Sayfalar

Hidayet Türkoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hidayet Türkoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Kasım 2012 Cumartesi

Hidayet'in Sol Eli Kırıldı, Orlando Kazandı

Glen Davis ve J.J. redick'in yıldızlaştığı maçta hem savunma hem de hücumda maça fena başlamayan Hidayet'i kaybetti Orlando. Afflalo, Nelson, Vucevic dökülürken bençten gelen Redick, Moore ve McRoberts önemli katkı verdiler. Gallinari'nin 23 sayısına karşılık başka bir Denver oyuncunun sivrilmesine izin vermeyen Magic'te bu galibiyet tecrübesiz genç konç Vaughn ve patronu genç Hennigan için muhteşem bir başlangıç olacaktı ki 3. çeyrekte Hidayet sol elini kırdı. Takımın en tecrübelisi olan ve liderlik yükünü çekmesi beklenen Hidayet'in en az 1 ay sahalardan uzak kalması bekleniyor. Aslında maçla ilgili yazılacak çok şey var ama şu gelişme keyfimi fazlasıyla kaçırdı. Orlando'nun işi zaten zordu ama artık zor yetersiz bir kelime gibi geliyor.


27 Nisan 2012 Cuma

Hidayet Geri Döndü, Indiana'ya Karşı Oynayacak

Yüzündeki kırıklar nedeniyle 10 maç kaçıran ve play-off'a kadar dönüp dönmeyeceği belli olmayan Hidayet Türkoğlu parkelere geri döndü. Dün gece normal sezonun son maçında Magic'in bildiğimiz klasik kadrosundan sahada olan tek isim Hidayet'ti. 4 üçlük isabeti ve toplamda 18 sayısı ile 30 dakika sahada kaldı ve maskesiyle birlikte ilk 5'teki yerine döneceğinin kuvvetli sinyalini verdi.

Howard'ın şımarıklıkları sonrası gelen sakatlığı ve ameliyatının ardından sezonu 37-29 ile bitiren Magic'i adeta Allah korudu ve Chicago, Miami ve Boston üçlüsünden sıyrılarak sezonun son bölümünde 3. sıraya yerleşen Indiana ile ilk turu oynama şansını yakaladı. Howardsız bir Orlando için ilk turda eleyebileceği tek ekip Indiana'dır yukarıdaki 4'lüden. Big Baby'nin pivot olduğu bir takım ancak iyi dış savunma ve dış hücumla Indiana'yı geçebilir. 15 üçlük civarında isabet bulduğu ve Anderson'ı savunma ribauntlarına konsantre ettiği her akşam Orlando için galibiyet ihtimali vardır.

Dwight efendi beğenmese de bu takımın en büyük şansı Van Gundy gibi bir koçu olmasıdır. Dolayısıyla bu tur geçilecekse turu geçiren isim parkede koşturanlardan biri değil kenardaki şişman adam olacaktır.

Her zamanki iyi niyetim ve optimist yaklaşımımla Orlando turu 4-2 ile geçer diyip kaçıyorum.

6 Nisan 2012 Cuma

Hidayet'e Kamyon Çarptı

Fotoğraf Milliyet'ten, dirsek dün geceki maçta Carmelo Anthony'den. Kırık yok, 3 dikiş var diye sevinmiştik ama filmler çekildi acı gerçek ortaya çıktı. elmacık kemiği ve civarında kırıklar var, Hidayet bugün ameliyat oluyor, 3 hafta da sahalardan uzak kalacak, Play-off'a yetiştirmeye çalışacaklar genci. Geçmiş olsun Hidayet...

18 Şubat 2012 Cumartesi

Düze Çıkmaya Çalışan Orlando

Geçen hafta sonundan beri çok yoğun bir iş girdabındaydım, dolayısıyla maçları zamanında izleyemeyip üzerine vakit de bulamayınca yazmaya Magic’in toparlanışını yansıtamadık Salata’da.

Atlanta maçı dışında kalan diğer maçları seyredebildim, o maçın da geniş özetine vakıf oldum. Tam bir çöküş trendine girmiş olan takımın birden tekrar potaya girecek galibiyetleri nasıl aldığını çoğunluk merak ediyordur sanırım, hele bir de maçları izleyememişlerse. Burada 1. Faktör Hidayet’in ve Jason Richardson’ın hem oyun hem de skor anlamında toparlanması kesinlikle. Bu 2 isim oyunda etkili olduklarında Howard ve Anderson üzerindeki baskı, ikili sıkıştırma mecburen azalıyor. Ne zaman ki bu isimler oyundan kopuyorlar o zaman Howard da Anderson da savunması kolay isimler haline geliyor. Bu noktada hem oyuncuların hem de SVG’nin ciddi bir odaklanması olduğu kanaatindeyim. Keza sezon başından beri ilk kez J-Rich inanılmaz koşuyor ve perdemelerden çıkıp şut buluyor. J-Rich de Hidayet de sezon başından beri ilk kez bu kadar potaya gidiyorlar. Bu oyunları içeriyi rahatlatınca skor tabelasında 33 ve 12 numaraların yanında sık sık 20’li sayılar yazıyor. Anderson’ı hep üçlükleriyle aklımıza getirsek de hem pota altında son dönemdeki agresifliği hem de orta mesafe de sırtı dönük top alıp şut kullanmaya başlamasıyla yıldızlık mertebesine doğru ilerlemekte genç forvet.

Yazamadığım bu süreçte 2 Bucks maçına çıktı Magic ve 2 galibiyet aldı ki her iki maçta da Ersan’la Hidayet’in karşılıklı güzel oyunları vardı ki ciddi gururlandık. Ancak her iki maçı da son çeyrekte çevirdiğimizi ve bunda Skiles’ın rolünün büyük olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ayrıca geçirdiği ciddi sakatlık sonrası Bucks’ta şans bulan Livingstone’ı da hayranlıkla izledim. Onun daimi destekçisiyim. Jennings’in ile bir bomba olduğunu ve bu sezon patladığını düşünüyorum. Nelson’a karşı bu kadar etkisiz olması onun kalitesi için bir ölçü olsa gerek. Son dönemde takımda iyi giden 2 diğer konu da Duhon’un geldiğinden beri ilk kez son maçlarda etki göstermesi ve Redick’in bençten gelip ciddi skor üretmeye devam etmesi.

Peki takımdaki sıkıntıları sırlamak gerekirse neler ön plana çıkıyor:
1) Howard’ın aşırı bencil oynamaya başlamış olması ve artan sinirliliği.
2) Nelson’ın istikrarsızlığı ve savunmadaki etkisizliği.
3) Son maçlarda ön plana çıksalar da fizik olarak çok iyi durumda olmayan J-Rich ve Hidayet.
4) Glen Davis’in takıma katkısının 0’a yakın olması.
5) Bençte Redick dışında skor katkısı verecek ciddi 1 ismin daha olmayışı.

SVG elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışsa da şu dakikaya kadar Otis Smith’in takıma bir uzun eklemek adına hiçbir şey yapmaması All-Star’dan sonra takas ihtimalinin kuvvetlendiğini gösteriyor. Biz şimdilik bu galibiyetlerin takıma özgüven aşılaması umuduyla All-Star arasına kadar kayıpsız gitmeyi umuyoruz.

Son 5 maç:


13 Aralık 2011 Salı

Orlando'da Hareketli Günler

Şu sıralar Dwight Howard'ın içinde Hidayet'in de olduğu bir paketle Gasol ve Bynum karşılığında Lakers'a ya da Nets'e gidebileceği gündemi Chris Paul takası gerçekleşmeyince en çok meşgul eden konu NBA'de. Orlando'da ise Howard'ı tutabilme düşüncesi ön planda ve bu yüzden kadro derinliği ve etkinliği sağlayacak hamleler peşinde Otis Smith. Her ne kadar Wan der Veide nam-ı değer damat abi "artık bu strese dayanamıyorum" dediği için kaçmış gibi gözükse de, Magic'te çalışmalar durmadı.

Önce Jason Richardson ile bir kontrat imzalandı. J-Rich'in uzun vadeli kazık kontratı geçen sezon sonu bitmişti. Yeni kontrat 4 yıl ve 25 milyonluk. Akıllıca bir hamle oldu. Sonrasında bir türlü istenen seviyeye gelemeyen Bass Boston'a Glen Davis ve Von Vafer karşılığında gönderildi ki hem genç hem de potansiyelli olması açısından Davis önemli iş görecektir Orlando'da. Von Vafer ise serseri mayın, pimi çekilmiş bomba sözlerinin canlı temsilcisi adeta. Ondan bi numara olmaz :) Ligin yeni bütçe affı maddesine dayanarak Arenas serbest bırakıldı. Arenas'ın 3 yıl ve 62 milyonluk daha kontratı vardı. Bu miktar Magic'in cap'inde gözükmeyecek ama oyuncu ödemelerini almaya devam edecek.

Bu arada Odom takasla Lakers'tan Mavs'e geçti. boştaki Vince Carter da ona katıldı Dallas'ta. Anthony Parker Toronto'ya, Chauncey Billups Clippers'a, Shane Battier Miami'ye, T.J. Ford San Antonio'ya, Kurt Thomas Portland'a (hem de 2 senelik), Radmanovic T-Mac ile birlikte Atlanta'ya imza attı. Tyson Chandler da takasla New York Knicks oyuncu oldu.

NBA'de piyasa kızışmış vaziyette ve lig başlayana kadar geçecek 12 günde her türlü sürpriz beklenebilir.

30 Aralık 2010 Perşembe

Ozone'a Geri Dönen Kelly ...


Aslında Hidayet bahsini çok da uzatmak ve abartmak istemiyorum. Bahsettiğimiz; yolunda giden bir sürecin nasıl patika bir yola sürülerek yolundan çıkartıldığıdır. Asla, Hidayet’i ulaşılmaz bir varlık, vazgeçilmez bir insan ya da bir kahraman telakki etmek değildir amacımız. Hidayet neden geri çağrılır takıma? Hidayet bulunmaz hint kumaşı mıdır? Bunun basit izahı tükürdüğünü yalamaktır. Vedat Türkali’nin bir romanından aklımda kaldığı kadarıyla, kahramanların çıkmaya türemeye başladığı yerde hep gerileme kaybetme başlamıştır minvalinde bir şey hatırlarım. Amerikan popüler kültürünün zihinlerimize nakşettiği en önemli paradokslardan biridir esasında kahramanlık olgusu. Kahramanlar değiştirmiştir tarihin gidişatını, diye öğretir bu doktrin, ama tadından yenmez çelişkiler de barındırır. Mesela kahramanlar o gün yani yaşandığı ‘an’ yaratılmaz, ortalık süt liman olur, ertesi gün olur, ortalık sakinleşmiştir yatışmıştır, yağlı ballı kahvaltılar hazırlanmıştır. Artık o geride bırakılan ‘an’ın hikâye edilmesi gerekir. Hikâyeler yazılmaya başlandığı an kahramanların yaratılması da artık kaçınılmazdır. En kolektif hareketlerin hikâyelenmelerinde bile bu hiyerarşi göze çarpar. Dünyada bir hikâye gösterin ki kahraman yaratmasın muktedir-yönetilen ilişkisi ruhunu oluşturmasın. Bu hikâyelerin en âşıkları en sevenleri de bugün Amerikan halkları olmuştur. Süpermenler batmanlar Jordanlar vb. Ama biz bu oyunlara gelmeyeceğiz kuşkusuz. Bu yola girersek kendi kendimizi tekzip etmiş oluruz ve emin olun, bataklığın içine saplanıp kalırız. Biz en başından beri bir sisteme dem vuruyoruz ve tabii ki o sistemi oluşturan elemanların da kaliteli sağlam ve birbirlerine uyumlu olmasını buralarda tekrarlayıp duruyoruz.


Tişört, ‘Breakin’ 2: Electric bogaloo’ filminden esinlenerek hazırlanmış. Filmin adından çıkarmışsınızdır; bahsettiğimiz bir devam filmi. Aslında, madem filmi de yazıya meze edeceğiz, ilk filmi de izlemek gerekir diye düşündüm baştan, ancak bahis filmin ikincisinin sabır kaldırmaz halini görünce bir bir-buçuk saatimi de birinci filme feda etmeye gözüm almadı. Eminim filmin herhangi ikisinden birini izlemiş olursanız bana hak vereceksiniz.

Kafadan uyarılarla başlamayı münasip buluyorum: film 1984 yılında yapılmış, yani annem-babam daha evli bile değiller o zaman. Filmin imdb notu: 4,0. Aslında bu notlar benim film ile ilgili düşüncelerimde ölçüt değildirler. Ne var ki, ufak da olsa bir fikir verme açısından değerlendirilebilir bir gösterge. Eğer türü nedir diye de tutturursanız, herhangi bir sınıfa atsanız atılacak hali olmadığı için verebileceğim bir cevabım yok. Divxplanet’te müzikal denmiş filmin türüne. Daha önce müzikal izlememiş arkadaşlar varsa da müzikal türden soğutturacak kadar bayağı bir film. Filmin çekim açıları bildiğimiz Amerikan hiyerarşik bakış açısıyla çekilmiş, yani aşina olduğumuz basitlikler mevcut. Alt metin okumak da çok kolay değil film için: bir yerlerinizi yırtsanız, belki o da, bir kapitalizm eleştirisi var, dersiniz. Ancak filmin sonunda, kapitalist ağbiler yine insaflıdır, onlar olmazsa sizden bir halt olmaz, ne ederseniz edin, o kin beslediğiniz şefkatli, yüreği yufka kapitalist babacanlara muhtaçsınız da denmeye gelinmiştir.

Açıkçası film boyunca, filmin Hidayet’in Orlando’ya dönüşüyle olan ilgisine benzerlikler yakalamak için dikkatimi oraya yoğunlaştırmıştım. Filmin başkarakterinin adı Ozone’dur. Filmin alt hikâyelerinden biri de Kelly’nin kariyer ve para uğruna Ozone’dan ayrılması ve sonra asıl yerinin asıl mutluluğun Ozone’la beraber mücadele etmede olduğunu anlayıp dönmesidir. Kelly’nin Miracle’a yani Ozone’a(O-zone’a: Orlando zone) dönmesiyle efsane günler de geri gelir. Filmin ilk ayağını izlemediğim için arkadaşın tişörtü hazırlarken ki düşündüklerine vakıf olamamış olabilirim. Çıkarımlar tamamen ikinci ayaktan.

Filmin merkezinde, modern dans grubu demeye dilim varmıyor, bir kasabanın bölgenin varoşun favelanın, artık hangi idari ya da sosyal birimle adlandırırsınız size kalmış, işte oranın break-dans yapan çocukları var. Film Ozone, Turbo, Kelly adlı üç çok yetenekli break-dansçısı üzerinden dönmekte. Bütün mahalle break dans için çıldırmaktadır ve bu dansın yaşayan üç efsanesi bu adlarını zikrettiklerimdir. Ozone ve Turbo bu mahallenin çocuğudur, ancak Kelly hanım evladı, zengin p.çi, süt çocuğudur. Esasen lafın gelişi öyledir, sonuçta ve hakikatte Kelly bu mahallenin evlatlarıyla düşüp kalkar onlarla yürek kader birliği etmiştir. Bunun için ailesine bile sırtını dönmüştür. Ozone, mahalledeki çocuklar açta açıkta kalmasın diye tiyatro binası hükümet konağı benzeri bir yapı inşa ettirir- inşa aşamasını göremeyiz tabi- .Bu yapı bir nevi enstitüdür(adı: Miracle). O yapı kurulmuş edilmiş boyası yapılmış sıva edilmiş bir de eğitime başlamış, ama ne hikmetse günün yarısını mahallede geçiren Kelly bunlardan habersizdir. Ozone bir gün, aaa biz bir işe kalkıştık, sana göstermedik değil mi, der ve Kelly’nin kolundan tuttuğu gibi binayı gezdirmeye başlar. İlk girdikleri salonda dans çalışması vardır, ikinci girdikleri yerde boks antrenmanı yapılıyordur, bu arada boks antrenörü de mahallenin Gundy’sidir. Mahalle bir dediğini iki etmez bu üstat kişinin. Ozone da sağ koludur, yani Howard’ıdır. Burada araya bir iki not ekleyelim. Ozone da Howard gibi çok sakacı ve duygusal bir adamdır. Bulunduğu grubun merkezidir. Ne yaparsa onlar için yapar, ama boks hocasının da sözünden asla bir adım dışarı atmaz. Howard ile aralarında benzemeyen bir şey; Ozone’un çok rezil giyinmesi ve yalan yok biraz çirkin olmasıdır. Yaşar Alptekin’in step-aerobik halleri gözümüzün önüne canlanıp irkiltir bizi. Bir de düşünün o cafcaflı kıyafetlerin üzerinde Stephen Jackson bıyığını. O kadar çirkinliğin yanında adamlığı bizim filme tutunmamızı sağlar.

Gelin görün ki, iyi olmak, insanlar için didinip çalışmak bir işe yaramıyor, iktidar sahibi sermayedar ağbiler o bina kar getirmiyor diye orasını cevahir alışveriş merkezi yapmak istiyorlar. Mesele Yargıtay’a kadar gitmiyor belki- adamlar ne bilir yargıtayı, onlar da bizim gibi avukatsızlar- ancak yerel yönetimde fırtınalar kopar, bizim iyi uşaklara 30 gün 200 bin dolar getirin, o zaman kazançlı bir yer olduğunu bize ispatlamış olursunuz, der yerel yönetim ve koşuşturmaca başlar. Burada da Otis zihniyetine atıfta bulunmak gerekir. Bu yapıda bu toplulukta herkes mutlu, dansını ediyor, boksunu yapıyor, atlıyor, terliyor yani işler yolunda, adamlar aşmış gidiyor, bizim belediye ya da müteahhit/yüklenici zihniyetli adamın biri çıkıp hemen klasik yöntemlerle oraya beton yığınını dikmek istiyor. Arkadaşlarım, kabul ediyoruz ki, Carter Hidayet’ten de Lee’den de daha estetik bir adam, o içeri kuğu gibi süzülürken gecenin bir yarısı bize de bir rahatlama geliyor. Ama kaçıncı deneyden geçti Carter. Artık aynı yere farklı adlarla elli tane alışveriş merkezi dikiliyor, zihniyet aynı adamlar isimler farklı, ama değişen bir şey yok, yine aynı tatsız tuzsuz tekdüze donuk silik bir hayat barındırıyor içinde o merkezler. İlk birkaç gün, ne de güzel olmuş diyoruz, yeni bir şeye sahip olmanın gazıyla hazzıyla, ama alışverişin bir kültürü yok ne yazık ki. Lewis takası sonrası, genel kanı, Orlando’nun geleneksel yöntemlere geri döndüğü yönündeydi. Şunu sormazlar mı insana; Carter takımdayken basketbolun hangi görülmemiş denenmemiş yönetimini uyguluyorduk ya da Carter hiç kimsenin hayal bile demeyeceği bir sistemi işlemenin bir parçası olabilir miydi? Yani dört numaranız Bass oldu diye, prezervatifi bırakıp klasik yöntemlere mi dönmüş olduk? Bunlar güleç yüzlü tombul adamların sayıklamalarından başka bir şey değildir, bu ancak Gundy’i küçümsemek, yok görmektir. Bunların genel kanı olmasına karşı duracağım burada. Takımın mükemmele gittiğini iddia etmemekle beraber, analizlerimizin daha sağlıklı olması için gecelerini sabah eden bizler bu laflara cevapsız kalmayız.

Nutuk atmayı kesip filmimize devam edelim. 200 bin doları denkleştirmek için mahalle seferber olur, bebeler mendil parlement satar, arabaların camları yıkanır, esnafa beş tanesi beş milyondan kalem kakalanır falan filan… Tabi gece gündüz dans eden bu arkadaşlar, dans etmeyi asla bırakmamışlardır, bir dakika yok ki tedavüle çıkmamış bir dans figürü görmeyelim filmde… Sadece sermayedar ağababaların kirli işlerin dolapların çevrildiği sahnelerde hayın müzikler çalar, gayet doğaldır; dans da yoktur bu sahnelerde, bol bol kıvırma izleriz sadece. Süregelen sahnelerde dans, ekranın karşısındaki bizleri de yormaktadır artık. Hatta, sürekli dans etmekten oluşan ter ve koltuk altı kokusunu duyumsamaya başlarsınız. Mahallede bir de kötü çocukların oluşturduğu grup vardır, bu arkadaşlar da içkinin esrarın peynir ekmek gibi gittiği Radiotron’a takılırlar. Ozone ‘punker’ ya da ‘punky’ diye dalga geçmektedir aklınca bu arkadaşlarla. Kavga çıkarmada sudan sebepler arayan bu iki tayfa, boş bir boya spreyi yüzünden kavgaya tutuşur ve kimseye en ufak bir fiskenin bile vurulmadığı büyük bir kavgaya tutuşurlar. Adamlar dans ederek birbirini alt etmeye çalışırlar. Bunun dışında, iki sahnede daha akıl almaz şeyler gelişir. Filmin başında tüm mahalle break dans eşliğinde oradan oraya akmaktadır; trafik polisi, boyacı, manav, travesti, herkes ama herkes görülmemiş güzellikte dans figürleri sunarak tahammüllerimizi zorlarlar. Bir diğer sahnede ise, işçilerin yemeğini çalmasının cezası olarak Allah tarafından çarpılan ve işçilerden kaçarken merdivenlerden yuvarlanıp kafası kanlar içinde kalıp bacağına sargılar atılan Turbo’nun kaldırıldığı hastanede sağlık personeli ve iyileşmesi mümkün olmayan hastalar dâhil herkesin break dans eşliğinde coşmaları yine tahammül sınırlarımızı zorlamaktadır. Herkesi anladık da başhemşirenin de break dans’a iştiraki hiç de inandırıcı olmamış( her şey inandırıcı ya, buna inanamıyorum).

Tüm bunlardan sonra başlarda da söylediğim gibi eksik kalan 50 bin dolar Kelly’nin zengin babası tarafından bir buzzer-beater ile tamamlanır. Yani illa olay son dakikaya kahramanlığa bağlanacaktır; kaçınılmaz. Tüm bu gelişmelere yaşananlara kavgalara gürültülere rağmen, Miracle’ı asıl ayakta tutan Kelly’nin yani beyaz kızın Ozone’a geri dönmesidir. Kelly, çok yeteneklidir yüreklidir ama bunun yanında Paris gibi bir yerde dansın müziğin reklamını yapmanın para kazanmanın beşiğinde sallanıp tatlı rüyalat görmek vardır, ama gitmeden oraların ona göre olmadığını anlar. Hidayet ise tecrübe ederek geri dönmüştür. Nba’de filmdeki gibi insancıl koşullar mevcut değildir. Yani, gitmen geri dönmen aslında senin elinde değildir pek. Her ne kadar serbest kalıp istediğin yere gitme özgürlüğün olsa da, insanların oyununa yeteneğine verilen değerin parayla ölçüldüğü bir alan olduğu için Nba, bu çarkın işleyişine aykırı hareket edemiyorsun, yine en çok parayı verenin yeteneklerine en çok değeri verdiğine aldanarak parayı basana kaçıyorsun. Aslında bu son dönemde gelişen olaylardan sonra çıkartabildiğim en sağlıklı sonuç ne Hidayet ne Howard ne Arenas ne Otis ile ilgili, tek söyleyebileceğim; Gundy’nin çok büyük ve baba bir adam olduğudur. Ama, inşallah Gundy için de bir tişört bastırırlar da onun için yazarız bir gün, konu Hidayet ile alakalı olduğu için onla bitirelim: Ozone’a (O-zone'a) tekrar hoş geldin Kelly.