Sayfalar

17 Nisan 2010 Cumartesi

2 Messi Hatırası ve Uçup Giden

Adeta Messi ile yatar kalkar olmuştuk son dönemde. Maç varsa Barcelona maçı olsun, herkes topu Messi'ye atsın, Messi bizi futbola doyursun. Oldu canım! Oldu ama hakkaten. Artık Galatasaray, Fener hatta şike olayları üzerine konuşurken bile konu bir şekilde dönüyor dolaşıyor Messi'ye geliyordu. Ben kendi adıma öyle bir haldeydim ki TSL'den maç seyretmek zulüm gelmeye başlamıştı. Hatta bazı EPL maçları bile sıkar olmuştu. Yani her gün Barcelona maçı olsa 3 öğün Messi izlesek, hatta içimizde Messi çıksa, yetmedi fazla gelse de Messi kussak oldum adeta. O kadar Messiciydim artık anlayacağınız. Neyse uzun uzun anlatılır Messinin futbol kültüründe yarattığı değişiklikler ama 2 çarpıcı hatıram ve bir kaybım var artık Messiyle ilgili.

Bir kaç gün evvel fark ettiğiniz üzere içinde bulunduğumuz yoğunluk yüzünden hem ozhano hem ben yazamazken, günlük biraraya gelme seanslarımızdan birini yapıyorduk. Ozhano Barça maçını izleyip izlemediğimi sorunca dedim ki "Hocam ben bırakıyorum Digiturk'ü." Hayırdır hocam?" dedi ozhano cevaba bak çay demle yüz ifadesiyle. "Abicim ya Messi'yi izledikçe bir tuhaf oluyorum ben, bizim maçlardan tiksinti geldi, ayda 90 lira verilir mi bu rezilliğe. Koca sezon topu topu 3-4 üst düzey maç oluyor, topluyorsun Messinin 1 devrede verdiğini vermiyor!" dememle birlikte ozhanonun cevabı net oldu "Yok olmaz abi bırakmalı Messi futbolu. Yoksa ne futbol endüstrisi ne yayıncı ne de taraftar kalacak.". Dondum kaldım bir anda, haklıydı adam. 5 dakikalık derinlemesine tartışmadan sonra Messi'nin futbolu bırakmasının Dünya futbol endüstrisinin devamı için şart olduğuna karar verip lanetledik Messi'yi. Hatta neredeyse mektup yazıp bakkallık yapmasını önerecek ruh haline geldik ki, sonraki birkaç dakikayı hatırlamıyorum kendimizden geçercesine güldüğümüz için.

2. olay ise geçen Salı günü Düzce'de yaşandı. Babamlar ev değiştirmeye karar verdiler ve salı gecesi taşınacaklarından ben de Sakarya'dan kalkıp yardıma gittim, gece orada kaldım, kuzenle beraber ağır işleri bitirdik sabah 2,5'a kadar. Saat 1 gibi salondaki yemek masasının montajını yaparken futbol muhabbeti açıldı, konu her daim olduğu gibi önce Barcelona'ya sonra Messi'ye geldi. "Abi adamların oynadığı futbolun adı yok, karşılığı yok, hele o Messi nasıl bir insan, insan değil..." falan diye anlatrken kuzen Cihat ağabeyimin şu kurduğu cümleyle hayretler içinde kaldım "Ya herkes Messi Messi diye anlatıyor, bi nasip olmadı şu elemanın maçını seyretmek." Dondum, takıldım, şaşırdım, ağzım açık kaldı. Nasıl olabilirdi, yaklaşık 5 senedir ortalığın ağzına tükürmüş bu adamın tek bir maçını nasıl seyredemezdi hem de futbol aşığı bir insan. Ciddiydi, hiç denk gelmemiş, daha ziyade Real'in maçlarına rastlamış ama Barça maçlarını izleyememiş. Bir insan Messi'yi izlemeden ben nasıl futbolu seviyorum, futbol izliyorum diyebilirdi? O gece ozhanoya söylediğimi yapmaya kesin karar verdim, hatta işte o gece içimdeki futbol sevgisinin uçup gittiğini de hissettim. Bilmiyorum belki geçicidir ama önce Messi sonra Cihat ağabey beni perişan ettiler. Digiturk'ü de ay sonu iade ediyorum. Denk gelirsem sadece Messi maçlarını izleyecekmişim gibi bir his var içimde, ama belki de izlemem, bilmiyorum. Enteresan olanı ise bu 2 olayın insana olan sevgimi arttırması, kalbimde sanki artık daha çok yer var sevmek için.

Futbol aşkımı bitirdiğin için teşekkürler Messi, ama inan acilen futbolu bırakmalısın.

15 Nisan 2010 Perşembe

Play-Off Resimleri Çizildi

Az sonra bitecek olan Phoenix - Utah maçı sonrasında Play-off resmi her detayıyla çizilmiş olacak NBA'de, Batı'nın 3.sünü belirleyecek maçı Phoenix alacak gibi duruyor. Öte yandan hem Doğu'da hem Batı'da eşleşmeler belli oldu. Son 3 maçını alarak 8. sırayı Doğu'da Toronto'nun elinden kapan Bulls Cavs'in rakibi oldu. Sezon sonundaki çıkışlarıyla 3. olan Atlanta ve 7. olan Charlotte ise sürpriz takımlar dersek yalan olmaz. Görüntü Cavs - Orlando Konferans finaline işaret ediyor. Batı da ise Oklahoma ile eşleşen LA Lakers'ın tecrübesiz rakibine karşı avantajlı olduğunu, diğer muhtemel eşleşmelerin hiç birinde ise tahmin yapılamayacağını görüyoruz.3. ile 8. takım arasında sadece 3 galibiyet fark olması, takımların güç dengesini ortaya koyuyor. Belki de son play-off sezonunu yaşayan Spurs'ün Dallas'ı geçse bile daa ileri gidemeyeceği kanaatindeyim. Finalde Lakers'ın rakibi olarak Phoenix ihtimali üzerinde duruyorum kendi adıma.

Sonuç itibariyle resim şudur Play-off'ta:

Doğu

Cavs - Bulls
Magic - Bobcats
Hawks - Bucks
Celtics -Heat

Batı

Lakers - Thunder
Mavs - Spurs
Suns - T'Blazers
Nuggets - Jazz

Ekleme: Utah kendi sahasındaki Phoenix maçını kaybedince Denver'ın da altına inip 5. sırada kaldı. 1 maçla 3 takım yer değiştirmiş oldu. 3. Suns, 4. Nuggets, 5. Jazz oldu. İlk turda saha avantajı böylece Nuggets'ın eline geçti.

12 Nisan 2010 Pazartesi

Tatlı Bir Hayaldi Play-Off

Biraz aşağıda Crucial Loss başlıklı gönderide bahsetmiştik Toronto'nun yaşaması muhtemel kriz ve kayıplarından. Dediğimiz oldu haliyle, beklenen gelişme buydu, doğal olanı, ötesi biraz hayalcilikti gerçekten, Toronto evinde Chicago'ya yenildi. Bu kayıp Chicago'yu çok avantajlı hale getirdi, aynı derecede kalsalar bile playoff Bulls'un olacak. Geriye kalan son 2 maçı Toronto'nun kazanması Bulls'un kaybetmesi gerek şimdi. O da mucizeye yakın bir ihtimal. Bulls evinde Boston'la oynadıktan sonra Charlotte deplasmanına gidecek. En azından iddiasız, yeri belli Charlotte'ı yeneceklerdir. Toronto ise dışarıda Detroit içeride Knicks ile karşılaşacak. Bosh olmadan onlar seviyesinde bir takım Toronto, rakipler amaçsız ve kendini göstermek isteyen oyuncularla dolu. Toronto play-offsuz bir yaz daha geçirecek, Chicago ise Cavs'in ateşi ile kavrulacak. Bu yaz bir çok değişikliğe gebe artık Kanada takımı, bu değişiklikler içinde Hidayet de olabilir. Sezonun en iyi hammaliyesini yapmış olsa da dün gece (19 ribaunt, 9 asist, 3 top çalma), bu sezon isteneni bir türlü veremedi skor anlamında Hidayet. Belki de biletini hazırlamıştır bile.

Artık Ben Yazıyorum bu Romanı

Şu hayatta 31. senemi yaşıyorum. Orta okul, lise sıralarında çok uzak bir hayal gibi gözüken yaşlarla dans ediyorum artık. Geriye dönüp baktığımda çok şey var yaşanmış. Geçen gün kısa bir sohbet esnasında işyerinden bir arkadaşım, sadece son bir kaç ayda yaşadıklarımın bir kısmını dinledikten sonra "Roman gibi hayatın" dedi. Oysa topu topu 15 dakikada kısacık birözet geçmiştim başıma gelenlerden. Söylediğinin ne kadar doğru olduğunu, sanki bir romanın kahramanı olduğumu da düşünmüyor değilim açıkçası. Bir film vardı onu hatırladım sonra "Stranger than Fiction". Yaşadığı hayatın bir romancı tarafından yazıldığını farkeden ve romanın sonunda yazar tarafından hayatına son verilmesine karar verilmiş bir adamın hikayesini anlatıyordu. İşte aynı o adam gibi hissediyorum şu anda.

Tek çocuğum ben. Tek çocuklarla ilgili genel yargının aksine çok dengeli bir ailede, fazla şımartılmadan, merhamet ve vicdani duyguların sorumluluk bilinciyle birleştiği bir ortamda büyüdüm. Sevgiye eşlik eden saygı oldu hep hayatımda, fedekarlık yapmayı öğrettiler, paylaşmayı öğrettiler büyüklerim bana, minnettarım, şükrediyorum, iyi ki onların ellerine doğdum. Lise çağlarıma kadar sıradan bir çocukluk geçirdim, sonra hem medeni cesaretim hem de çalışkanlığım ve kafama koyduğumu yapmamla sivrildim. İşin garibi o sivrilme esnasında başladı hayatımdaki olumsuzluklar. Her bir adım ileriye atışımda, sanki o yukarıda söylediğim yazar özellikle öyle yazıyormuş gibi en az bir olumsuzluk, bir engel çıktı karşıma. Vazgeçmedim hiç çabalamaktan. Aynı anda hem kısa hayatımın en gurur dolu günlerini yaşadım hem de yıkıcı. Lise, üniversite hep böyle geçti. Çok başarılı, sosyal, gurur duyulan bir genç ama içinde fırtınalar var gizliden. Hastalıklar, kazalar, ölümler, kayıplar, çöküşler, bitmek bilmez dertler, ama hep sabır. İşte en büyük hatayı o zaman yaptım. Hayatımda bir çok fırsat yakaladığım halde farklı bir senaryo için, yaşamak istediğim hayatı istedim hep. Ama her kimse o romancı bana bile bile, acımadan o hatayı yaptırdı. Düzeltebilirim sandım, değiştirebilirim sandım, hissettiklerimi başka şeylerle karıştırdım, karıştım. Ya da o yazar, o romancı olacak terbiyesiz öyle sanmamı istedi.

Sabır dolu seneler, mutlu olma ve etme çabaları, gülmeyen yüzler, tatmin olmayan ruhlar, hep daha fazlasını isteyen ama suçu başkasına atan insanlar. Dayandım, değişebileceğine inandırmaya çalıştım kendimi, sabrettim, dua ettim... Sonra bir gün yazar fikir değiştirdi, olmadı bu dedi, haketmiyorsun bunları, seni getirmek istediğim yer burası değildi, affet beni. Sihirli bir dokunuş gibi. İlk önce anlamadım, herşeyin daha kötüye gideceğini sandım, ne yapacağımı şaşırdım. Ama öyle bir olay örgüsü yarattı ki hayatımın onca senesini berbat eden romancı, öyle bir çekip aldı ki beni inanamadım. Sanki kabuk değiştirdim, başka bir adam oldum, bütün sıkıntılarımdan bir çırpıda sıyrılıverdim. Bütün duvarlar teker teker yıkıldı önümdeki. Bambaşka bir adam oldum, gerçek kendimi buldum, içimdeki o eski dertli ve sorunlu adam öldü, yerine ben bir kez daha doğdum, arınmış gibi, kutsanmış gibi...

Ne çok hasretim varmış, gözlerimin önündeki perde kalkınca şahit oldum. Ne kadar yalnızmışım, yalnızlığa zorlanmışım. Ailem başta tüm sevdiklerimle kucaklaştım, yeniden bütün olduk. Kaybettiğim dostlarım, içimde sızısı kalan arkadaşlarımla buluştum teker teker, ilk kez gibi, özlemle, tertemiz bir hasretle.

Sonra yazar sanki diyetini öder gibi bana yaşattıklarının, yetinmedi kendimi bulmamla, insanlarla yeniden kavuşmamla, hayatımın rayına oturmasıyla bir ışık yaktı. "Işığa bak!" Baktım. Çok parlaktı ama uzaktaydı. Vazgeçmedim bakmaktan, baktığım her an yaklaştığını gördüm, yaklaştıkça daha da netleşti görüntü. Işığın içinde bir yüz vardı. Tanıyordum bu yüzü ben, hep bir ışıltı görmüştüm bu yüzde ama seçememiştim gözümün önündeki o kalın perdelerden. Aslında ışığın ta kendisiymiş o yüz, sadece kendisini fark edene yol gösterirmiş. Tam karşısında durdum ışığın, uzun uzun baktım, alamadım gözlerimi. Hep de bir korku içimde ya yazar vazgeçerse yazdıklarından? Ben vazgeçmeyecektim, o yazmasa da ben yaşayacaktım. Başladım. Gülümsedim, gülümsedi, elimi uzattım, o da uzattı, sıkıca kavradım, yine o da. Sonra birden ışığın bana da geçtiğini hissettim, hiç bilmediğim bir duygu, hiç yaşamadığım, ilk kez yaşatılan. Rüya değil, hayal değil, bu sefer kurgu da değil. Kalemi aldım yazarın elinden, kendim yazmaya başladım hayatımı. En çok böylesi bir ışığa muhtaçtım. Yeni başladım yazmaya, aslında yeniden, bana yazdıransa ışığın ta kendisi, 31 senedir aradığım olduğunu yeni anladığım, ona kadar yaşanan her şeyin detay olduğunu keşfettiğim ışık...