyip saat 19'u bekledik. 19'da metroyla TT Arena'ya geçtik. Murat'ın da ilk resmi basın tribünü girişi olacağı için uzun süre basın tribününü arayıp bulamadık, mecburen onun da ısrarıyla Murat'ı arayışta bırakıp stada girdik. Sonradan mesajlaşırken öğrendik ki Murat Melo'nun golü olduğu sırada basın tribüne çıkmış ve golü bir kaç saniye ile görememiş:) ozhano'nun iddaa'da handikaplı 1 oynaması nedeniyle ilk yarı sadece 1 fark olması ve tek santraforlu sistemin bir işe yaramıyor olması ile asabımız bozuldu. Ben de yer değiştirmek uğurlu gelir diye devre arasında tribünü tavaf ettim. Bir de baktım ki taa basın tribününe kadar stadın en üst katında maç seyretmek mümkün ve görüş açısı harika. ozhano'ya bu maçın handikaplı bitmesi için Samsun'un gol atması lazım derken maç 1-1'e geldi. Yerinde duramayan ozhano'yu da alıp tepeye çıktım. Hemen basın tribünü yanında konuşlandık. Bir de baktık ki Murat da hemen 6-7 sıra aşağıda. Biz de basın tribünün boş olan son sıralarında kah büro koltuklarına oturarak kah ayağa fırlayarak, son 10 dakikasında da Murat'la birlikte basın tribününde izledik maçın kalanını. ozhano'nun 1'e 33,5'luk kuponu sadece Beşiktaş maçına kalmış, keyfimiz yerine gelmiş, basın tribünü tadı almış ve muazzam stadın lezzetiyle gecemize son verebilir ruh haline gelmiştik.
Stadtan metro'ya binmek sıkıntılı oluyor diye Murat'ın telkiniyle Sanayi Mahallesi istasyonuna gittik. İlk sefere yetişemedik. İkinci sefere bindik. Sıkış-tepiş ve havasız metro 2. duraktan sonra bir türlü hareket etmedi. O ara Murat'a Levent metrosunda yangın çıktığı için seferlerin yapılamayacağı bilgisi ulaştı. Mecburen metrodan indik. Toplu taşıma aracı bulamadığımız için Murat'ı İstanbullu arkadaşlarıyla Simit Sarayı'nda bırakıp bulduğumuz taksiyle Mecidiyeköy'e döndük. Arabayı bıraktığımız otoparktaki elemanlar gün içinde yukarıda anlatmadığım 3 defa terli üstümüzü değiştirmemizi başka bir şey zannedip bize "abi mafya mısınız siz?" diye sorunca kendimizden geçtik. Hayırlısıyla yola çıkıp gece 12'de köprüde trafiğe sıkıştık. Onu da atlatıp otobana girdik. Otobandan çıkmak istediğimizde ise acı gerçekle karşılaştık. KGS kartının bakiyesi yetersiz!!! Ve ustelik ozhano da kendi KGS'sini almayı unutmuş. Bunun üzerine aracı kenara çekip gece 01:30'da KGS'si olan başka bir araç beklemeye başladık. Allah razı olsun bir ağabeyimiz bize yardımcı oldu da otobandan çıkabildik. 02'ye doğru eve vardık. Yolu yarı uyur yarı uyanık geçiren ozhano'yu da evine geçirip, vardığının haberini aldıktan sonra 02:30 gibi yattım.
Sonuç olarak biz İstanbul'da bir organizasyon yapacağımız gün mutlaka bir şeyler oluyor. Bakalım gelecek maceramızda neler yaşayacağız :)
Bu pazar da benzeri bir koşuşturma yaşadık. Bugün TV'den sevgili Tolga Becer bizi Canlı Gool programına davet etmiş ve saat 14 için randevulaşmıştık. Plana göre saat 11'de Adapazarı'ndan çıkıp İstanbul'a yollanacaktık. Saat 11'de ozhano evin önüne geldi, benim arabayla gideceğimiz için onunkini benimki yerine park edip yola çıkacaktık ama o da ne!?! ozhano bembeyaz bir surat ve acı çektiği her halinden belli yüz ifadesiyle karşımdaydı. Dolgusu düşmüş, kanal tedavisi yaptırdığı dişi enfeksiyon kapmış ve adam adeta canlı ölü... Hemen evde daha ziyade annemin kullandığı Calgel isimli antibiyotik - uyuşturucu karışımı merhemi istedim eşimden. Şaşkınlıkla geçtim direksiyon başına. ozhano ise yarım açılan ağzıyla bir taraftan "öldüm bittim" derken diğer taraftan "sanırım programa çıkamayacağım, hastane falan bulup bi iğne çakalım" diyerek adeta koma öncesi son sayıklamalarını yapıyordu. Hele sen şu merhemi bir dene dememle birlikte sürdüğü Calgel'in tadı da çilekli olduğundan kendini isteten yapısıyla 15 dk sonra 2. sürdüğünde ozhano Hereke civarı uykuya daldı. Meğer çocuk 2 gündür uyuyamıyormuş vu bu uyku adeta derman olmuş ona. Uyandığında daha iyiydi. Önce Sportivi'ye gidip Murat'la görüştük, sonra 2 gündür doğru düzgün yemek yiyememiş ozhano'ya çorba içirdik. Mucize kremi 1,5 saatte bir sürerek bir saadet zinciri oluşturmuştu artık ozhano. Bense mağrur ve gururluydum :)
Madem İstanbul'a geliyoruz bir de Galatasaray maçına gidelim diyen ozhano'nun çabaları sonucu Samsun maçı da programımızdaydı. Mecidiyeköy Cevahir'deki Biletix ofisine geçelim dedik yemek sonrası. Dönüp Murat'la buluşacak sonra Kanaltürk-Bugün TV binasına geçecektik. Ama arkadaş o Cevahir AVM ne büyükmüş! Aboooooovvv! Biletix'i de tam en sonuna koymuşlar. Tabanvay'ı 5'e takarak yaptığımız git gel sonrası Murat'la buluşup Bugün TV'ye geçmemiz ancak 14:30'u buldu. Bu esnada terden sırılsıklam olduk ve 2 gündür uyumayan ozhano aşırı hızımdan dolayı bana sevgi dolu sözcükler söyledi, çok duygulandım:)
Velhasıl kelam 15-17 arası güzel bir program oldu, eğlendik, konuştuk, tartıştık, yeni arkadaşlar edindik. Program sonrası Murat da Sportivi adına akredite olduğu ve Samsun maçına birlikte gidelim dediği için yine onun kanala geldik. Orada Alper Üstündağ ile tanışıp sohbet ettik. Murat'ı beklerken bir şeyler yiyip saat 19'u bekledik. 19'da metroyla TT Arena'ya geçtik. Murat'ın da ilk resmi basın tribünü girişi olacağı için uzun süre basın tribününü arayıp bulamadık, mecburen onun da ısrarıyla Murat'ı arayışta bırakıp stada girdik. Sonradan mesajlaşırken öğrendik ki Murat Melo'nun golü olduğu sırada basın tribüne çıkmış ve golü bir kaç saniye ile görememiş:) ozhano'nun iddaa'da handikaplı 1 oynaması nedeniyle ilk yarı sadece 1 fark olması ve tek santraforlu sistemin bir işe yaramıyor olması ile asabımız bozuldu. Ben de yer değiştirmek uğurlu gelir diye devre arasında tribünü tavaf ettim. Bir de baktım ki taa basın tribününe kadar stadın en üst katında maç seyretmek mümkün ve görüş açısı harika. ozhano'ya bu maçın handikaplı bitmesi için Samsun'un gol atması lazım derken maç 1-1'e geldi. Yerinde duramayan ozhano'yu da alıp tepeye çıktım. Hemen basın tribünü yanında konuşlandık. Bir de baktık ki Murat da hemen 6-7 sıra aşağıda. Biz de basın tribünün boş olan son sıralarında kah büro koltuklarına oturarak kah ayağa fırlayarak, son 10 dakikasında da Murat'la birlikte basın tribününde izledik maçın kalanını. ozhano'nun 1'e 33,5'luk kuponu sadece Beşiktaş maçına kalmış, keyfimiz yerine gelmiş, basın tribünü tadı almış ve muazzam stadın lezzetiyle gecemize son verebilir ruh haline gelmiştik.
Stadtan metro'ya binmek sıkıntılı oluyor diye Murat'ın telkiniyle Sanayi Mahallesi istasyonuna gittik. İlk sefere yetişemedik. İkinci sefere bindik. Sıkış-tepiş ve havasız metro 2. duraktan sonra bir türlü hareket etmedi. O ara Murat'a Levent metrosunda yangın çıktığı için seferlerin yapılamayacağı bilgisi ulaştı. Mecburen metrodan indik. Toplu taşıma aracı bulamadığımız için Murat'ı İstanbullu arkadaşlarıyla Simit Sarayı'nda bırakıp bulduğumuz taksiyle Mecidiyeköy'e döndük. Arabayı bıraktığımız otoparktaki elemanlar gün içinde yukarıda anlatmadığım 3 defa terli üstümüzü değiştirmemizi başka bir şey zannedip bize "abi mafya mısınız siz?" diye sorunca kendimizden geçtik. Hayırlısıyla yola çıkıp gece 12'de köprüde trafiğe sıkıştık. Onu da atlatıp otobana girdik. Otobandan çıkmak istediğimizde ise acı gerçekle karşılaştık. KGS kartının bakiyesi yetersiz!!! Ve ustelik ozhano da kendi KGS'sini almayı unutmuş. Bunun üzerine aracı kenara çekip gece 01:30'da KGS'si olan başka bir araç beklemeye başladık. Allah razı olsun bir ağabeyimiz bize yardımcı oldu da otobandan çıkabildik. 02'ye doğru eve vardık. Yolu yarı uyur yarı uyanık geçiren ozhano'yu da evine geçirip, vardığının haberini aldıktan sonra 02:30 gibi yattım.
Sonuç olarak biz İstanbul'da bir organizasyon yapacağımız gün mutlaka bir şeyler oluyor. Bakalım gelecek maceramızda neler yaşayacağız :)
Salata'da Neler Var?
Blog,
Hayat
8
kişi de çatalı bandırmış yorumunu yapmış
14 Eylül 2011 Çarşamba
Artemio Franchi'yi İçine Çekmek
Oradaydım. O kokuyu içime çektim. Zili çaldım ama kimse yoktu. Bari bi forma, atkı alayım dedim Viola Point'ten orası da kapalıydı. İtalya greve gitmişken gitmişim İtalya'ya. Olsun, en azından dünya gözüyle gördüm o muhteşem yere batan, Batistuta'yı Batigol yapan stadı...
12 Ağustos 2011 Cuma
41 Kere Maaşallah!
Bugün güzel, canım, dünya tatlım, kurtarıcım, huzur kaynağım, mutluluğum, bir tanecik eşim ile evliliğimizin 41. günü! Çok mutlu ve huzurluyum bugün. Onunla yaşamak apayrı bir haz, onunla aynı evde olmak, 24 saati, aynı tabağı, aynı bardağı, aynı çatıyı paylaşıyor olmanın keyfi anlatılamaz... O uyurken hep seyrediyorum onu, ona her bakışımda, kokusunu içime çektiğimde tekrar tekrar şükrediyorum Yaradana, tam hayattan ümidimi kesmişken karşılaştırdığı için bizi. Teni, saçı, gözleri, herşeyi yaşam kaynağım...
Sonsuz şükürler olsun tekrar ve tekrar. Yüce Yaradan bizi nazarlardan, kaza ve belalardan, hastalıklardan korusun. 41 kere maaşallah! 41 seneler olsun inşallah!
Sonsuz şükürler olsun tekrar ve tekrar. Yüce Yaradan bizi nazarlardan, kaza ve belalardan, hastalıklardan korusun. 41 kere maaşallah! 41 seneler olsun inşallah!
Salata'da Neler Var?
Hayat
1 kişi de çatalı bandırmış yorumunu yapmış
29 Mayıs 2011 Pazar
Çoban Salata 3 Yaşında!!!
2011 Çoban Salata için biraz buruk geçti açıkçası. 2008'de bu blogu kurarken sahip olduğum heyecanı hem askerlik ve sonrasındaki iş yoğunluğu hem Galatasaray hem de Türk sporundaki tatsızlıklar nedeniyle bir hayli kaybettim. Askerlik sonrası yeni hayatım nihai şeklini almaya başlarken, diğer noktalarda da umut ışıkları belirince biraz daha Çoban Salata'nın geleceği netleşti gözümde. 3 senedir verilmiş bunca emek heba edilemezdi. Bir çok gün bloga ayırılabilecek en azından bir yarım saat bulabileceğimi düşünüyorum. Zaten blogu kurarken de amacım buydu benim. Başkalarıyla konşamadığım şeyleri bloga anlatmak. Sevgili ozhano da bir çok cereme atlattı bu heves kaybetme sürecinde. O da yavaş yavaş kendini toparlayacak gibi. İkimiz birbirimizi gakeyana getiren 2 önemli etkendik zaten ilk yazmaya başladığı günden beri, umarım bu sürecek.
Diğer yazar arkadaşları da tekrar yazmaya davet ediyorum bu vesileyle. 3. yaşamızı kutlarken bir de yeni yazar ekliyoruz kadroya. Gazi Üniversitesi Amerikan Futbol Takımın oyuncularından Sevgili İlter de ilerleyen günlerde bizlerle olacak.
Kolay kolay kaybolup gitmesine izin vermeyeceğiz Çoban Salata'nın. Ömrümüz ve gücümüz oldukça buradayız. 3 senedir yanımızda olan herkese sonsuz teşekkürler...
Diğer yazar arkadaşları da tekrar yazmaya davet ediyorum bu vesileyle. 3. yaşamızı kutlarken bir de yeni yazar ekliyoruz kadroya. Gazi Üniversitesi Amerikan Futbol Takımın oyuncularından Sevgili İlter de ilerleyen günlerde bizlerle olacak.
Kolay kolay kaybolup gitmesine izin vermeyeceğiz Çoban Salata'nın. Ömrümüz ve gücümüz oldukça buradayız. 3 senedir yanımızda olan herkese sonsuz teşekkürler...
Salata'da Neler Var?
Blog,
Hayat
4
kişi de çatalı bandırmış yorumunu yapmış
18 Şubat 2011 Cuma
Sonunda Bu Gece Kesişiyor Yollarımız...
...Aynı anda başka insanlara,
Seni seviyorum demişizdir
Mutlak güven duygusuyla,
Mutlak güven duygusuyla,
Başımızı başka omuzlara dayamışızdır.
Olamaz mı, olabilir...
Onca yıl sen burada
Onca yıl ben burada
Yollarımız hiç kesişmemiş...
Seni Seviyorum,
Bekle almaya geliyorum...
Salata'da Neler Var?
Hayat
0
kişi de çatalı bandırmış yorumunu yapmış
7 Şubat 2011 Pazartesi
Aşk Tesadüfleri Sever
Ömer Faruk Sorak ve eşini bu film için kutlamak bir kenara, sarılıp sarılıp öpüyorum. İnsanın içine işleyen, her aşık olmuş insanın kendinden bir şeyler bulabileceği bir film. Konu aslında bilinen bir konu ama aynı yünden kiminin ördüğü kazak giyilmiyor kiminin ki yıllar boyu bir diğerine vaz geçilmeden tercih ediliyor. Tam anlamıyla vurdu beni bu film. 3 kez gözyaşlarıma hakim olamadım. Filmin nereye doğru gittiğini anlamış olsam da sürükledi beni bu film anlatılışı ve gerçekten kayda değer oyunculuklarıyla. Belçim Bilgin'den bahsetmiyorum ama oyunculuk derken Mehmet Günsür, Yiğit Özşener, Altan Erkekli, Şebnem Sönmez, Ayda Aksel ve küçük Reyhan Asena Keskinci'den bahsediyorum, belirtmek gerek.
Ömer Faruk Sorak'ın yönetmenliği, sahne hakimiyeti, oyuncuları yönlendirme yeteneği bu zamana kadar çalıştığı projelerde pek ortaya çıkamamıştı. Daha doğrusu hep yıldız oyuncuların arkasında unutulmuştu. Ama bu sefer bu adam çok iyi bir "Yönetmen" olduğunu gösteriyor. Öyle açılar, öyle güzel görüntüler yakalıyor ki özellikle sözsüz sahnelerde. Hele bir de duygu yoğunluğunun hat safhaya çıktığı anlar ve Günsür'ün karakteri Özgür'ün odak noktasında olduğu sekanslarda adeta yeteneğini konuşturuyor Sorak. Bu andan sonra yurtdışında nasıl Nolan'ın projelerini büyük bir heves ve merakla bekliyorsam yurtiçinde Sorak'la ilgili gelişmeleri aynı şekilde takip edeceğim.
Herşeyin ötesinde bu filmi benim için anlamlı kılan diğer iki konu hem kendimle ilgili bir çok şey bulmam hem de filmi beraber izlediğim dünyalar güzeli sevgilimle bizi anlatan bir sahneye şahit olmamızdı. O kadar çok cümle vardı ki filmde daha önce birbirimize söylediğimiz, işte onun için filmi çok benimsedim, bazen kendimi izliyor dinliyor gibi hissettim Özgür konuşurken. Bu yaşa gelene kadar tahsil ve iş anlamında çok çok iyi yerlere ulaşmış, ailem (annem ve babam) açısından hiç sıkıntı yaşamamış olsam da özel hayatımda bir türlü huzuru yakalayamadım. Hep dibe doğruydu seyri hayatımın, mutluluk ve huzur baremim her geçen gün düştü, düştü, düştü. İşte o tam da tarif edemediğim en dipteyken, yapayalnızken ve kendime artık bunu kabullenmem gerek derken çıktı karşıma hayatımı anlamlı kılan o muhteşem kız. Günler geçtikçe Zeynep'in Burak'a sorduğu şeyleri hayatta ilk kez onunla yaşadığımı ve hissettiğimi gördüm, onun yanında dünyanın bambaşka bir yer olduğunu keşfettim. Gülmek, mutluluk, heyecan, eğlence, koşulsuz ve karşılık beklemeden sevmek ne demekmiş o hayatıma girince anladım ancak. Ve dedim ki ona "Sen bunca senedir nerelerdeydin?". İşte bu cümleyi duyunca filmde gözyaşlarına boğuldum, birebir aynı değildir kelimeler belki çünkü ben daha cümle bitmeden koyvermiştim kendimi. Bendim oradaki sanki, perdedeki de benim hayatımdan bir kesit... İnsan sevdiğini ve aşkını bir çok yolla anlatabilir ama önceden sadece bana ait olduğunu sandığım bu cümle çok iyi bir tercih olur...
Sorak kalbime dokundu bu filmle, kolay kolay silinmeyecek bu iz. Filmi sinemada mutlaka izleyin, o basit Türk romantik-aşk filmlerinden biri olmadığını kağıt mendilinizi çantanızdan çıkarırken çok net bir şekilde anlayacaksınız...
Bülent Ortaçgil'in unutulmaz şarkısı Bir Eylül Akşamı da filmin şerefine Teoman ve Usta'dan gelsin...
Seni çok seviyorum güzel kız...
Ömer Faruk Sorak'ın yönetmenliği, sahne hakimiyeti, oyuncuları yönlendirme yeteneği bu zamana kadar çalıştığı projelerde pek ortaya çıkamamıştı. Daha doğrusu hep yıldız oyuncuların arkasında unutulmuştu. Ama bu sefer bu adam çok iyi bir "Yönetmen" olduğunu gösteriyor. Öyle açılar, öyle güzel görüntüler yakalıyor ki özellikle sözsüz sahnelerde. Hele bir de duygu yoğunluğunun hat safhaya çıktığı anlar ve Günsür'ün karakteri Özgür'ün odak noktasında olduğu sekanslarda adeta yeteneğini konuşturuyor Sorak. Bu andan sonra yurtdışında nasıl Nolan'ın projelerini büyük bir heves ve merakla bekliyorsam yurtiçinde Sorak'la ilgili gelişmeleri aynı şekilde takip edeceğim.
Herşeyin ötesinde bu filmi benim için anlamlı kılan diğer iki konu hem kendimle ilgili bir çok şey bulmam hem de filmi beraber izlediğim dünyalar güzeli sevgilimle bizi anlatan bir sahneye şahit olmamızdı. O kadar çok cümle vardı ki filmde daha önce birbirimize söylediğimiz, işte onun için filmi çok benimsedim, bazen kendimi izliyor dinliyor gibi hissettim Özgür konuşurken. Bu yaşa gelene kadar tahsil ve iş anlamında çok çok iyi yerlere ulaşmış, ailem (annem ve babam) açısından hiç sıkıntı yaşamamış olsam da özel hayatımda bir türlü huzuru yakalayamadım. Hep dibe doğruydu seyri hayatımın, mutluluk ve huzur baremim her geçen gün düştü, düştü, düştü. İşte o tam da tarif edemediğim en dipteyken, yapayalnızken ve kendime artık bunu kabullenmem gerek derken çıktı karşıma hayatımı anlamlı kılan o muhteşem kız. Günler geçtikçe Zeynep'in Burak'a sorduğu şeyleri hayatta ilk kez onunla yaşadığımı ve hissettiğimi gördüm, onun yanında dünyanın bambaşka bir yer olduğunu keşfettim. Gülmek, mutluluk, heyecan, eğlence, koşulsuz ve karşılık beklemeden sevmek ne demekmiş o hayatıma girince anladım ancak. Ve dedim ki ona "Sen bunca senedir nerelerdeydin?". İşte bu cümleyi duyunca filmde gözyaşlarına boğuldum, birebir aynı değildir kelimeler belki çünkü ben daha cümle bitmeden koyvermiştim kendimi. Bendim oradaki sanki, perdedeki de benim hayatımdan bir kesit... İnsan sevdiğini ve aşkını bir çok yolla anlatabilir ama önceden sadece bana ait olduğunu sandığım bu cümle çok iyi bir tercih olur...
Sorak kalbime dokundu bu filmle, kolay kolay silinmeyecek bu iz. Filmi sinemada mutlaka izleyin, o basit Türk romantik-aşk filmlerinden biri olmadığını kağıt mendilinizi çantanızdan çıkarırken çok net bir şekilde anlayacaksınız...
Bülent Ortaçgil'in unutulmaz şarkısı Bir Eylül Akşamı da filmin şerefine Teoman ve Usta'dan gelsin...
Seni çok seviyorum güzel kız...
Salata'da Neler Var?
Hayat,
Sinema
0
kişi de çatalı bandırmış yorumunu yapmış
30 Ocak 2011 Pazar
Negatif Tepeye Doğru
Rahmet olsun Dedem çok iyi bir Galatasaraylıydı. Hani o Galatasarayın 14 sene şampiyon olamadığı, hatta bir dönem düşme hattı civarında dolandığı evrelerde asla vazgeçmeyenelerden Galatasaraydan. Zaten bugün o iki eşsiz renge gönül verdiysem sebebi de odur bunun.
"Ya Dedem..." derdim "Bir takım bunca sene nasıl şampiyon olamaz, hem de bizimki bir ülkede?". "Bir takıldı mı gider..." derdi o da "Bir kere yanlış yapmaya başladın mı hep yanlış yaparsın." Bugün bakıyorum dediklerine cidden çok haklıymış benim canım. Kendi hayatım mesela, öyle büyük yanlışlıklar var ki içinde ardı ardına gelmiş, birbirine düğümlenmiş, biri diğerinin sonucu. Bir kırılma noktası gerekti, oldu. Kimi zaman Yüce Yaradan el atar zaten, sen ne yaparsan yap çıkamazsın yanlışlar girdabından. Mesela benim yanlışlıklar girdabım fırtınaya dönüp beni denizler ortasında bir başıma bıraktığında çıktı benim Derwallim karşıma. Sonuna kadar düşmem gerekti onu bulabilmek için. Bu noktada birden akıllarda beliren soru da Batman Begins filminden gelsin madem "Neden düşeriz Bruce?".
Belki de şu sıralar düşünmemiz gereken o 14 senelik ayrılık sonunda 1984'te Derwall'le karşılaşılmasıyla başlanan ve 2000'de doruk yapan tam 20 senelik önemli bir patlama yaşandığı ve evrendeki dengenin Galatasaray'a da sirayet etmesi gerektiğidir. Belki de bugünler henüz Galatasarayın daha en kötü günleri değildir, daha kötülerine hazır olmamız gerekiyordur. 14 sene bekleyip 20 sene sürülen saadeti bir kez daha yakalamak için iyice yerin dibine geçilmesi gerekiyordur.
Türk Futbolu eskisinden daha fazla değişken barındırıyor içinde, doğa bir şekilde verdiklerini geri almasını ya da elindekileri eşit olarak dağıtmasını çok iyi biliyor. Biraz başkaları başkaları toplayacak meyveleri ve maalesef bize çürükleri bile kalmayacak, hazır olalım bence bunlara. Hayat bir sinüs dalgası ve biz şu sıralar negatif tepe yolculuğundayız, istemesek de çukurun en dibini görmeden yukarıya çıkmamız imkansız.
Ben kendi negatif tepemi çoktan geride bıraktım mesela.
En yukarıda ne mi yapacağım?
Barcelona modelini uygulayacağım: En az yarım dalga doğrultmacı kullanacağım :)
"Ya Dedem..." derdim "Bir takım bunca sene nasıl şampiyon olamaz, hem de bizimki bir ülkede?". "Bir takıldı mı gider..." derdi o da "Bir kere yanlış yapmaya başladın mı hep yanlış yaparsın." Bugün bakıyorum dediklerine cidden çok haklıymış benim canım. Kendi hayatım mesela, öyle büyük yanlışlıklar var ki içinde ardı ardına gelmiş, birbirine düğümlenmiş, biri diğerinin sonucu. Bir kırılma noktası gerekti, oldu. Kimi zaman Yüce Yaradan el atar zaten, sen ne yaparsan yap çıkamazsın yanlışlar girdabından. Mesela benim yanlışlıklar girdabım fırtınaya dönüp beni denizler ortasında bir başıma bıraktığında çıktı benim Derwallim karşıma. Sonuna kadar düşmem gerekti onu bulabilmek için. Bu noktada birden akıllarda beliren soru da Batman Begins filminden gelsin madem "Neden düşeriz Bruce?".
Belki de şu sıralar düşünmemiz gereken o 14 senelik ayrılık sonunda 1984'te Derwall'le karşılaşılmasıyla başlanan ve 2000'de doruk yapan tam 20 senelik önemli bir patlama yaşandığı ve evrendeki dengenin Galatasaray'a da sirayet etmesi gerektiğidir. Belki de bugünler henüz Galatasarayın daha en kötü günleri değildir, daha kötülerine hazır olmamız gerekiyordur. 14 sene bekleyip 20 sene sürülen saadeti bir kez daha yakalamak için iyice yerin dibine geçilmesi gerekiyordur.
Türk Futbolu eskisinden daha fazla değişken barındırıyor içinde, doğa bir şekilde verdiklerini geri almasını ya da elindekileri eşit olarak dağıtmasını çok iyi biliyor. Biraz başkaları başkaları toplayacak meyveleri ve maalesef bize çürükleri bile kalmayacak, hazır olalım bence bunlara. Hayat bir sinüs dalgası ve biz şu sıralar negatif tepe yolculuğundayız, istemesek de çukurun en dibini görmeden yukarıya çıkmamız imkansız.
Ben kendi negatif tepemi çoktan geride bıraktım mesela.
En yukarıda ne mi yapacağım?
Barcelona modelini uygulayacağım: En az yarım dalga doğrultmacı kullanacağım :)
Salata'da Neler Var?
Galatasaray,
Hayat
5
kişi de çatalı bandırmış yorumunu yapmış
28 Ocak 2011 Cuma
Askercilik Oynadım, Bitti!
Sevgili dostlar ozhano'nun yazısından okuyanlar askerliğimin bittiğini biliyorlar. 17 Ocak gecesi merhaba dedim aslında eski yeni hayatıma, ya da yeni eski hayat da olabilir. Hayırlısıyla hayatımın, kariyerimin ve bir çok daha şeyimin önünde kocaman bir engel olarak arz-ı endam eden askerliğin üzerine toprağı örtmüş olduk. 32 yaşında yaptım askerliğimi, çok kolay olmadı açıkçası, pek beklediğim gibi de geçmedi ama gönül rahatlığı ile diyebiliyorum ki artık "Yatmadan, savsaklamadan, şerefimle, namusumla, eğitimimi, sporumu ve görevlerimi tam anlamıyla yaparak bitirdim askerliği." Yok kısa dönem yatarmış, kıç büyütürmüş, semirirmiş onlar hikaye. 78 kilo olarak döndüm Ağrı'dan. En son lisede 78 kiloydum ben. Artık düşünün yapılan askerliği. Ömür boyu unutmayacağım bir asker arkadaşı ve ömür boyu hatırlamak istemeyeceğim bir çok anıyla döndüm. 11 yaşından beri kavga etmeyen ben, adam dövdüm mesela askerde, devlet malına kasten zarar verdim devlet hizmetinde kullandırılmadığı için, yenisini kullandırttım, askerin başını belaya sokan askerlerle uğraştım, yanlarına bırakmadım hiç bir şeyi, sevdim, sevildim, nefret ettim, ettirildim, sözün özü herkesin abuk bir rolü olduğu askercilik oyununda repliklerimi tüketip, "Aferin ne güzel oynadın, al bu da Takdir belgen" dedirtip komutanlara döndüm hayata...
Ağrı'da bir çok ahbap edindim, peynirin, balın hasını yedim, soğuğun kralını içimde hissettim - 30 derecelerde, öyle ya da böyle önümü tertemiz yaptım ve geldim. Ağrı'da, Patnos'ta Doğu Beyazıt'ta askerlik yapan tüm kardeşlerime Allah yardım etsin, komutanlara akıl, izan ve merhamet duygusu versin Yüce Yaradan. Gitmeyen göremiyor, bilemiyor, anlayamıyor, oralarda çok farklı bir hayat, çok farklı birTürkiye var dostlar. Kıymetini bilmemiz gereken şehirlerde, kıymetini bilmediğimiz bir hayat yaşıyoruz, farkına varalım... Üzerine çok konuşulur da o bizim işimiz değil, başkalarına bırakalım...
Bir kaç gün daha süre verin bana, tam anlamıyla kendime bir geleyim yazılar başlayacak, askerlik bu da ama ömürde bir kez yapılıyor, biraz da iz bırakıyor...
Selametle...
Ağrı'da bir çok ahbap edindim, peynirin, balın hasını yedim, soğuğun kralını içimde hissettim - 30 derecelerde, öyle ya da böyle önümü tertemiz yaptım ve geldim. Ağrı'da, Patnos'ta Doğu Beyazıt'ta askerlik yapan tüm kardeşlerime Allah yardım etsin, komutanlara akıl, izan ve merhamet duygusu versin Yüce Yaradan. Gitmeyen göremiyor, bilemiyor, anlayamıyor, oralarda çok farklı bir hayat, çok farklı birTürkiye var dostlar. Kıymetini bilmemiz gereken şehirlerde, kıymetini bilmediğimiz bir hayat yaşıyoruz, farkına varalım... Üzerine çok konuşulur da o bizim işimiz değil, başkalarına bırakalım...
Bir kaç gün daha süre verin bana, tam anlamıyla kendime bir geleyim yazılar başlayacak, askerlik bu da ama ömürde bir kez yapılıyor, biraz da iz bırakıyor...
Selametle...
Salata'da Neler Var?
Hayat
4
kişi de çatalı bandırmış yorumunu yapmış
28 Kasım 2010 Pazar
49 Gün Kaldı
Sevgili Çoban Salata Dostları,
Bilenler biliyor Ağrı'da Piyade olarak yapıyorum askerliğimi. Dolayısıyla askere geldiğimden beri bloga katkıda bulunamıyorum. Çok ksa sürelerle çarşıya çıkabildiğim için çoğu zaman son gönderilere bakmakla yetinmek zorunda kalıyorum. Giderken 3 arkadaşıma emanet edip gittiğim, evladım yerine saydığım blogun güncelliğini ve arkadaşlarımın katkılarını görünce ise tam anlamıyla şaşkınlığa uğramış durumdayım. Hadi yoğunluğu, sıkıntısı olanı biliyorum da diğerleri ne yapar, ne eder, nerededir, insan merak ediyor. İnşallah 49 gün sonra bitecek olan askerliğimin akabinde blogu ciddi değişikliklerle tekrar güncel bir hale getirip ayağa kaldıracağız. Umarım eskisinden daha iyi, şu ankinden ise ışık yılı uzakta olacak blogun yeni hali. Yeter ki Allah sağlık versin.
Bizi hala inatla ne var ne yok, acaba yeni bir gönderi oldu mu diye takip eden arkadaşlara da sonsuz teşekkürler. Hakkınız ödenmez. 49 gün sonra Yaradan'ın iziyle görüşebilmek dileğiyle. Tüm sevdiklerime kucak dolusu, hasretle bezenmiş öpücükler Ağrı'dan...
cenky
Evladına sahip çıkan baba formatındaki, zorunlu piyade, blog kurucusu ve yazarı
Bilenler biliyor Ağrı'da Piyade olarak yapıyorum askerliğimi. Dolayısıyla askere geldiğimden beri bloga katkıda bulunamıyorum. Çok ksa sürelerle çarşıya çıkabildiğim için çoğu zaman son gönderilere bakmakla yetinmek zorunda kalıyorum. Giderken 3 arkadaşıma emanet edip gittiğim, evladım yerine saydığım blogun güncelliğini ve arkadaşlarımın katkılarını görünce ise tam anlamıyla şaşkınlığa uğramış durumdayım. Hadi yoğunluğu, sıkıntısı olanı biliyorum da diğerleri ne yapar, ne eder, nerededir, insan merak ediyor. İnşallah 49 gün sonra bitecek olan askerliğimin akabinde blogu ciddi değişikliklerle tekrar güncel bir hale getirip ayağa kaldıracağız. Umarım eskisinden daha iyi, şu ankinden ise ışık yılı uzakta olacak blogun yeni hali. Yeter ki Allah sağlık versin.
Bizi hala inatla ne var ne yok, acaba yeni bir gönderi oldu mu diye takip eden arkadaşlara da sonsuz teşekkürler. Hakkınız ödenmez. 49 gün sonra Yaradan'ın iziyle görüşebilmek dileğiyle. Tüm sevdiklerime kucak dolusu, hasretle bezenmiş öpücükler Ağrı'dan...
cenky
Evladına sahip çıkan baba formatındaki, zorunlu piyade, blog kurucusu ve yazarı
23 Temmuz 2010 Cuma
Tayyip Erdoğan ile Cuma Namazı Kılmak
Askerlik öncesi ailem ve akrabalarla son kez birarada olabilmek için Yalova'daki yazlığımızdayız bir kaç gündür. Cuma namazı için eniştemle Yalova Merkez Camiine geldik öğlen saatlerinde. Bir tören için Yalova'da bulunan Başbakan da remen tebaasıyla (!) beraber namaz için bu camiiyi tercih etmiş. Bir anda acayip bir kargaşa, uğultu, panik halindeki korumalar, özel harekat, toz duman. Yer açın, Sayın Başbakan geçecek, falan filan. Sayın Başbakan adeta cemaati yararak en ön sıralara geçip safını tuttu. Bu sırada onun bulunduğu kata girişleri korumalar ve özel harekat kapatıp içeriye yer olduğu halde ilave kimseyi almadılar. İnsanlar dışarıda sıkış tepiş, güneşin altında cuma kılmak zorunda kaldılar. Ve üst katlarda yer olmasına rağmen bu uygulama devam etti. Bu sırada cemaatin içinde Başbakan'ın hemen 2şer metre yanında ayakta durup namaz boyu asayişi sağlayan 2 koruması da resmen renk kattılar namaza. Enteresan olanı kapıları kapayan koruma ve harekatçıların bir kısmının da farz kılınmadan önce cemaatin içine karışıp namaza durmasıydı. Meraklı kalabalık, hiç kesilmeyen uğultu ve cehennem sıcağına rağmen illa da kapıları kapayacam diyen hafif tombul korumayı da söylemeyi unutmamak gerek.
Şimdi tabi insanın aklında şu sorular kalıyor:
1) Bir kaç saf önümde saf tutan ve cuma namazını kılan sayın Başbakan 1 cuma sevabı kazandıysa kaç tane kaybetmiştir?
2) Bu korumaların anlam verilemez telaşı nedir Allah aşkına?
3) İşleri koruma olan adamların koruma işini bırakıp namaza durmaları doğru mudur?
4) Başbakan namazını kılacak diye onu koruyup ibadet edemeyen korumaların günahı kimin boynunadır?
vs. vs.
Netice olarak ön safa geçerken kalabalığı yaran ve elime de basan Sayın Başbakan başta olmak üzere Yüce Rabbim sen affedicisin, affetmeyi seversin, ne olur bizleri, anne babalarımızı ve tüm inanları affet! Sana layık olamıyoruz, olmaya çalışırken de elimize yüzümüze bulaştırıyoruz. Bizleri bağışla!
Şimdi tabi insanın aklında şu sorular kalıyor:
1) Bir kaç saf önümde saf tutan ve cuma namazını kılan sayın Başbakan 1 cuma sevabı kazandıysa kaç tane kaybetmiştir?
2) Bu korumaların anlam verilemez telaşı nedir Allah aşkına?
3) İşleri koruma olan adamların koruma işini bırakıp namaza durmaları doğru mudur?
4) Başbakan namazını kılacak diye onu koruyup ibadet edemeyen korumaların günahı kimin boynunadır?
vs. vs.
Netice olarak ön safa geçerken kalabalığı yaran ve elime de basan Sayın Başbakan başta olmak üzere Yüce Rabbim sen affedicisin, affetmeyi seversin, ne olur bizleri, anne babalarımızı ve tüm inanları affet! Sana layık olamıyoruz, olmaya çalışırken de elimize yüzümüze bulaştırıyoruz. Bizleri bağışla!
Salata'da Neler Var?
Hayat
4
kişi de çatalı bandırmış yorumunu yapmış
4 Temmuz 2010 Pazar
31!
Salata'da Neler Var?
Hayat
0
kişi de çatalı bandırmış yorumunu yapmış
30 Haziran 2010 Çarşamba
Denizli - Pamukkale - Kongre
Uluslararası Ege Enerji Kongresi için Denizli'deyim, yarın döneceğim, bir kaç gündür yazamamamın sebebi o. Buralara gelmişken Pamukkale'yi görmemek olmazdı. Sevgili kardeşim Memet sağolsun dün akşam götürdü beni. Muazzam bir yermiş gerçekten. Dedemin ruhu şad olsun, çok götürmek isterdi beni, o yanımdaymış gibi gezdim. Döneyim Hierapolis'li, Pamukkale'li fotoğraflardan paylaşırız.
Salata'da Neler Var?
Hayat
1 kişi de çatalı bandırmış yorumunu yapmış
26 Haziran 2010 Cumartesi
İyi ki Doğdun Dost!
Bugün çok güzel bir gün, çünkü 26 Haziran. Bugün sevgili dostum, kardeşim, meslektaşım, blog partnerim ve daha bir çok şeyim olan Ozhano'nun doğum günü. İyi ki doğdun! İyi ki varsın! İyi ki tanıştık seninle! İyi ki kaderlerimizde karşılaşmak varmış! Yüce rabbim seni önce ailene, eşine sonra bizlere bağışlasın, bu sevgi, bu duygular, bu güzellik daim olsun ömürler boyu.
Seni tanıyan herkes adına mutlu ve sağlıklı yıllar diliyorum sana. Muazzam bir insansın.
Bu şiir de benden sana gelsin, Allah sana uzun ömürler versin, yanıbaşımızdan eksik etmesin...
Arka bahçede varlığını sezdirmeden,mütemadiyen dikilen vefalı bir ağaç gibi
Köklenmeli hayatında;
Sen,her daim onun orada durduğunu hissetmelisin.
İhtiyaç duyduğunda gidip müşfik gövdesine yaslanabilmeli.
Kovuklarına saklanabilmelisin.
Kucaklamalı seni güvenli kolları.
Dalları bitkin başına omuz,
Yaprakları kanayan ruhuna merhem olmalı...
Teklifsiz kefili olmalı hatalarının;
Günahlarının yegane şahidi...
Seni senden iyi bilen,sana senden çok çok güvenen bir sırdaş...
Gözbebekleri bulutlandığında yaklaşan fırtınayı sezebilmelisin.
Ve sen ağladığında,onun gözünden gelmeli yaş...
Şiir: Can Dündar
Seni tanıyan herkes adına mutlu ve sağlıklı yıllar diliyorum sana. Muazzam bir insansın.
Bu şiir de benden sana gelsin, Allah sana uzun ömürler versin, yanıbaşımızdan eksik etmesin...
Saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın...
"Nereden çıktın bu vakitte"dememeli,
Bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında;
"Gözünün dilini"bilmeli;
Dinlemeli sormadan,söylemeden anlamalı...
"Nereden çıktın bu vakitte"dememeli,
Bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında;
"Gözünün dilini"bilmeli;
Dinlemeli sormadan,söylemeden anlamalı...
Arka bahçede varlığını sezdirmeden,mütemadiyen dikilen vefalı bir ağaç gibi
Köklenmeli hayatında;
Sen,her daim onun orada durduğunu hissetmelisin.
İhtiyaç duyduğunda gidip müşfik gövdesine yaslanabilmeli.
Kovuklarına saklanabilmelisin.
Kucaklamalı seni güvenli kolları.
Dalları bitkin başına omuz,
Yaprakları kanayan ruhuna merhem olmalı...
En mahrem sırlarını verebilmeli,
En derin yaralarını açıp gösterebilmelisin;
Gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz...
Onca dalkavuk arasında bir tek o,
Sözünü eğip bükmeden söylemeli,
Yanlış anlaşılmayacağını bilmeli.
Alkışlandığında değil sadece,
Asıl yuhalandığında yanında durup koluna girebilmeli.
Övmeli alem içinde,baş başayken sövmeli
Ve sen öyle güvenmelisin ki ona,
Övdüğünde de sövdüğünde de bunun iyilikten olduğunu bilmelisin,
"Hak ettim" diyebilmelisin.
En derin yaralarını açıp gösterebilmelisin;
Gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz...
Onca dalkavuk arasında bir tek o,
Sözünü eğip bükmeden söylemeli,
Yanlış anlaşılmayacağını bilmeli.
Alkışlandığında değil sadece,
Asıl yuhalandığında yanında durup koluna girebilmeli.
Övmeli alem içinde,baş başayken sövmeli
Ve sen öyle güvenmelisin ki ona,
Övdüğünde de sövdüğünde de bunun iyilikten olduğunu bilmelisin,
"Hak ettim" diyebilmelisin.
Teklifsiz kefili olmalı hatalarının;
Günahlarının yegane şahidi...
Seni senden iyi bilen,sana senden çok çok güvenen bir sırdaş...
Gözbebekleri bulutlandığında yaklaşan fırtınayı sezebilmelisin.
Ve sen ağladığında,onun gözünden gelmeli yaş...
Şiir: Can Dündar
Salata'da Neler Var?
Blog,
Hayat
10
kişi de çatalı bandırmış yorumunu yapmış
15 Haziran 2010 Salı
Paragliding
Paragliding yani yamaç paraşütü. Muhteşem bir heyecan, anlatılamaz bir adrenalin patlaması. Hayatımda geçirdiğim en güzel tatil olacağını hissediyorum demiştim, yanılmadım. Harika tatil partnerleri, harika bir tur, harika bir hava ve tabii ki harika bir yamaç paraşütü tecrübesi. Fethiye merkezli bir Likya turu satın almıştım, iyi ki yapmışım bunu. Fethiye Ölüdeniz mevkiindeki Babadağ yamaç paraşütü merkezi. avrupa'nın en iyi 2. yamaç paraşütü parkuruymuş aynı zamanda. Zirvesinden yani 1965 metre yükseklikten atlıyorsun boşluğa 1-2-3 adım derken uçurumdan aşağı salıveriyorsun kendini. Boşlukta süzülmek harika bir his. Hele pilotun ya da eğitmenin diyelim kalburüstü bir adamsa yaptığı akrobatik hareketlerle coşturuyor seni. 35-40 dakikalık bir heyecan, zevk, keyif patlaması. Hayatta fiziksel olarak alınabilecek en büyük zevk birbirini seven kadın ve erkeğin birleşmesiyle kesinlikle paragliding 2. sıraya adaydır. Aslında bir de uçaktan paraşütle atlamadan bunu söylemek doğru mu bilmiyorum. İkinci adrenalin hedefim de bu anlaşıldığı gibi paraşütle atlamak :) Fırsatınız olursa mutlaka deneyin yamaç paraşütünü. Ülkemizde buna böyle müsait parkurlar varken bu fırsatı kullanmamak kayıp olur. Burdan pilotum Sevgili Hüseyin'e de sonsuz teşekkürler yaşattığı güzel heyecan için.
Tatille alakalı anlatacak daha başka şeyler de olacak, bu arada dişimi çektiremedim kanalımdaki enfeksiyon geçmediği için biraz daha erteledik. Ama acıyla yaşamayı öğrendim, acı bağımlılık mı yapıyor acaba :)
Tatille alakalı anlatacak daha başka şeyler de olacak, bu arada dişimi çektiremedim kanalımdaki enfeksiyon geçmediği için biraz daha erteledik. Ama acıyla yaşamayı öğrendim, acı bağımlılık mı yapıyor acaba :)
Salata'da Neler Var?
Hayat,
Paragliding
7
kişi de çatalı bandırmış yorumunu yapmış
6 Haziran 2010 Pazar
Önce Tatil Sonra Rektefiye
Bir senenin yorgunluğunu atmak için 1 hafta yeter mi? Yapacağın tatilin tadına göre 2 gün bile kafi gelir belki de. İzninizle ben de hayatı koşarak, hatta depar atarak yaşadığım şu 1 sene sonunda bir tatile kaçayım diyorum :) Az sonra yola çıkıp 1 hafta ortalardan kaybolacağım. İstikamet Ege, tatil ekibi muazzam, programlar şimdiden hazır. Bir sürü tekne turu, serin sular, sıcak kumsallar ve daha nice güzellikler. Umarım hiç bir sağlık problemi olmadan güzel günler geçirir ve tam anlamıyla yeni hayatıma daha hazır ve zinde olarak dönerim tatilden. Gerçi bence hayatımın en güzel tatili olacak ya neyse :)
Tatil sonrası ise beni uzun zamandır rahatsız eden yirmilik diş ameliyatım var. Mevcut dişlere tam 90 derecelik açıyla baskı yapan ve horizontal olarak arzı endam eden yirmilik, çenemden kendi çabalarıyla çıkmadan aldırayım diyorum. 14 Haziran Pazartesi İstanbul'da ameliyatımı yaptırıp tatil üstüne bir 3 gün de evde yatacağım. Demek oluyor ki Tatil ve rektefiye sonrası yaklaşık 10 gün ortalarda yokum. Blog sevgili ozhano ve volkanbk3'e emanet.
Yenilenmiş ve bomba gibi dönmek umuduyla....
Hayatın tadını çıkarın!
Tatil sonrası ise beni uzun zamandır rahatsız eden yirmilik diş ameliyatım var. Mevcut dişlere tam 90 derecelik açıyla baskı yapan ve horizontal olarak arzı endam eden yirmilik, çenemden kendi çabalarıyla çıkmadan aldırayım diyorum. 14 Haziran Pazartesi İstanbul'da ameliyatımı yaptırıp tatil üstüne bir 3 gün de evde yatacağım. Demek oluyor ki Tatil ve rektefiye sonrası yaklaşık 10 gün ortalarda yokum. Blog sevgili ozhano ve volkanbk3'e emanet.
Yenilenmiş ve bomba gibi dönmek umuduyla....
Hayatın tadını çıkarın!
Salata'da Neler Var?
Blog,
Hayat
1 kişi de çatalı bandırmış yorumunu yapmış
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)