Sayfalar

31 Aralık 2008 Çarşamba

Mutombo Yeniden Parkelerde

Resmi kayıtlara göre 42, resmi olmayan kayıtlara göre en az 46 yaşındaki efsane pivot Dikembe Mutombo Rockets ile yeniden imzaladı. Bu da demek oluyor ki 40 yaşından sonra spor sadece sağlık için değil para kazanmak için de yapılabilirmiş. Helal olsun sana Koca Şef!

Yazamadığımız Orlando Maçları

Almanya'da olduğum süre zarfında ve yurda döndükten sonra hastalıklar ve yoğun iş temposuyla geçen çılgın zamanda kendim başta olmak üzere bir çok şeyi ihmal etmek durumunda kaldım. Bunların en başında da salata geldi tabii ki. Neyse bu telafi gönderisiyle açılışı yapalım.

20 gündür üzerine yazamadığımız Orlando MAgic bu süre zarfında 9 maça çıktı. İlkinde Phoenix'e Grant Hill efendinin bitime 2.7 saniye kala attığı basketle yenilirken sonuncusunda da rakiplerimizden Detroit'e kısır sayılabilecek bir maçta Nelson'ın gerçek kimliği reklam edilirken 88-82 yenildik. Aradaki 7 maç ise bir galibiyet serisi oluşturdu. Hornets galibiyeti ve Pistons mağlubiyetini bir kenara koyarsak Nelson'ın adeta sağlam bir Baron Davis kimliğinde oynadığı bir 9 maçlık dönem yaşadık. Geride kalan kariyeri boyunca hiç bu kadar arka arkaya dominant oyununu görmemiştik Nelson'ın. Ancak karşılaştığımız rakipler ve oyun kurucularına baktığımızda özellikle Nash-Paul-Stuckey karşısında Nelson'ın hep geride kaldığını görmekteyiz. Üstünlük kurabildiği adamlar ise Watson-Bellinelli-Foye-Telfair tipindeki adamlar. Parker'ı kötü bir gününde yakaladığını, Williams-Fisher'la benzer performaslar verdiğini görüyoruz. Yani ligin saygın ve dominant oyun kurucularına karşı halen bir başarısı yok. Zaten öne çıkması gereken maçlarda öne çıkmış, aslında diğerlerinde de idare etmiş formatında. Ancak oyun kurucu bölgesi de yavaş yavaş Avrupalılar tarafından ele geçirilen Amerika Basını hemen şişirmeye başlamış durumda Nelson'ı. Buna da hoşgörüyle bakmak gerek.

Takımdaki diğer taşlar ise yerlerinde ağır olmaya devam ediyorlar. Nelson öne çıkarken Hidayet'in "yama" görevine itinayla devam ettiğini, Lewis'in zaman zaman 118 milyonu hak edecek performanslar verdiğini, Howard'ın standardının altına pek düşmediğini gördük. Şaşırtıcı bir gelişme olarak da seneler sonra Howard'ın 2 maç birden kaçırmasını sayabiliriz. Bu maçlarda yerine sahne alan Gortat da aslında son derece umut vaad eden ve rotasyonda her daim olması gerektiğini ispat eden performanslar verdi. Takımın sakatlıklar sonrası oturmayan bölgesi ise 2 numara. Pietrus'la sezona iyi başlanan bu bölgede şu sıralar Pietrus iyileşip eski formuna kavuşamadığı için halen Bogans oynuyor, fakat onun da geçen seneki şut ritmine ulaşamaması bazen takımın elini kısa bırakmakta. Redick rotasyondan savunmayı bir türlü becerememesinin yanında artık şut da sokamadığı için düşerken, Lee rotasyona tutunmayı başardı. Battie'nin uzun beşte 4 numarada, kısa beşte 5 numarada verdiği performanslar ise tatminkar.

Takımın derecesi şu an için 24-7, Cleveland'ın 2,5, Boston'ın 3,5 maç arkasında Doğu Konferansı 3. sırasındayız. NBA genelinde ise 4.sırada. Deplasmandaki galibiyet oranımız olan 11-4'ün daha iyisini yapan tek takım ise lig lideri Boston (11-3).

Şu 1 hafta içinde sezonun geride kalan kısmını değerlendirdiğim yazı hem nabakolik'te hem de burada yayında olacak umarım.

25 Aralık 2008 Perşembe

Francis'ten Cacık Olur mu?

Houston Rockets'in sorunlu ve sakat yıldızı eski Magic'li Steve Francis 2009 oyuncu seçimleri 2.tur seçme hakkı ve nakit para karşılığında Memphis Grizzlies'e takas edildi. Yeni takımında diz sakatlığının durumun test etme, sağlıklı ise oynama fırsatı bulacak olan Francis'ten, şahsi kanaatim, artık bir cacık olmaz! Memphis'e tek katkısı sezon sonu bitecek olan kontratıdır.

Ben asıl Almanya'dayken kaçırdığım J-Rich takasına yanıyorum. Üzerine söylecek çok şeyim vardı, Bell ve Diaw'ın neler yapabileceğini uzun uzun konuşmak isterdim. Artık bayat bir konu, söyleyen söyleyeceğini söyledi, ileride takas sonrası bir Bobcats ve Suns değerlendirmesi yapar rahatlarız.

Acaba Francis'i oynatmak için kimin canını yakacaklar Memphis'te güncel soru bu?

Bu arada bu dönemd kaçırdığım Magic maçları da bir aksilik olmazsa hafta sonu değerlendirmede.

Şekilsiz Topun Peşinde...

Türkiye’deki eski adıyla Amerikan Futbolu yeni adıyla Korumalı Futbol’a ilgi her geçen gün giderek artıyor. Zamanında dönemin popüler özel kanalı HBB’de banttan yayınlanan maçları seyrederek sevdalanmıştık bu spora. Dev gibi (en azından öyle gözüken) adamların birbirlerine kafa göz yararcasına, acımasızca girmesi önce ilgimizi çekmişti. Günler geçtikçe aslında işin öyle olmadığını, o bol çizgili yeşil sahalarda yapılanın bir kavga değil, tam aksine bir satranç oyunun tezahürü olduğunu idrak ettik. Yapılan her koşunun, her bele sarılmanın, her adam indirişin çok yüce bir sebebi vardı. Bunu anladığımız gün daha bir içimize işledi o ilk başta şekilsiz gözüken topla oynanan oyun. O şekilsiz top aslında büyük generallerin komutasındaki gladyatörlerin elinde bir silaha dönüşen, eşsiz bir varlıktı.

Tam da içimize işlemişken bir anda kapanıverdi HBB, ayrı düştük, ama hiç unutmadık sevgiliyi. Ne zaman ki internet yaygınlaştı, işte o zaman depreşti içimizdeki volkan. Seneler boyu uzaktan seyrettik, artık boynumuza kadar içindeyiz.


90’ların başından beri, tıpkı “Beyaz Gölge” dizisinin basketbola aşkı doğurması gibi, HBB’nin Türkiye’de Amerikan Futbolu’na yaptığı tartışılamaz. Amatör ruhla çıkılan yolda 2005’te TBSF tarafından bir federasyon bünyesinde bir araya gelmek kuşkusuz çok çok büyük bir adım. Ancak geride kalan kısa süre içerisinde birkaç kez federasyon başkanı değişmesi bu sporun gelişimine ve tanıtılmasına büyük sekte vurdu. Daha emekleme aşamasında olan bir spor dalı ve ilgili kurulları için doğal olarak hemen mükemmelleşme beklenemez, ancak 3 senedir yaşananlar atılması gereken adımların çok yavaş atıldığını da ortaya koymuştur.


Amerikan Futbolu’nun hem dünyada hem de Türkiye’de temelini büyük oranda Üniversite öğrencileri oluşturmakta. Öyle ki aktif üniversite takımlarının sayısı kulüp takımlarından daha fazla konumda, bu sporla ilgilenip de bunu bilmeyen yoktur. Ancak geçen sene ilk kez ciddi anlamda lig organizasyonu yapılırken sanki Üniversite takımları olsa da olur olmasa da olur gibi bir yaklaşım sergilenmiş, gerek lig organizasyonu yapılırken gerekse gruplar ve fikstürler belirlenirken neredeyse hiçbir üniversiteye danışılmamış ve masa başında matbu evrak düzenlenir gibi sezon planı yapılmıştır. Aynı zamanda Kürek Federasyonu’nda Ulusal Hakem olarak görev yaptığım ve daha önce hem kürekte hem de diğer branşlarda birçok ulusal ve uluslararası müsabaka ve organizasyonda çeşitli kademelerde görev aldığım için gönül rahatlığı ile söyleyebiliyorum, bu tavır ziyadesiyle yanlıştır. Bu sporu geliştirmek, daha çok taraftar ve sporcu kazandırmak için yapılması gereken davranışlar bunlar değildir. Bu konuyu başka bir yazıda derinlemesine anlatırız ancak özetle Üniversite takımlarına, bu sporun altyapısı konumunda olan ve Amerikan Futbolu’nun gelişimi için bir numaralı çıkış noktası olması gereken kaynağa, bu şekilde davranılmaktan acilen vazgeçilmelidir. Başka bir yazıda yine derinlemesine irdeleyeceğimiz bir konu olan “ekipman ve finansman sıkıntıları”nın ne derece ciddi boyutlara ulaştığını artık sağır sultan bile duymuş durumda. At gözlüklerini çıkarıp aksine panoramik bir bakış açısı yakalanması gerektiği aşikar. Ne zaman ki üniversite takımlarını kalkındırmak ve oyuncu yetiştirmek için ciddi kararlar alınır işte o gün “Türkiye’de Amerikan Futbolu var!” diyebiliriz. Daha olmadı, tohumun fidana dönüşmesi için yapacak çok iş var, ancak tohumun hem veriminden hem de kalitesinden benim şüphem yok.


İlk hafta maçlarına genel bakış (Üniversiteler Ligi)


Grupların oluşumuna ve takım yapılarına bakıldığında aşağı yukarı kestirebiliyorsunuz maçlar sonunda gruplardan çıkacak takımları. İlk hafta maçlarını adeta bunu ispatlar nitelikteydi. Bu iki takı çekişir dediğimiz maçlar yakın biterken, rahat kazanır diye düşündüğümüz takımların fazla zorlanmadığını gördük. İlk haftanın en çok göze çarpan skoru ODTÜ’nün geçen seneki kötü performansından sonra kendine geldiğini gösterdiği Başkent Üniversitesi maçı oldu. İzleyenler Ege – Anadolu maçının da heyecan dolu ve çok zevkli geçtiğini söylüyorlar. Hiç şüphe yok ki deplasman galibiyeti Anadolu Üniversitesi için büyük bir moral kaynağı ve avantaj oldu. Bilgi Üniversitesi’nin geçen seneki skor üretme sıkıntısını ilk maç itibariyle aştığı gözelere çarparken, Ankara maçlarındaki kısır skorlar ise defansların son derece başarılı olduğunu ortaya koymakta.

Benim izlediğim Koç Üniversitesi – Sakarya Üniversitesi maçı da yine ilk haftanın zevkli ve mücadele dolu maçlarındandı. Her iki takımın da zorlu engelleri aşarak maça çıktığını anlamak için oyuncuların ve koçların yüzüne bakmak yeterliydi. Hem maç oynayacak olmanın keyfi hem de yüzlerden akan yorgunluk maça hem ekipman hem de takım olarak hazır hale gelebilmek için çok fazla uğraşı verildiğinin ispatıydı.


Maça hızlı başlayan ve daha 5 dakika dolmadan ilk touch downı yapan takım Sakarya oldu. Ekstrayı kullanmadıkları oyundan hemen sonra QB’lerinin sakatlanması oyun planlarını bozdu. Üstüne bir de insanı yerinden sökercesine esen rüzgar eklenince pas oyunlarını yapmak imkansız hale geldi adeta. İlk çeyreğin sonunda rüzgara karşı nasıl oynaması gerektiğini bilen Koç Üniversitesi üstünlüğü ele geçirdi ve arka arkaya 4 touch down ve bir de ekstra alarak bir anda skoru 26-6’ya getirdi. Devre arasında toparlandığı gözüken Sakarya ikinci devrede çok iyi bir savunma gösterdi ve rakibin bir çok hücumunu kesmeyi başardı. İkinci yarının skoru Sakarya lehine 8-6 olurken, Koç Üniversitesi oyuncularının oynadıkça yorulduğu, Sakaryalıların ise oynadıkça açıldığı gibi bir kanaat oluştuğu kafamızda. Her iki takım da ikinci devre muhtemelen sezonu kapattıracak nitelikte 2 sakat verdi. Koç’un center’ı Emre ve Sakarya’nın line adamı Samet diz sakatlıklarıyla maçı erken bitirmek zorunda kaldılar. Her iki takımda bir kaç ufak sakatlık daha göze çarptı ancak Emre ve Samet dışındakiler gördüğümüz kadar kısa süreliydi.
Koç Üniversitesi sahasının kısa ve küçük oluşu, direklerin olmayışı ve saha zemininde yan çizgilerde direk delikleri olması olumsuz noktalar olarak göze çarparken, Koç Üniversitesi Koçu Deniz Bey başta olmak üzere Sakarya Üniversitesi’ne gösterilen misafirperverlik ve yakın ilgi herkesi mutlu etti. Sakarya Üniversitesi Yönetimi maç öncesi hakemlere ve rakibe baklava ikram ederken oluşan sıcak görüntüler bu sporun dışardan gözüktüğü kadar sert ve soğuk mizaçlı adamlar tarafından yapılmadığının bir ispatıydı.

Maçın geneline ilişkin en büyük olumsuzluk maalesef hakem yönetimiydi. Senelerdir izlediğimiz maçlarda İstanbul hakemlerinden bazılarının yönetimlerinde bir türlü standart yakalayamadığını, saha içinde hakemler arasında bile çoğu zaman kararsızlık ortamını hakim olduğunu görmüştük. Bu da öyle maçlardan biriydi. Her iki takım oyuncularının da hakem heyetine güvenlerinin sarsıldığını hissettik tavırlarından. Ev sahibi takımın hakem avantajını yine de kullandığını gördük. Belki maçın skorunu etkileyecek hatalar yapmadılar ama standart yakalamaktan uzak ve birbirleriyle çelişen kararlara şahit olduk. Tekrar etmemesini diliyoruz. Keza başa baş giden bir maçta yapılabilecek benzer hatalar takımların canını yakabileceği gibi, gereksiz baş ağrılarına da yol açabilir.


İlk yazı için bu kadar söyleyeceklerim. Umarım bundan sonra da hem Üniversiteler Ligi hem de sevdalısı olduğumuz bu sporun Türkiye’deki durumu üzerine birçok yazıda beraber olma fırsatı yakalarız.


Not: Bu yazı nfltr.com için yazılmıştır

22 Aralık 2008 Pazartesi

Cenky @ Allianz Arena

-2 Derece ve Kuru Ayaz

Bir Allianz Arena Hatırası

Bavyera’nın Deggendorf şehri Münih’e yaklaşık 110 km uzaklıkta. AB’nin sınırları kaldırmış olduğu yeni haritasında sanki 3-4 ülkenin kavşağı konumunda. Aşağıda gittiğimiz yerlerden bahsettim, uzatmadan sadede gelelim. Cuma akşamı ayak bastığımız Almanya’da Pazartesi mesaiye başlamadan önce en çok yapmak istediğim faaliyet kuşkusuz Allianz Arena’yı yerinde görmekti. Yeşil zemine ayak basacak takımların rengi ne olursa olsun orada olmak insan hayatında hele hele o ülkede yaşamıyorsa belki de bir kez ele geçecek ve kaçırılmaması gereken bir fırsattı. Daha 1 ay öncesinden araştırmaya başlamıştım Allianz Arena’daki maç programını. Bayern deplasmandaydı o hafta, Stuttgart ile oynayacaklardı ama bir Bavyera derbisi vücut bulacaktı çimlerin üzerinde, 1860 München – Nürnberg. Üstelik Allianz Arena açılışı maçını da oynayan takımlardı bunlar 30 Mayıs 2005’te. Dolayısıyla işin rengi çok farklıydı. Maç bir ezeli rekabetin sıradaki kapışması olunca acaba bilet bulabilir miyiz endişesi ile gittim Almanya’ya, keza Deggendorf’a beraber geldiğimiz arkadaşları da stada sürükleyecektim, bilet olmaması ciddi bir sorun olurdu, hatta rezalet!

Sabah 09:42 treniyle (S-Bahn yani tarifeli tren) çıktık yola. 1 saat 40 dakikalık yolculuktan sonra önce U-Bahn 2 (yani 2 nolu metro hattı) sonra Frankfurter Ring – Studenttenstadt otobüsü ve U – Bahn 6 ile Fröttmaning istasyonuna vardık, Allianz Arena istasyonu. İşin ilginci daha sabahki trende Passau şehrinden, ki bu Deggendorf’tan 30 km daha ileride, maça gitmek için yola çıkmış 3 Nürnberg 3 1860 taraftarı ile karşılaştık. Omuz omuza trende sohbet ediyorlar ve biralarını çekerek demleniyorlardı. U-Bahn 6’da ise ciddi miktarda Nürnberg’li ile seyahat ettik Fröttmaning’e kadar. Yol boyunca tezahürat ve rakiple uğraşmalar. Maça gitmeyip başka duraklarda inecek olan yolculardan bolca alkış aldılar.

Trenden indiğimizde ise yaklaşık 1-1,5 km’lik yolu yürümemiz gerekti. Her adımda biraz daha yakınlaşan o muhteşem stat kalbimizin ritmini bozdu adeta. Maç saat 2’de ve stadın dış aydınlatması yanmıyor olmasına karşın, o haliyle bile büyüleyici idi. Yürüyüş yolunda gördüğümüz enteresan manzaralardan biri vücudunun sol tarafı mavi beyaz, sağ tarafı kırmızı siyah renklerle bezenmiş olan taraftardı. Bir “efsien” bir “münşın” diye bağıran gence şaşkın gözlerle baktık ve fotoğrafını çekemedik şaşkınlıktan (FCN ve München yani).

Stadın girişine geldiğimizde saat 13:05’ti, hemen bilet gişelerine koştum telaşla. Neyse ki havanın -2 derece ve karlı olması nedeniyle taraftar stadı tam dolduramamış ve hala satılan biletler vardı. 40 €’ya sahayı yandan gören ve hemen 1. kattaki yerden 5 bilet aldık. Biletleri aldıktan sonra turnikelerde üst baş aramasından sonra bileti okutarak oradan geçmek ve tribündeki yerimiz almak sade 11 dakika sürdü, o süre de turnikede ciddi sıra olmasındandı. Sahaya ziyadesiyle yakın, görüşün çok güzel olduğu bir yerde oturma şansı yakaladık. Statta yaklaşık 60 bin kişi vardı, ki zaten stat 66 bin kişilik ve 1000 kişilik yer güvenlik gerekçeleri boş bırakıldığı halde toplam boşluk 5000! Bu Almanlar futbolu gerçekten çok seviyorlar! Oturduğumuz yer batı kanadının sonuydu. Önümüzdeki kale arkası ise güney kanadı idi ve tabii ki 1860’ın en ünlü taraftar grubu “sauffreudige” oradaydı. Çeşitli yaş gruplarından ve çoğunluğu erkeklerden oluşan taraftarlar maç öncesi ve sonrasında hiç durmadan tezahürat yapıp, Arena’yı inletecek kadar bağıran bir topluluk. Onları seyretmek tam anlamıyla bir zevkti benim için, zaten maçın yarısını falan seyredemedim itiraf etmek gerekirse, stada ve taraftarlara bakmak ve bol bol çekim yapmaktan.

Gece yağmış olan onca kara rağmen stadın giriş yolları gibi zemini de tertemizdi. Isıtma sisteminin ne derece ileri seviyede olduğunu birkaç yerde okuduğumu hatırladım yemyeşil, pürüzsüz zemini görünce. Ciddi ayaz nedeniyle maç başlamadan önce önemli bir süreyi, stadın turnikeleri sonrası sahaya girmeden önceki ara bölgede geçirdim. Birkaç 1860 şapkası, eşe dosya hatıralıklar alıp içeri girdiğimde, beraberimdeki arkadaşların statta para geçmediğini, sadece kontörlü kartların kullanıldığını keşfedip aç kaldıklarını görünce, onlara bunu önceden söylemeyi unuttuğum gerçeğiyle yüzleşip, çaktırmadan tribündeki yerime süzüldüm.

Güney tarafında 1860 fanatikleri, kuzey tarafında (kale arkası) Nürnberg taraftarı, doğu tarafında 1860 München kombine kart sahipleri bulunmaktaydı. Bizim oturduğumuz batı tribünü ise maç günü satılan biletlerin olduğu tribündü ve baştan aşağı karmakarışıktı. Nürnberg ve München’liler yan yana kolkola seyrettiler maçı bu tribünde. Ne maç sırasında ne de sonrasında ufacık bir huzursuzluk yaşanmadı. Hemen arkamda 70 yaşlarında 1860 taraftarı bir teyzemiz 8-10 yaşlarındaki torunuyla maçı izliyor, 2 koltuk ötede ise dazlak, küpeli Nürnbergliler biralarını yudumluyordu. Benzer bir manzarayı acaba bu ülkede ne zaman görürüz çok merak ediyorum.


Maç genelde tempolu geçti. İlk devre devamlı bastıran ve rakibini zorlayan Nürnberg olurken, buldukları 3. net pozisyonu Boakye ile gol yapmayı başardılar 38. dakikada. İlk yarının 180 adına zayıf halkası sağ ek Hoffmann’dı. Hatta hocası Kurz devrenin sonuna doğru bir ara onu sola aldı, ancak 2 hatasıyla rakip gol pozisyonuna girince 2. devre bu sefer oyundan aldı. Yerine giren Markus Thorandt 55. dakikada kafayla takımına 1 puan getiren golü buldu. Mücadelenin üst düzeyde olduğu, tempolu maç nasıl olduysa bir daha ciddi gol pozisyonu yaşanmadan sona erdi. 1860’ın uyuşturucu kullandığı için takımdan kovlan Berkant’ı çok aradığı, Nürnberg’in beraberliğe yatacağı söylenenler arasındaydı statta, aynen söylendiği gibi oldu.

Tribünlerin arka tarafında, stadın duvarlarını aşmadan her 10-15 metrede bir yiyecek satış alanları ve tuvaletlerin bulunduğu, tribünlerdeki tüm seyircinin bu alanlara rahatça sığabileceği bir mimari harikası. Aydınlatma sistemi mükemmel, havanın aydınlığı azalmaya başladıkça yavaş yavaş devreye girdi aydınlatmalar, tribün aydınlarmaları da takdire şayandı, hiç göz önünde değil ve yeterince. Engellilere ayrılmış bölümler tıpkı loca havasında ve hiç merdiven çıkmalarına gerek kalmadan maç izleyebilecekleri şekilde. Güvenlik görevlileri güler yüzlü ve saygılı. Az sayıda polis, sadece 4’ü atlı olmak üzere, maç boyu sadece stat dışında devriye geziyor. Herkes birbirine saygılı ve maç sonu tıpkı oyuncular gibi seyirciler de birbirlerini tebrik ediyorlar. Son düdükle yerimizden ayrılıyoruz, bütün stat yaklaşık 7 dakikada boşalıyor, 20 dakika içinde arabasız gelenler metro istasyonundan trenlere binmiş ve durağı boşaltmış oluyorlar. Son yolcu trene binmeden tüm araç sahibi taraftarlar ve taraftar otobüsleri yola çıkmış vaziyette. Maç 15:50’de sonlanıyor, 16:10’da statta sadece temizlik ve toparlanma işlerini yapan stat görevlileri var. İşte Mühendislik bu!

Gece ışıkları yanarken görememiş olsam da bu hali beni büyüledi. Sami Yen maceralarımı paylaşmıştım sizinle, yaşadığımız zulmü. O halde bugün bir adım daha ileriye gideyim. Allianz Arena bir futbol stadı ise Ali Sami Yen daracık bir kutucuk. Ali Sami Yen bir futbol stadı ise Allianz Arena bir mabet, hatta cennet!

Allianz Arena Ticket

Oturduğumuz yer batı tribünü en alt kat. Aşağıda oturduğumuz yerden görüş açısını da görebilirsiniz. Sanki böyle oturduğun yerden elini uzatsan topçuları tutacaksın, ya da şöyle biraz yüksek atlasan sahaya dalacaksın. Şansımıza maçın golleri hep önümüzdeki kaleye oldu. Ayrıntılarıyla, öncesi ve sonrasıyla bir Allianz Arena macerasına az kaldı...

Kaç Gündür Neredeydim?

Geride kalan yazamadığım süre boyunca yurtdışındaydım Almanya'nın Deggendorf şehrindeki "Deggendorf University of Applied Sciences" yani "Deggendorf uygulamalı Bilimler Üniversitesi"ndeydim. Erasmus Hayat Boyu Öğrenme Proramı dahilinde gerçekleşen bir seyahat oldu. Geçen hafta içi 15-19 Aralık tarihleri arasında beraberimdeki 4 idari personel arkadaşımla sabahtan öğlene kadar Üniversite'de çeşitli temaslarda bulunduk. Gerek idari gerek akademik anlamda gerçekten önemli paylaşımların yaşandığı, özellikle sanayi-üniversite işbirliğinin nasıl yapılması gerektiğini anlatan bir kullanma kılavuzu mahiyetinde bir çalışma gezisi oldu. Deggendorf Üniversitesi sadece 200 akademisyen ve 3500 öğrenciye sahip omasına karşın her sene kendi ürettikleri mühendislik projelerinden minimum 1 milyon € kar eden bir Üniversite. Devamlı teknoloji ürettikleri için Almanya'da ciddi saygı görüyorlar. Hatta Bavyera'nın Başbakan Merkel tarafından ziyaret edilen tek üniversitesi. BMW'ye başta motor parçaları olmak üzere birçok parça geliştirmiş olan Mühendislik Fakültesi'nde şu anda Avusralya'dan bile bir firmaya teknoloji üretilmekte.

Üniversitedeki etkileşimin sonucu olarak kendi düşüncem şudur ki Türkiye'de akademisyenlerin ayaklarına adeta birer pranga takılmış durumda. Teknoloji üretilmesin, araştırma geliştirme yapılmasın diye öyle yasa ve yönetmelikler var ki ülkemizde! Bir defa en başta döner sermaye denilen canavarı yaratmışız. Döner sermaye üzerinden yaptığınız işlerden yapılan işin yaklaşık % 25'i cebinize girerken, gerisi devlete kalmakta, bununla da bitmiyor o aldığınız % 25 daha sonra hükümetin ekonomik iyileştirme olarak verdiği maaş ek ödemelerinden tamamiyle kesilmekte. Yani günlerinizi, aylarınızı verip yaptığınız işlere dair verilen paraları daha sonra çatır çatır "yapmasaydın kardeşim!" diyerek kesmekteler. Bu şartlar altında iyi bir iş yaptığı için ödüllendirileceği yerde cezalandırılan akademisyenler sanayi ile bütünleşmekten kaçınıyorlar, ötesinde zaten sanayi kuruluşları da çoğunlukla 5 liraya burada 6 ayda Üniversite'de yaptıracağıma, 6 liraya alır zamandan kazanırım diyerek hem ağır prosedürlerden kaçmakta hem de üniversiteler ile yabancılaşmaktalar. Açıkçası bu şartlar altında işimiz idealist adamlara kalmış durumda ve ben de ideallerinden vazgeçmeyen bir adam olmaya çalışıyorum.
Hem artıları olan hem de sorgulamalara yol açan bu seyahatte öğleden sonraları boş kalan zamanımızı ve hata sonunu tabii ki gezerek değerlendirdik. Deggendorf bir sınır şehri ve Avusturya - Salzburg'a 220, Çek Cumhuriyeti - Prag'a 320 km uzaklıkta. Kiraladığımız arabayla 2 gün üniversitede işimizi bitirir bitirmez bu iki şehre doğru yola çıktık. Prag'a geçen yıl eşimin konferansı dolayısıyla gitmiş oluğum için önemli mekanları hızlıca arkadaşlarıma gezdirirken, Salburg'ta internetten öğrenebildiğimiz kadarıyla dolaştık. Açıkçası her iki şehir de tarih-kültür turizmi açısından doruk noktada. Blog spor ana teması üzerine oturduğu için yukarıdaki kimilerine sıkıcı gelebilecek ağır konudan sonra gezi konularına hiç girmeyeyim. Ama her iki şehre gideilmesini de şiddetle tavsiye etmekteyim.
Bu seyahatin blog için asıl can alıcı kısmı Allianz Arena'da seyredilen 1860 München - Nürnberg maçıdır. O da sırada...

21 Aralık 2008 Pazar

Salata Masada - Döndüm

Dolaba atmıştık salatayı, bugün itibariyle çıkardık artık. Yarın ve sonrasında maceralarla yazmaya tekrar başlıyorum. Güzel günler ve harika bir stattı. Hangi stat mı? O da yarın, uzunca...

11 Aralık 2008 Perşembe

20 Aralık'a Kadar Salata Dolapta

10 gün yokum zorunlu sebeplerle ama dönüşüm inşallah bol bol anı dolu olacak, çok şey paylaşacağız. 20 bilemedin 21 Aralık'ta görüşmek üzere!

10 Aralık 2008 Çarşamba

Ronaldo Corinthians'ta

Herkes uzun süredir antrenmana çıktığı Flamengo ile anlaşır diye düşünürken Ronaldo Corinthians ile anlaştı ve imzalamak üzere. Tekrar futbola dönerken, Avrupa'ya geçişte kuşkusuz bir basamak olarak kullanacaktır Brezilya'yı. Avrupa'da önemli bir takıma gelebilir ve tekrar başarılı olursa, heykelini falan dikmek gerekir. Bu kadar ciddi sakatlık geçirip de böylesi futbola dönebilen kaç kişi vardır ki dünyada. Daha 6 ay önce göbekli ve tükenmiş fotoğraflarıyla dalga geçiyorduk, adam bugün sapasağlam ve fit şekilde futbola dönüyor. Helal olsun!

Mr Fourth Quarter

Aşağıda Hidayet'in maç kazandıran son şutunu anlatırken diğer bir kaç (!) maç kazandıran ya da kurtaran son şutu geldi aklıma. Aşağıda bir çırpıda bulabildiğim Indiana, Seattle, Chcago ve Boston maçlarınından son saniye şutları var. Portland maçı videosu da eklenir eklenmez paylaşırız.







Road Warriors



Orlando Magic'in geçen sezondan beri NBA'deki en başarılı deplasman takımı olduğunu daha önce söylemiştik. Yoğun seyirci baskısı altında elleri titremeden son şutları kullanan, evsahibi ekibin en önemli oyuncularını domine eden ve rakibin konsantrasyonunu bozacak derecede sabırlı bir oyun oynuyor Magic deplasmanda. Şu sıralar batı turundalar, tur 5 maçlık ve ilk 2 maçta, pazartesi ve salı akşamları 2 galibiyet almayı başardılar. İlkinde son çeyrekte 9 sayı geriden gelip Clippers'ı üzerken, ikincisinde son saniyeye kadar tam bir boks maçını andıran maçta Portland'a son yumruğu Hidayet'le atıp galip geldiler.

Clippers maçının tartışmasız yıldızı 23 sayı 22 ribaunt ve 6 blokla Dwight Howard oldu. Hidayet'in ve Lewis'in son çeyrekteki katkıları galibiyette önemli rol oynarken, Bogans'ın dönüşüyle Redick'in defterden silinmesi ve çaylak Lee'nin 2 numaradaki yedek konumunu alması önemli bir gelişmeydi. Bundan daha önemlisi belki de Brian Cook'un kısa süreyle de olsa rotasyona dönmesiydi. Hem savunmada hem hücumda sert oyunuyla rakibin dengesini bozması Magic'e önemli bir eşleşme avantajı sağladı kuşkusuz. Clippers'ta takas sonrası Kaman'ın da yokluğunda benchin iyice zayıfladığı aşikar, bu sezon için geleceği yok Clippers'ın, Dunleavy'i bu duruma ne kadar dayanabilir bilmiyorum.

Howard'ın midesini üşütmüş bir halde ve halsiz olarak çıktığı maçta, Portland pota altını oyunun her iki yönünde de iyi kullanınca yıldız oyuncu sadece 14-7 yapabildi. Roy ve Aldrige'in yıldızlaştığı maçta, muhteşem Portland seyircisi ve enerjik Blazers'ın tadını kaçırıp maçı alıp götüren adam bir kez daha Hidayet Türoğlu oldu. 108-106 geride girdi son 4.3 saniyeye Magic, kenarda son molasında Van Gundy iki oyun çizdi. Biri 6 üçlük sokan Lewis diğeri 4 üçlük sokan Nelson üzerine idi. Hiç beraberlik ve uzatmayı düşünmedi Koç. Hido saha kenarında topu eline aldı, Nelson ve Lewis'i çok ciddi savunarak bütün açılarını kapattılar, Hdo'nun yanına kadar gelen Howard almak zorunda kaldı topu ve hemen Hido'ya uzattı tekrar, sağına doğru dripling yapan Hido bir anda üçlük çizgisinin bir hayli gerisinden potaya dönüp Outlaw'un elleri üstünden şuta kalktı. Panyalı şutu çemberden geçerken skorbordda 109-108 ve 0.3 saniye yazıyordu. Bu son saniye basketi bir kez daha galibiyeti getirdi Hidayet'in elinden Magic'e. Hidayet gerçekten Mr. Fourth Quarter lakabını hak ediyor.

Orlando Magic şu anda 17-5'lik bir galibiyet-mağlubiyet oranına sahip ve bu orandaki deplasman sonuçları 8-2.

Schuster - Ramos

Schuster'in suyu ısınmıştı iyice, geçen sezon şampiyon olurken bile güven vermemişti bir çoklarına. Ronaldo transferiyle uğraşırken başkan doğru düzgün transfer yapılmayınca, daha doğrusu Schuster'in istedikleri alınmayınca, fazlaca konuşmaya başlamıştı. Bu sezon defalarca kez takımına güvenmediğini dile getirmiş, sanki Real'i değil de hala Getafe'yi çalıştırıyormuş gibi davranmıştı. En son kırdığı pot "Barça'yı Nou Camp'ta yenmek imkansız!"dı. Ne tesadüfdür ki Shaktar Donetsk'in Barça'yı Nou Camp'ta yendiği gün görevden alındı.
Schuster'in yerine gelen ise Sevilla'yı Avrupa'nın tepesine taşıyan adam Juande Ramos oldu. Son 1 seneyi görmezden gelirseniz İspanya'da ciddi saygı gören ve sevilen bir adam Ramos. Dedikodular vardı ama bu kadar çabuk olacağını beklemiyordum ben. Tabi bu işi çabuklaştıran Schuster'in kendisi, eğer Real'i Barça ile kıyaslayacaksan böyle yapmayacaksın. Gerçi çalışmadan yemek de hoşuna gitmiş olabilir :) Ramos Tottenham rezaletinden sonra bakalım Real'i nereye taşıyabilecek...

Ankaragücü - Cemal Aydın - Gökçek

Cemal Aydın 11 yıllık görev süresini istifasıyla bitirmiş oldu. Uzun süredir çalkalanan kulübün akibetinin ne olacağı ise tam anlamıyla bir muammaya dönüştü. Seyircinin inanılmaz bir tepkisi vardı yönetime, şimdi yönetim yok, bakalım devamlı eleştiren ama çözüm önermeyen taraftar toplulukları bu işe bir çözüm üretebilecekler mi? Melih Gökçek'in uzun süredir Ankaragücü'ne talip olduğunu sağır sultan duymuştu zaten. Sebebi de belli, belediye harcamaları yakın zamanda detaylı olarak inceleme altına alınacak. Belki bu hükümet değişene kadar bir sıkıntı yaşanmaz ama, hükümet değişir ve başkaları gelirse o zaman beledieye devlet tarafından aktarılan kaynakların 1 kuruşu hizmet dışında bir sektör ya da uygulamaya kaydırılmışsa işte o zaman bunu yapan kulüp - belediye başkanlarının vay haline. O yüzden Ankaragücü Gökçek'in hedefinde söylentileri tavana vurmuş durumda. Acaba Cemal Aydın Ankaraspor - Ankaragücü evlenmesine karşı olduğu için mi yoksa bunu desteklediği için mi bu durumlara düştü, ya da başka bir teori evlenmenin Ankaragücü adı altında olmasına ısrar ettiği için mi, hatta daha abartalım, kendi yönetiminde ve Ankaragücü adı altındaki birleşmeler dışındakilere karşı çıktığı için mi? Teoriler arttırılabilir ama şu değişmez Cemal Aydın daha fazla direnemedi.

8 Aralık 2008 Pazartesi

İyi Bayramlar Türkiye!

Kurban Bayramı'nda hiç kimsenin yollarda kurban olmadığı, tüm ibadetlerin yerine ulaştığı, sımsıcak bir bayram geçirmemiz dileğiyle...

6 Aralık 2008 Cumartesi

İbrahim Üzülmez Denen Adam (!)

Bu Üzülmez futbolcusuyla biz futboldan anlamıyoruz, bu Üzülmez adamsa biz adam değiliz! Bu kaçıncı be arkadaş! Kampta arkadaşını döv, maçta rakibini döv! Gel bizi de döv! Demirören'in başkanlığına gıpta etmemek imkansız, bravo Demirören durmak yok yola devam! Yazık şu taraftara!

Piece of Cake

Taş attılar da kolları mı yoruldu, yoruma gerek bile yok, yazık oldu koca Sonics'e.

5 Aralık 2008 Cuma

Yepisyeni - Taptaze !!!

Real'in yeni Van Nistelrooy'u Klaas Jan Huntelaar

Tamahkar Fred

"Eğer bütün maçlarda oynayacağımın garantisi verilirse ücretimi yarıya indirmeye hazırım."

Fred - Lyon'un bu sezon çoğu yedekten gelerek 11 maçta oynayıp 2 gol atan golcüsü

ve eklemiş:

"Valla bak, yeminlen, Allah çarpsın" :D

Big Sam Sunderland Yolunda

İngilizler onu ve çalışma yöntemlerini çok beğeniyordu. Maçları saha kenarından izlemekle yetinmez, tribünde oturttuğu adamından telsizle devamlı doneler alır ve uygulardı. Hatta bazen kendisi tribüne çıkıp takımı telsizle idare ederdi. 8 sene boyunca Bolton'u çalıştırdı ve saygı duyulan bir takım haline getirdi, Lig Kupası finali oynattı, ilk kez UEFA'ya çıkardı. Bir çok İngiliz'in gözünde bir sonraki Milli Takım Hocasıydı. Önünü tıkayan McLaren'in saçma sapan performansı oldu. FA Capello'ya dönünce ortada kaldı. Yaklaşık 1,5 senedir takım çalıştırmıyordu. Keane'in istifası ile sarsılan Sunderland'in sarıldığı dal olmak üzere. Üstelik eski bir Sunderland oyuncusu Big Sam. Piyasadaki adamlardan en potansiyellisi belki de, belki de bu şok istifa onun şansı.

Bu arada Keane'in istifasına EPL genelinde verilen tepkiler ise gelişmişlik ve insana - yeteneğe saygının ne boyutta olduğunu gösterir düzeyde. Neredeyse bütün menejerler "yazık oldu Keane'e, lig için büyük kayıp" tarzında açıklamalar yapıyor. Hayran kalıyorum, söylecek söz bulamıyorum ki daha ne yazayım!...

4 Aralık 2008 Perşembe

NBA'de Koç Kıyımı

NBA'de alışık lmadığımız şekilde bir koç kıyımı yaşanmakta. Eddie Jordan, P.J. Carlesimo ve Şimdi de Sam Mitchell. Toronto Raptors'ın kovduğu koçu Mitchell üstelik 2007 senesinde "Coach of the year" ödülünü alan adamdı. Demek ki CV artık pek bir şey ifade etmiyor. Hızlı ve belirgin bir yükseliş yapamazsan kapının önündesin. Hele bir de geçen geceki gibi Denver'dan 39 sayı fark yediysen hiç mi hiç şansın yok. Carlesimo neyse de Jordan ve Mitchell'a gerçekten çok üzüldüm, böylesi kötü sonları hak etmiyorlardı.

Obvious

Sonucu oynanmadan belli olan bir maçtı. Yorgun olduğum için seyretme gereği de duymadım. Belli oldu ki bu takımın 3 sac ayağı ve sakatlar da yokken neredeyse hiç bir şeyi var. Umalım da "Big Three"te bir şey olmasın, nazar değmesin. Maçın sevindirici tek yanı çaylak Lee'nin 19 sayısı ve kendine güveni. Redick'in bu maçta bile yokları oynaması takas değerini de düşürüyor artık. Van Gundy'nin ise Foyle ve Gortat'ı sadece garbage time'da, bir zahmet oynatması ise geçen maç yazısında da dediğim gibi strateji hatasıdır.

Nelson ve Bogans 1 hafta içinde dönüyorlar, Pietrus'u ise yaklaşık 3 hafta daha bekleyeceğiz. Sonraki maç Oklahoma City ile, kaybedilirse rezaletin tepe noktası olur, o da sonucu önceden belli bir maç.

Onurlu Adam

"Ben bu iş için doğru adam olmadığıma karar verdim. Burada olmayı hak etmiyorum."

Roy Keane - İstifa eden Sunderland Menajeri

Onurlu adam diye buna diyorlar demek ki. Championship'ten düşmek üzere olan takımı alıp EPL'ye çıkaran, geçen sene EPL'de takımına saygı kazandıran bu adam, bu sene takımı geride kalan haftalarda daha iyi bir yere getiremediği ve iyi futbol oynatamadığı içi kendisini yetersiz bulup istifa edebiliyor. Acaba bizim ülkemizde böylesi onurlu kaç adam var, sadece idealleri için, olanların kendi suçu olduğuna inandığı için istifa edebilecek kaç teknik direktör? Ayrılırken özür dileyebilecek ve kendini küçültebilecek, kimseye suç bulmayacak kaç adam?

Futbolculuğunu sevmezdim, adamlığına hayran kaldım.

Bu Nasıl Kaptan?

"Hakem oyunun başından itibaren çok şımarıktı. Onunla konuşmak mümkün değildi. Belki de bir İtalyan olarak Almanları sevmiyordu. Bize karşı bir penaltı veriyorsa, bizim için de en azından bir penaltı vermeliydi!

Arne Friedrich - Hertha Berlin Kaptanı

Sanırım Hertha kaptanının şu açıklamasından sonra bizim oyuncularımızın maç sonu açıklamalarına pek de kızmamamız hatta pek de abartmadıkları için teşekkür etmemiz gerekir. Bu nasıl bir zihniyettir, nasıl bir spor ahlakıdır! Adam resmen ancak ırkçılıkla bağdaşan laflar söylerken hakemi de eyyam yapmadığı için eleştiriyor. Avrupa'nın da suyu çıkmış demek ki...

3 Aralık 2008 Çarşamba

Çılgın Araplar!

Manchester City'i satın alan Arapların çılgılıkları bitmiyor. Kaka ve Buffon'dan sonra şimdi de Casillas'a takmış durumdalar. Önerdikleri bonservis 120 milyon €, Casillas'a da senelik 13 milyon verelim sana demişler. Sözün özü bu adamlar delirmiş. Ne yapacaksın o kadar parayı verip Casillas'ı, adamın sütünü mü sağacaksın, yününden etinden mi faydalanacaksın, ne yapacaksın ya, peygamber mi bu adam! 120 milyon € ne demek, sen nasıl Müslümansın be kardeşim, sen müslüman mısın!?! Siz müslümansanız ben değilim! Ah ulan Fahim!

Big Brother

Boston tam anlamıyla büyük ağabey gibi geldi bu kez bize. Kısa rotasyonundan 3 sakat verince özellikle Prince ve Allen'ın savunmalarında Van Gundy'nin eli kolu bağlı kaldı. Üstüne bir de takımın tek kalan oyun kurucusu Anthony Johnson, yedek girdiği maçlar da dahil olmak üzere en kötü oyununu oynayınca maçın büyük kısmında oyun kuruculuğu Hidayet yapmak zorunda kaldı. Hem oyun kurmak hem de Prince'in savunması çok yordu Hidayet'i. Geçen seneki mağlubiyetlerden sonra Doc Rivers bu maça takımını faklı hazırlamış, sahadaki Boston oyuncularının her hareketinden bunu anlamak mümkündü. Özellikle Garnett ve Pierce inanılmaz adapteydi maça.

Rivers Howard'ı devamlı yardım getirerek savundu, Howard da ikili ve üçlü sıkıştırmalarda topu dışarı vermeyince sonuç ya top kaybı ya kötü bir şut ya da faul oldu ki zaten Boston buna dünden razıydı. Boston çok iyi oynadı asla itirazı olamaz kimsenin ancak bu mağlubiyetteki en büyük paylardan biri Van Gundy'de. Kadro ne kadar dar olursa olsun kenarda geçen sene önemli verim aldığın Cook, Foyle ve Gortat var. Bu adamları bu kadar sakat varken kullanmayacaksın da ne zaman kullanacaksın? Bu adamlar sakat da değil, 3-5 dakika da olsa bu adamları 3-4-5 numaralarda denesen, sık oyuncu değişiklikleri ile rakibin de kafasını karıştırsan, hiç olmadı bu adamlar girip dan-dun sert fauller yapıp rakibin konsantrasyonunu bozsalar kötü mü olurdu. Sinir savaşıydı ve doğal olarak kaybedildi. Redick ve Lee hala bu seviyede oyuna, savunmaya ve hücuma, hazır değiller, kaç tane boş şut sokulamadı. Bütün yük Hidayet ve Lewis'in üzerine yıkılınca bu adamlar da insan oldukları için faul atışlarını bile sokarken zorlandılar, çok zor pozisyonları sayıya dönüştürürken, boş şutları sokamadılar. 2 senedir ilk eleştirim bu Van Gundy'e. Kadro ne kadar dar olursa olsun kenarda adamın varsa sırf kargaşa yaratmak için bile bunları kullanmak gerek.

Boston bize bu kadro yapılarında bir gömlek büyük geldi, ağabey tokadını yedik oturduk aşağıya.

1 Aralık 2008 Pazartesi

MLS: Avrupa'nın Arka Bahçesi

Beckham ve Donovan'dan sonra 3. bir isim daha Avrupa'ya kapağı atmak üzere. Dallas'ın golcü oyuncusu Kenny Cooper Eintracht Frankfurt yolunda. Bu sezon gol yollarında çok sıkıntı çekiyordu Frankfurt. Cooper'ı buna çare olabilecek isim olarak grüyorlar. 1984 doğumlu Cooper aslında tam anlamıyla bir Amerikan mamülü değil. Babası İngiltere liglerinde kalecilik yapmışbir isim, onun da adı Kenny Cooper. Daha sonra antrenörlük de yapmış Ada'da. Bu esnada oğlan Cooper ise Mancester United altyapısında 3sene geçirmiş. Genç ve rezerv takımlarla maşa çıkmış. 2004'te Portekiz'in Academica takımına gitmiş ancak fazla forma şansı bulamayınca kiralık periyodunu erken bitirip United'a dönmüş. Sonra yine o sene Oldham'ı denemiş orada da dikiş tutturamamış sadece 7 maça çıkabilmiş, sonrasında da United bundan bi cacık olmaz felsefesiyle salmış Cooper'ı. O da ABD'ye yerleşen babasının yanına gidip, babasının ilişkilerini kullanıp FC Dallas'ta kendine bir yer edinmiş. MLS'te 2 sezondur minimum kontratla oynamış Cooper yani 100 bin $ + primler. Kontratı sona ermeye yaklaşırken de 2,5 sezonda 75 maçta attğı 33 golle, özellikle geçen sezon MLS'in en skorer 2. ismi de olarak Avrupa takımlarının dikkatini çekmiş. Daha önce Cardiff ve Rosenborg'un talip olduğu 1.91'lik golcünün yeni adresi Eintracht Frankfurt olmak üzere. Cooper Bundesliga tercihim diyor, artık 100 bin beni kesmez diyor, Dallas çok para istiyor ama gözüken o ki bu uzun adam Ocak ayında Avrupa'ya geliyor. MLS yavaş yavaş dikkat çeken ve ürün veren bir lig olma yolunda ilerliyor.

Geç Kalmış Bir "Helal Olsun!"

30 Kasım 2008 Pazar

Süleyman Abay'dan Sevgilerle

Sami Yen'de takımın gerçek yüzünü, ya da daha doğrusu geldiği yeri gördükten sonra bugünkü maçı farklı bir gözle izledim. Değişen iki adam Arda ve Ayhan'dı. Ayhan Baros'un boşalttığı alanlara girdi, Arda olabildiğince defansa yardım etti. İlk gol zaten orta saha göbeğinde oynayan adamların her zaman yapması gereken hareketi uzun zamandır ilk kez yapan Ayhan'ın savunma dengesini bozmasıyla geldi. Baros'un her zaman yaptığından farklı bir şey yapmadığı ama diğerlerinin biraz kıpırdandığı zaman neler yapabileceğini görmüş olduk. Öte yandan yenen gol tıpkı Metalist maçındaki gibi Servet'in ikramı oldu. Galiba bu adama birileri sıkışınca kaleciye pas vermek ayıp demiş olacak asla dönmüyor De Sanctis'e. Yine dönmedi, attığı şuursuz top 5 sn sonra dönüp gol oldu. Bu zaman kadar hep aşırı kendine güven dedik bu işe, yanlış yapıyoruz bence, bunun adı neredeyse laubalilik ve anlamsız güç gösterisi.

Skibbe'nin anlamsız Kewell değişikliklerinden birine daha şahit olduğumuz, nasıl olduysa Emre ve M.Topal'ı oyuna aldığı, klasik Skibbe maçlarından birini daha izledik tek bir farkla. Rakip 10 kişi kalınca sarı kartlı ve sinirli Meira'yı oyundan çıkardı, bu kararı kendisi mi verdi yoksa Kalli el kol mu yaptı düşünemeden edemiyor insan, keza bu bir Skibbe hamlesi değil.

Galatasaray açısından aslında anlatılacak çok şey de yok, Servet'in hatası hariç konuştuklarımız hep Hacettepe 10 kişi kaldktan sonrasına ilişkin. Peki nasıl oldu da Galatasaray'a kök söktüren, 1-0 öne geçen takım 3-1 verdi maçı? Cevap: Hacettepe değil Süleyman Abay alıp altın tepside takdim etti maçı Galatasaray'a! Tozo'nun ilk sarı kartını anlamak mümkün değil, itirazdansa kat kat şiddetlilerini Galatasaraylı futbolcular defalarca kez yaptılar, tek kart çıkmadı. Tamam 2. sart kitaba göre ama yazık be kardeşim! Gelelim 2. kırmızıya. Abay maçtaki en doğru tespitiyle penaltıyı yakaladı ama topa vuran o simsiyah eli nasıl oldu da beyazmış gibi gördü! Teli'ye çıkan kart tam bir fiyasko! Tamam 2. sarı burda da doğru ama hak mı bu, adalet mi! Yazık bu takımların emeklerine, yazık akan terlere, masrafa, zamana! Maç 11'e 11 devam etse belki de Hacettepe kazanacaktı ve Skibbe kovulacaktı. Şimdi yine mecburen Skibbe, yine aynı terane.

Bu maçtan sonra Süleyman Abay'ın uzunca süre dinlendirilmesi gerek. Ötesinde adaletsiz yönetimlerin önüe geçmek için mutlaka bir önlem alınmalı, yazık oluyor emeklere.

Galatasaray çok tatsız...