Sayfalar

28 Eylül 2010 Salı

DÜNYA İkincisi Milli Takıma EVREN Hak Getire


Hatırlarsınız; basketbol dünya şampiyonasına bir, bir buçuk hafta kalmıştı ki, oyun kurma görevli basketbolcularımızdan biri, Engin Atsür sakatlanmış, akabinde Evren Büker adlı yarı-oyun kurucumuzla da işler nasıl gider eder yollu bir iki maç yaptıktan sonra Tanjevic, belki de Nihat İziç’tir, ki kuvvetle muhtemel o, bence hiç düşünüp taşınmamış ve Barış Ermiş’i kadroya çağırmaya karar vermiş(ler)t(d)ir. Nereden başlasak bilmiyorum ama bir yerden tutalım. Öncelikle, federasyon’un Barış’ın kadroya dahil ediliş nedenini de içeren açıklamasına bakalım: “Engin Atsür'ün yaşadığı talihsiz sakatlık sonrası milli takım kadrosundan çıkmak zorunda kalması, Ender Arslan'ın Almanya'da katıldığımız Beko Supercup Turnuvası öncesinde yaşadığı sakatlık sorununun tam olarak iyileşmemesi ve Kerem Tunçeri'nin de hafif sakatlığının devam etmesi nedeniyle, A takım kadromuza Barış Ermiş dâhil edildi.” Asıl komedi burada başlar. Bir oyuncu kadroya dahil edilecekse kısa bir açıklama yaparsın olur biter, yoksa oyuncunun kadroya alınmasının gerekçelerini medyaya/kamuya bu kadar tafsilatıyla açıklamak, olsa olsa altta yatan bir suçluluk duygusunu bastırmaktan başka bir şey değildir. Bu açıklamanın özeti şudur milli takımı o dönemde takip edenler açısından: “Evren Büker, af edersin ama sen buralarda oynayacak oyuncu değilsin. Bakma, işte, geçen sene Galatasaray’da fena değildin, şimdi seni almasaydık kadroya, sonra bir de başarısız olduk mu, dinle milletin ağzını. Hem sana mükâfat oldu işte. Zaten oynatmayacaktık da, bu Engin’in sakatlığı kötü oldu ama, şimdi üçüncü oyun kurucu olarak seni oynatmamızı bekleme, o kadar da bi … değilsin anlayacağın.” Bu açıklamanın alt metni buna yakın bir şey olsa gerek. Tanjevic, ekibi ve federasyon bu açıklamayla birlikte büyük bir ahlaksızlık örneği göstermiştir ki, sırf bundan ötürü bu ekibin derhal istifasını istemem abartılı karşılanmayacaktır eminim. Nihat İziç’in bu takımda bir Oğuz Çetinlik görevi olduğu da unutulmamalı. Takım Efes Pilsen, Ülker/Alpella, Pertevniyal kökenli oyuncu ve teknik kadronun vesayetinden ne yazık ki kurtulamamıştır ve belki de bir on yıl yirmi yıl kurtarılamayacaktır. Büker’in 12’ye girememesinin en basit mantığı budur. Açıklamaya geri dönüp tezimizi kuvvetlendirelim: birincisi en kuvvetli bahane geliyor: Engin Atsür’ün yaşadığı talihsiz sakatlık. Zaten sakatlığın talihlisi talihsizi olmaz,o yüzden bu ifadeyi kim kullanmışsa selam ediyorum kendisine. Engin’in sakatlığı kuşkusuz üzmüştür ama kadroda Evren varken yerine birinin alınması anlamlı karşılanmayacaktır, ve bir haksızlık sezilebileceği nedeniyle federasyon sıvazlamaya başlar. İkinci gerekçesi nedir: Ender’in yaşadığı sakatlık sorununun tam olarak iyileşmemesi… Sakatlık mı iyileşmiyor, yoksa sorun mu? Federasyon ne diyeceğini bilemiyor, adeta ortalığı rezil ediyor, batırıyor. Yahu Ender sakat mı değil mi, kalmış 12 gün turnuvaya, sağlık ekibi bu kadar mı acemi, ne olduğunu tam kestiremiyor. Federasyon ortalığa batırdığının farkında son çırpınışıyla bir gerekçe daha uydurayım da belki buradan yırtarım diyor, ama nafile. Üçüncüsü: Kerem Tunçeri’nin hafif sakatlığını devam etmesi… Hafif sakatlık dediğimiz şey kaç günde geçer: üç gün bilemedin taş çatlasa beş gün; turnuvaya 12 gün var daha… Yani anlayacağınız tam bir “açıklama” rezaleti. Bir adamı milli takıma alacaksınız diye pozisyonunda oynayan tüm oyuncuları üç beş kelimeyle sakatladınız: manüpilasyonun böylesi. Madem bütün oyun kurucularınız sakat, ve şampiyonaya da yetişemeyecek diye tırsmaktasınız, alın birkaç tane daha oyun kurucu. Ve bu ülke toprakları üzerinden, oyun kurucu gediğini kapatmak için bula bula Barış Ermiş’i buluyorsunuz. İstanbul’da yaşadığım senelerde, bakın televizyondan değil, kanlı canlı izlediğim maçlardan bile Barış Ermiş’ten önce o formayı giyecek tonlarca adam sayabilirim. Mesela Hakan Demirel yutturulmaya çalışıldı bizlere birkaç yıl önce, gerçi tehlike henüz geçmiş değil, ama şükür şimdilik atlattık gibi… Konu belli birkaç isim üzerinden gittiği için mesela Cenk Akyol’un milli takım kadrosunda olmasını da burada değerlendirmiyorum, o konuya hiç girmiyorum, ama anlayan anladı ne demek istediğimi. Bir yıl boyunca tek bir maça çıkmamış bir Kerem Gönlüm’den alabileceğinizin ne kadar azını alırdınız acaba Cevher Özer’den. Yoksa bu insanların suçu basketbol’a Efes veya Ülker altyapılarında başlamamaları mıdır?

Ender Arslan’ın ne kadar oyun kurucu olduğunu tartışalım mesela, Batur ağabeyler bunu tartışsın, ya da o bol hacimli sıfır içerikli basketbol magazinleri… O basketbol magazinleri Cüneyt Erden, Hakan Köseoğlu veya Tutku Açık hakkında kaç kez yazmışlardır. Mesela o beğenmediğimiz Cüneyt Erden’i, sahaya giriş çıkışlarında Mire Chatman ayakta kutluyor, alkışlıyor. Ne yazık ki, Irmak Kazuk basketbol bahsinde Cüneyt’den daha çok tanınmakta. Uzun lafın kısası, basketbolumuzun da ülkedeki diğer kurumlardan hiçbir farkı yoktur: adam kayırma, adamını işe alma, adamının reklamını yapma, adamına para kazandırma… Yani bu nevide insanlar yöneticiler için verilen onca emek, kamplarda akıtılan terler, ki o kampların ne kadar yıpratıcı olduğu malum, adalet ve sair, hiçbirinin damla değeri kalmamış; bunu da anladık. Her yıl geleneksel hale getirdiğin zorlu İtalya kampında çalıştırdığın adamı es geçip, muhtemelen kampını Bodrum’da geçirmiş öz evladını (!) takımına çağırmak; Hidayet ve Mehmet’e, zamanında, ‘taviz vermem’ dayılığıyla kesik atan adamın kişiliğini sorgulamamız için yeterli değil midir?

Neyse, biz Evren’i anlamaya devam edelim, tezimizi güçlendirecek bir iki açıklamayı, demeci taşıyalım buralara… Duyulmuştur, edilmiştir muhakkak ama malumat olsun, ufaktan hatırlatalım. Geçen sezon Galatasaray’da başarılı bir sezon geçirmişti Evren, ardından sezon sonunda basketbolda da İstanbul takımlarının bacaklarını titretmek isteyen Trabzonspor’un radarına girmiş, ve bu yeni yapılanma içine cuk oturacağı düşünülen takıma imzayı atmıştı. Daha imzanın mürekkebi kurumamıştı ki, Evren Paşa, “taksidim yatmadı, çoluk çocuk aç bekliyor, hadi bana bay” yollu bir kaçış sergiledi Trabzon’dan ve alavere dalavere Galatasaray’da oynayacak önümüzdeki sezon. Ne de olsa İstanbul’un taşı toprağı altın. Evren Paşa bu hususta neler olup bittiğiyle ilgili net ifadeler veremiyor, açık konuşamıyor, ama federasyonun açıklamalarından bir şeyler kapmış ki, konuşurken renk vermemeye çabalıyor. Trabzonspor’a imza atarken ne düşünmüş hala kestiremiyorum ama, Trabzonspor’a imza atmanın aynı zamanda Trabzon’a da imza atmak anlamına geldiğini kestirememiş anlaşılan; yani bu son transfer meselesinin duygusal(!) olmaktan çok bu yönde geliştiği tahminimdir. Onca sene İstanbul ve çevresinde yaşamış biri için Trabzon’da yaşamak elbette farklı ve zihnen insanı allak bullak edici olabilir. Sonuçta Evren bir basketbolcu, bir alim değil, yaşamdan nasıl zevk alınabileceği, nasıl yaşanılabileceği üzerine pratikler geliştirebilecek bir kafaya sahip olması beklenemez. Trabzon’a futbolcu getirtmek kolay olmuyor, demişti bir Trabzonsporlu yönetici. Ancak yabancı oyuncuları kast ederek etmişti bu lafları. Belli ki eksik söylemiş, aynı şey yerli(!) insanlar için de geçerli. Ama emin olun, bu tip şeyler ne Trabzon’un Trabzonluğundan, ne Adana’nın Adanalığından ne Urfa’nın Urfalığından bir şey kaybettirir; emin olun. Konuyu dağıtıyorum, farkındayım, sporcu-şehir-zihniyet üçgenini bırakıp devam edelim kaldığımız yerden, ayrıca bakın konuyu dağıttıkça Evren Paşa’nın konsantrasyonu da dağılıyor: “Milli takım ve Medical Park Trabzonspor'da yaşadıklarımdan dolayı biraz kötü bir süreç geçirdim. Bir an önce işime konsantre olmak ve yapabileceklerimi en üst seviyeye çıkarmak istiyorum…” diyor hazretleri… Dünya ikincisi olan bir milli takım mensubu Milli Takım’da yaşadıklarından dolayı nasıl kötü bir süreç geçirebilir? İnsan psikolojisinden biraz anlayanlar beri gelsin. İşte Tanjevic’in, ya da Nihat İziç’in diyelim, adaletsizliğine ve federasyonun ahlaksızlığına en güzel kanıtlar bu cümlelerde mışıl mışıl yatmaktadırlar. Yıllardır basketbol ailesi der durur bir de bu ağabeyler, pek anlam vermezdim buna; ama bugün şükür ki bu kokmuş ve insan-merkezilikten uzak ilişkileri anlamaya kafamız çalışıyor. Ve bu içi geçmiş aileye karşı da biz burada bağımsız olmanın verdiği rahatlık ve güçle üç beş kişi konuşuyor duruyoruz. Tanjeviç’e daha geçen sene dümdüz giden adamlar bugün bilmem kaç tirajlı gazetelerde o yarım yamalak cümleler kurabilen kekeleyen ağızları ile iltifatlar yağdırdığını görünce hem insan vicdanıyla şaşırıyoruz, hem de bu oluşturdukları ailenin ahlak anlayışını da tüm açıklığıyla görme fırsatı elde ediyoruz. Kargaşada vuranların, ortalık süt liman iken yalayanların memleketinden insan manzaralarıdır bunlar.