7 Kasım 2009 Cumartesi
Orlando - Detroit
6 Kasım 2009 Cuma
Hagi Bize Sarı Desene!
Dost Dost Diye Nicesine Sarıldım
Wenger'in Kafası İyi
"Robin Van Persie Premier Lig'deki en ölümcül/tehlikeli golcü ve bu yüzden onu dünya futbolundaki hiç bir oyuncuya değişmem"
Bunun sorumlusu fazla alkol tüketimi bence, biraz yavaş Wenger. Olmadı sana bir terapi merkezinde oda ayarlayalım.
5 Kasım 2009 Perşembe
Değiştiği Anlaşılamayan Orlando Üzerine
Ön Uyarı:
Bu yazı istatistik içermez ama istatistiklere ağır atıf yapar, sayılar üzerinden değil olaylar üzerinden akar.
2. sebep ise daha vahim. Vince Carter aslen Orlandolu. Sezon dışı tüm zamanını ve tüm tatillerini Orlando’daki evinde geçiriyor. Kendisi Orlando’da çok sevilen bir sporcu. Senelerdir Orlando dışında olmaktan sıkılmış ve artık Orlando’da oynamak istiyor, diğer taraftan da Nets’in kolay kolay şampiyonluğa oynayacak bir takım kuramayacağını ve rotalarını 2010 yazı için Lebron James’e çevirmiş olduklarını biliyor. Orlando bu kadar üst seviyede ve şampiyonluğa yakınken Magic’i bir çıkış olarak görüyor. Basında yer alanlara göre normal sezon biter bitmez kulis yapmaya, hatırlı isimleri araya sokmaya başlıyor. Orlando’nun Kobe karşısında zorlanmasıyla birlikte kendisi de 2 numara olan Carter’ın ismi bir anda daha final serisi bitmeden telaffuz edilmeye başlanıyor. Otis Smith’le gizli ve gayrı resmi toplantılar yapılıyor. Yine daha final serisi bitmeden Otis Smith “O” adamın Kobe’ye yaptığı blok sonrası bomboş pozisyonda son saniye basketini kaçıran umut vaad eden emekçi “Genç”in üstünü çiziyor, takası bitiriyor. Fakat tepkilerden çekinildiği için uzunca bir süre “O” adama bir teklif yapılmıyor, yapıldığı zaman ise ağızlardan çıkan rakamlar güldürüyor insanı. Karar çoktan verilmiş çünkü Magic artık Vince Carter’ın takımı olacak.
Takımın uzun süredir en büyük sorunu asist / top kaybı oranının çok düşük olması. Bir çok maç 20’ler civarında top kaybı yapılırken asist sayısının da 20’ler civarında gezinmesi Magic’e yakışan bir tablo değil. Bu kadar şutörün ve ligin en baskın uzununun bir arada oynadığı takımda asist sayısının tavana vurması gerekir. Ancak yazının ortalarında söylediğimiz gibi topu paylaşmaktan çok önce potaya atmayı düşünürseniz yanılırsınız. Benim öngördüğüm minimum asist sayısı ortalama 24’ün altına düşmemeli. Niye 24 de 25 değil diyen arkadaşlara da Magic’in başarılı olduğu dönemlerindeki istikrarlı asist performanslarını incelemelerini öneririm.
2) Ligin en baskın uzunu olan Howard kullanılamıyor
3) İlk 5 hala muallâkta
4) Top kaybı halen önemli bir sorun
5) Takım haddinden fazla şut ve üçlük atıyor
6) Takım savunması oturmamış durumda
7) Takımın yeni yıldızının oynamadığı maçlarda daha bir takım görüntüsü aksetmekte
Basketbol, sağlık ve mutluluk dolu günler…
Not: Bu yazı NBAkolik.com için yazılmıştır.
Orlando Magic - Phoenix Suns
SVG yine kısa beşle çıktı. Bu sefer Barnes 3 numarada sahadaydı. Pietrus sakatlıktan döndü, Johnson az da olsa süre aldı. Anderson'ın şutlarına çeki düzen verip biraz daha savunmaya yoğunlaşmaya çalıştığını gördük ki 2. maçtır faul problemine giren Howard'dan kalan açıkları örtmede faydası oldu bu çabanın.
Carter yokken Magic daha bir takım gibi ama yedekler sahadayken hep rakibin daha iyi olduğunu görmek ilerisi için düşündürücü. 35 üçlük denenen Detroit maçında 80 sayı atılıp maçın verilmesi, 23 üçlük denenen Phoenix maçının 122 saı atılıp azanılması kendi mesajını veriyor zaten. Kullanılan şutların 3'te 1'ine kadar üçlüğü normal kabul edebiliriz ancak bu oran yarı yarıya ise tehlike çanları çalar. Carter'ın oynadığı, iyi savunmaya yapan bir takıma kaybedilecek ilk maç, Carter'ın ve hücum tercihlerinin sorgulanmaya başlamasına neden olur, dikkatle izlemek gerek.
Bu arada önceki gece Orlando'ya ilk mağlubiyeti tattıran Detroit'in Hidayet'in 16 sayı 7 ribaunt 6 asist Calderon'un ise sadece 1 asist yaptığı maçta Toronto'ya yenilmesi ise oldukça manidardı. Herkesin anladığı üzere yeni kadrosuyla Toronto son 2 sezondur Orlando'nun oynadığı basketbolu oynamaya çalışıyor ancak savunma yönünden örenek aldıkları eski Orlando'dan çok daha geri durumdalar. Tıpkı yeni Orlando'nun olduğu gibi.
4 Kasım 2009 Çarşamba
Sen Şuna Kısaca "Paramı Almadan Gitmem" Desene
Dün Gece Nowitzki Tek Başına Takımdı
Ama durduramadılar Nowitzki'yi.
Alman oyuncu Dallas'ın son çeyrekte bulduğu 44 sayının 29'unu kaydederek hem kulüp rekorunu kırdı hem de maçı kazandırdı. Mehmet Okur'un son dönemdeki en çok yönlü ve verimli performansı (14 sayı 14 ribaund 5 asist 4 top çalma 2 blok) ise güme gitti.
Orlando İlk Mağlubiyetini Detroit'ten Aldı
Magic Howard'a top indirmediği, dengeli şut-penetre-pota altı tercihi yapmadığı sürece bu tip mağlubiyetlere mahkum kalacaktır. Geçen maç yazısında da söylediğimiz konu bu maçta tekrar gün yüzüne çıkmıştır. Bu takımın saha içi lideri yok. Lider olması için alınan adam ise şut atma derdinde. Carter şuta dayalı oyunlar oynadığı sürece Magic'in başarılı olma ihtimali yok. Sıradan takımları yenebilirsiniz ama savunma yapmayı bilen takımlara karşı tıkanır kalırsınız.
Son söz de ilk 5 tercihi için olsun. SVG sırf Redick geçen maç kariyer rekoru kırdı diye Carter'ın döndüğü maçta ona da ilk 5'te şans verdi, dolayısıyla Carter SF çıktı. Ancak anlaşılması gereken konu şu ki Redick savunma yapamıyor. Uğraşıyor belki ama iyi bir savunmacıyı geçtim sıradan bir savunmacı olmasına bile imkan yok. Redick ve Carter aynı anda sahada olmamalı. Bu adamlar sahadayken Ryan Anderson hiç ama hiç olmamalı sahada. Pietrus ya da Barnes olmalı Carter/Redick'ten biri sahadayken. Önümüzdeki maç yine farklı bir 5 olacaktır. SVG hala bulamadı en doğru bileşimi, o da haklı Hidayet'i kaybetmek ve Lewis'in cezası onu arayışa itti ama gerçek gün gibi ortadayken pek fazla maceraya gerek yok.
3 Kasım 2009 Salı
Kıçım Ağrıdı
Beşiktaş Wolfsburg'u Yenerse...
2) Mustafa Denizli Yeniden kral, dahi, v.s. ilan edilir.
3) Yıldırım Demirören yine bir tribün şov yapar.
4) "Kartal Kurt'u ısırdı" veya benzeri başlıklar atılır.
5) Gol atan oyuncu(lar) "Kariyerimin doruk noktasındayım, futbolu Beşiktaş'ta bırakmak istiyorum" türünden mesnetsiz demeçler verir.
6) Fanatik köşe yazarları "Beşiktaş bu oyununu devam ettirsin, çeyrek final yapar, şampiyon olur, kupayı alır" tarzından yazılar yazarlar.
7) Rıdvan Dilmen "Beşiktaş kazandı kazanmasına da..." ile başlayan bir yazı yazar.
8) "Mustafa Denizli gibi kariyerli ve başarılı bir Teknik Direktör neden Milli Takım için düşünülmüyor!" anlamsızlığında yorumlar yapılır.
9) İlk kötü oyun ve puan kaybında 6. şıktaki arkadaşlar "Bu böyle olmaz, Beşiktaş bitmiş" diye yazarlarken, 7. şıktaki arkadaş "Ben geçen yazımda işte bundan bahsetmiştim" ya da "Ben geçen programda dememiş miydim Güntekin?" tarzında hayatına mutlu mesut devam eder.
2 Kasım 2009 Pazartesi
Rafa Liverpool'u Harcıyor!
Gerçekten doğru olabilir mi acaba bu? 2 kez Şampiyonlar Ligi Finali gören, 1 kez kupayı kaldıran, her sene son sekize kalan ama bir türlü EPL'de şampiyonluğa gidemeyen İspanyol'un asıl amacı daha büyük bir Avrupa takımı mı yoksa kendine hedef olarak şu sıralar hocası tartışılan bir devi mi seçti Benitez?
Whelan bir şeyleri sezmiş, bizler uzun zamandır o takımla Rafa'nın isimlerini aynı cümlede kullanmak istiyorduk, acaba Benitez de istiyor mu bunu?
Kaynak
Beklenti
"Ucuz Kahraman" başlıklı yazımın bağlantısını facebook'tan paylaşmamın ardından yazımı okuyup yorumlarını iletenler oldu. Arkadaşlarımdan biri kendisine vurulan kişinin Galatasaray Kaptanı olduğunu unutmamam gerektiğini iletirken Cristian'ın Arda'ya vurmasından sonra Arda'nın gidip Brezilylı futbolcuya vurmasını beklediğini söyledi. Arda'nın da böyle bir bekenti hissedip Cristian'a yöneldiğini düşününce ürktüm!
Şiddetin çocukluktan itibaren bir hakkını arama yöntemi-kültürü olarak bilincimize yerleştirildiğini savunanlardanım. Çünkü eve kavga edip geldiğimizde annemiz, babamız bizi avutmaya başladıktan sonra ilk olarak "sen de ona vurdun mu?" ya da "sen de ona vursaydın!" sözlerini söylemiyor mu? Vurduysak bir oh çekip üzülmememizi, vurmadıysak da bir daha bize biri vurursa bizim de ona vurmamız gerektiğini tembihliyorlar. Kısasa kısas! Ve bir dahakinde vurmadan eve dönmüyoruz!
O minicik beynimize şiddet olgusu yerleştirilirken sadece bu iletilmiyor tabi ki. Örneğin abi ya da ablamızla kavga ettiğimizde de, ilk onun bize vurmasının ardından karşılık vermiş olsak da "aaa vurulur mu abiye, ablaya o senin abin-ablan, büyüğün..." çelişkisiyle karşılaşıyoruz. Özetle bizden olana vurmuyoruz, bizden olmayana alayına gidebiliyoruz! Bizden olana vuruluyorsa, biz de bizden olana vuran kişiye vuruyoruz ya da vurulmasını arzu ediyoruz.
Tamamen içgüdüsel bir şekilde gerçekleşen bu fiziksel yönelimler çocuklukta en çok 10 kişinin, belki de kimsenin izlemediği mahalle maçları yaparken karşımıza çıkarken, 15-20 yıl sonra 50-60 milyonun izlediği 105 metreye, 68 metrelik büyük yeşil alanlarda gerçekleşiyor. İşin garip yanı da maçtan sonra televizyonlarda herkes olayı başlatanın kim olduğuna bakıp, karşılık vereni savunmaya başlayıp "mağduru" sineye çekiyor.
Evet, Haldun Üstünel'in de dediği gibi "Galatasaray kaptanına kimse el kaldıramaz." (Yani aslında kaldırır da buna hakkı yoktur ama insan yapmaya hakkı olmayan şeyleri de yapan bir varlıktır. Neyse... ) Doğru bir açıklama olsa bile derbideki benzer durumlarda şiddete eğilim potansiyelinin arttırabileceğini düşünüyorum. Çünkü o cümlenin devamında "Galatasaray kaptanına bir vurana beş vurun-vurulur-vurulmalıdır!" anlamı çıkarılabilir... Üstünel'in açıklamasına birebir katılıyorum. Çünkü Galatasaray armasının bulunduğu formayı taşıyan birine atılan tokat-yumruk, 500 yıllık bir geleneğe atılmış bir tokattır. Fakat unutulmamalıdır ki Galatasaray kaptanı da kendisine vuran kişiye vurma hakkını kendinde bulmamalı. Kendisini provokasyon amacıyla iten birini "Adam ol" nidalarıyla külhanbeyliği yapmamalı. Çünkü bu takımın kaptanı da 500 yıllık bir geleneğin taşıyıcısı, geliştiricisi, devam ettiricisidir. Yıllarca ülkenin önde gelen, ülkeye yön veren insanları yetiştiren bir kuruluşun armasını taşıyan kişi bu ağırlığı, beyfendilikle, olgunlukla kaldırabilmelidir.
Futbolda insan unsuru oldukça sinirlerin gerilmesinin de etkisiyle kavga-şiddet unsuru da illa ki içinde olacaktır. Ve Galatasaray kaptanı da bu tür olayların içinde olacaktır. Fakat Galatasaray kaptanının kavgayı körükleyen değil de bitiren kişi olması gerekmez mi?
1 Kasım 2009 Pazar
Toronto Raptors - Orlando Magic
Ha bir de Hidayet'in Howard'a yaptığı blok muazzamdı. Artık ligin tecrübeli ve iş bilen veteranlarından biri olduğunu br kez daha kanıtlar nitelikteydi. Kobe'den sonra Howrad'a verdiği bloğun fotoğrafı da posterlik.
Ölü Terörist Ahmet
Madem Oynatmayacaktınız Niye Aldınız?
Tuncay'ın Savaşı
Stoke City'nin oyuncu kadrosuna baktığımızda onları sanki biraz İstanbul Büyükşehir Belediye'ye benzetebiliriz. Ligin diğer takımlarında oynadıktan sonra gözden düşen ya da yaşları nedeniyle kapı dışarı edilen adamları bir çatı altında birleştirmiş Pulis. Geçen sezon bu evsizlerden yaptığı takımı sürpriz şekilde 12. sıraya taşıdı Pulis. Geçen sezon sonunda düşen Boro'nun oyuncularından ikisini kadrosuna kattı, Huth ve Tuncay. İkisi de ihtiyacı olan adamlardı. Huth direk oynamaya başladı takımda, stoperde eksiklerdi, kafa toplarına hakim adam eksikliğini gidermişti Pulis. Tuncay'ın da kolayca forma bulacağını düşünüyordu herkes. Keza bir kontraatak ve Delap vesilesiyle bir de uzun taç takımı olan Stoke'ta hem hızlı hem açık alanda etkili, gerektiğinde kanatlarda görev alabilecek ve o taçlara kafa vurabilecek, vuramasa da oraları karıştıracak bir adam lazımdı. Kadroda bu tarife az çok oturan adam Fuller. İşte Tuncay eksik olan parçaydı bu takımda, gerektiğinde golcü, gerektiğinde orta saha ya da kanat adamı.
Tuncay Stoke City'e transfer olduğundan beri Stoke 8 lig maçı oynadı. Bu maçların hiç birinde Tuncay ilk 11'de çıkamadı. Sadece 5'inde oyuna sonradan girdi ve toplam oynadığı süre de 88 dakika. Lig maçları dışında Stoke'un çıktığı 2 Carling Cup maçında ise ilk 11'deydi Tuncay, rotasyonda kendine yer buldu. Blackpool'u 4-3 yendikleri maçta 90 dakika sahadaydı ve 2 asist yaptı. Bir sonraki turda EPL'nin dibindeki Portsmouth'a 4-0 yenilirlerken etkili olamadı ve 81. dakikada oyundan alındı. Sonuç olarak o geldiğinden beri Stoke'un oynadığı maçlarda Pulis sadece ve sadece 259 dakika faydalandı ondan.
Bunun sebepleri ne olabilir diye düşünüyorum. Birincisi kesinlikle Tuncay Stoke'ta kesin oynar düşüncesinin getirdiği aşırı kendine güven ve rahatlık. Ne de olsa Tuncay Milli Takım Kaptanı ve bir adı var. İşte mental anlamda bir futbolcunun en büyük düşmanı bu. İkinci olarak Pulis'in oynattığı sistem katı bir 4-4-2 ve oyuncuların rolleri, sınırları kalın çizgilerle çizilmiş durumda. Tuncay ise çok yönlü bir oyuncu olmasına karşın ne çok iyi bitirici ne de oyunun iki yönünü aynı anda %100 oynayabilen bir oyuncu. Son olaraksa Tuncay'ın transfer itimalleri ve görüşmeleri nedeniyle Boro kampına çok geç katılmış olması dolayısıyla önemli bir hazırlık sürecini kaçırmış olduğu gerçeği var. Dikkat ettiyseniz Fatih Terim bile ona dayanamadı son Milli maçlarda ve oyundan aldı Tuncay'ı. Hepsini birleştirdiğimizde fiziken hazır olmayan, kafaca kendini yeni takımına adapte edememiş ve farkında olmadan kendisini fazlaca büyütmüş, üzerine bir de katı bir 4-4-2 sisteminde ömür boyu hiç görev almamış bir Tuncay'ın Pulis'in takımında gelir gelmez oynaması muhtemel değildi. Aynen öyle oldu ve Tuncay şu anda forma için savaşıyor, savaşmak zorunda. Bu sezonu İngiltere'de bitireceğine ve bu süreçte Stoke'un ilk 11'inin vaz geçilmez adamlarından biri olacağına inanıyorum ben, ama bir gerçek de kafasını boşaltıp fiziken ilerlemesi gerektiği.
Şahsi kanaatim Tuncay'ın 22 Kasım'daki Portsmouth maçıyla birlikte Stoke'ta ilk 11'de forma bulmaya başlayacağı. Bu arada oynanacak lig veya kupa maçlarında bulacağı muhtemel bir gol ona doping etkisi yapacak ve hırsını arttıracaktır. İngiltere Ligi'nde temsilcimiz olması futbolumuz için çok önemli. Senelerce Tugay'ın sürdürdüğü önemli görevi sürdürmek artık Tuncay'ın elinde. Türk oyuncuların EPL'ye gelip gelmemesi kararı verilirken bakılacak en önemli referans artık Tuncay. Zamanında Hakan Şükür, Emre, Okan devamlılık sağlayamayarak İtalya için kapıların kapanmasına sebep oldular. Tugay'ın mirasını devralan Tuncay İngiltere biletidir bir anlamda. İşte o yüzden her gün onu Türkiye'ye geri getirmeye çalışan basın organlarının, aksine onun yanına birilerini nasıl yollarız diye düşünmesi gerekir. Ama burası Türkiye ne de olsa, önce kapıyı kapatır sonra da kendi yaptığımızı unutup niye kapanıyor bu kapılar diye sorarız dev aynasının tam karşısında dururken.
Ben Tuncay'a inanıyorum ve "Ne olur sadece işine bak Tuncay!" diye haykırmak istiyorum.