Sayfalar

19 Eylül 2009 Cumartesi

Türk Basketbolu Üzerine 3 Cümle

Türk Basketbolunun üçlük atma, kullanma, üçlükle kısa yoldan maç kazanma sevdasından altyapıdan başlayarak kurtarılması şarttır (Potaya atmak değil potaya gitmek).

Türk Basketbolcusu yine altyapıdan başlayarak temas almaktan korkmayan bir kafa yapısında yetiştirilmeli ve faul çizgisi korkulan değil orada olunmak istenen yer olmalıdır (Blok yemekten korkan değil aksine teması almak isteyen kafa yapısı).

Savunmanın alasını yapan bir ekol haline gelen Türkiye'nin sorunu asla kendi yarı sahasında değil, aksine karşı sahada işi bitirecek kendine güvenen, güçlü skorer yetiştirememektedir (Kendini önemli şutör-skorer zanneden bir çok vasat hücumcuya sahibiz).

Ne bu şimdi diyenlere bknz: Eurobasket 2009; Slovenya-Türkiye ve Yunanistan-Türkiye müsabakaları

McLaren'in Şükür'ü

Vakitsizlikten yazamadım. N'Kufo'nun sahadaki duruşu, arkadaşlarının ona bakışı, takımdaki ağırlığı, hal ve hareketleri bana Hakan Şükür'ü hatırlattı. Takımın en önemli, maçın skorunu her an değiştirebilecek nitelikteki, 90 dakika sahada yürüse bir anda maçı alabilecek özellikteki oyuncusu. Tek başına aldı da maçı Blaise N'Kufo, bana fazlasıyla Şükür'ü çağrıştırdı, Fener adına üzse de futbol sever olarak zevk aldım onu izlemekten. Neden mi yazdım bunu? Özledim be Hakan Şükür'ü!

18 Eylül 2009 Cuma

Beşiktaş'ın Başına "Çorap" Ören Transferler

Tabata 8 Milyon Euro
İ. Köybaşı 5,5 Milyon Euro
Delgado 5,5 Milyon Euro
Holosko 5 Milyon Euro
Sivok 4,7 Milyon Euro
Ferrari 4,5 Milyon Euro
Ernst 4,5 Milyon Euro
Zapo 4,5 Milyon Euro (Bursaspor'a kiralık verildi)
Juanfran 4,5 Milyon Euro (Bedavaya gitti)
Ricardinho 3,75 Milyon Euro (Bedavaya gitti)
Ailton 3,5 Milyon Euro (Kiralıklardan 750 bin Euro kazandırdı)
Kleberson 2,6 Milyon Euro (Bedavaya gitti)

Verilen 56,55 milyon Euro transfer ücreti, gidenlerden alınabilen sadece 750 bin Euro, üstüne bir de kontrat fesih ücretleri. Bugün Beşiktaş'ın performansını sorgularken takım içindeki şişirilmiş transfer ücretli oyuncuları, bunların aldıkları maaşı, takım içi dengesizliği, aşırı beklentinin yol açtığı tatminsizliği de göz önünde bulundurmak gerekir gibi geliyor bana. Şu yukarıdaki listeden kim Beşiktaş'a parasının karşılığını vermiş, hadi onu geçtim Beşiktaş'a ciddi katkı yapmıştır ya da yapabilecektir? Geçen sezonki Ernst ve Holosko'yu bir kenara ayıralım bu adamlar 56 milyon Euro eder mi? Bugün Zapo, Sivok, Ferrai, Delgado, İsmail ya da Tabata'yı aldığınız paranın yarısına satabilir misiniz? Nihat bir şekilde katkı verir, Holosko ve Ernst'in hala bir piyasası var ancak hem bonservislerine ödenen paralar, hem de eşdeğerleri büyük liglerde 1-1,5 milyona oynarken bu adamların Türkiye'de aldığı fahiş ücretler, neden başarılı olunamadığının bir göstergesi olabilir mi acaba?

Galatasaray Lincoln'le benzer bir sorum yaşadı. 5 milyona aldığı adamı 1 milyona bile satamadı. Çünkü Almanya'da net 1,5 milyon kazanan adama burada 3,5 milyon veriliyordu senelik. Avrupa'nın hiç bir takımı bu paranın yarısını bile teklif etmedi Brezilyalı'ya. Frankfurt Başkanı Becker "Lincoln bizden dünyaları istedi" derken 2,5 milyon Euro'dan bahsediyordu örneğin.

İşte bu yüzden bu transferler Beşiktaş'ın başına "Çorap" ören transferlerdir. Beşiktaş'ta birileri "örme" işini çok iyi becermektedir.

Uğur Uçar ve Göze Çarpanlar

Emre Güngör'ün sakatlanması sonrasında ya Hakan Balta ya da Topal geçecekti stopere. Rijkaard Balta'yı tercih etti. Bu durumda sol bek boşalınca oraya gemesi en muhtemel 2 isim Alpaslan ve Caner'di. İkisinin üzerindeki etiket de sol bek'di. Ama Hollandalı'nın tercihi Uğur Uçar olunca hem şaşırdık hem sevindik. Şaşırdık çünkü Uğur doğal bir sağ bek, sevindik çünkü 1,5 sene topa vuramamış bu çocuk öyle iyi çalışmış, hocası ne derse öyle iyi becermiş ki, kendi pozisyonu dışında bile ilk tercih olmayı başarabilmiş. Gerçi Rijkaard onu 1 kez solda denemişti ama böylesi önemli bir maçta bu hamleyi kaç kişi ondan bekliyordu ben cevabını bilmiyorum. Sol taraf için eksikleri var, sol ayağını neredeyse hiç kullanamıyor, çok fazla içe kayıyor ama bunların hepsini telafi edecektir Uğur, çünkü ona güvenen bir hocası var. O kadar güveniyor ve takdir ediyor ki Rijkaard onu maç sonrası basın toplantısına Neeskens ile gönderiyor. Uğur Uçar'ın önü çok ama çok açık.

Maçta göze çarpanlardan bazılarını da şöyle sıralayalım:

* Arda fiziksel olarak çok yıpranmış durumda, dinlendirilmesi doğru tercih.
* Elano 3 golün kahramanı da olsa fiziksel olarak ancak %50'lerde gibi göründü.
* Baros'a yeni doğan çocuğu ve Milli Takım dopingi çok ama çok yaramış. Hıncal Uluç'a bir selam daha gönderdi Çek golcü.
* Leo Franco ilk kez bir maçta bu kadar güven verdi.
* Emre Aşık bu kadar iyi oynadığı bir maçta gereksiz sarı kartlarına bir yenisini ekleyerek takdirimizi (!) kazandı.
* Barış Özbek dışında bütün maç tek bir Galatasaraylı hakeme itiraz etmedi.
* 6 hakem uygulaması bence çok yerinde ve etkili oldu. 1 tane yanlış korner - aut ya da faul kararı çıkmadı çizgi civarında.
* Yedek kulübesindeki herkesin maçı inanılmaz bir heyecan ve coşkuyla seyretmesi takım kimyasının oluştuğunun en büyük göstergesi kuşkusuz.
* Grubun en kuvvetli 2. takımına bunları yapıyorsak, gruptan çok rahat çıkarız.

16 Eylül 2009 Çarşamba

O Son Oyunu Kim Çizdi?

Slovenya maçının son oyununu, uzatmayı belki de maçı getirecek oyunu kim çizdi çok ama çok merak ediyorum. Oyun muhteşem, kat, koşu, perdeden çıkan adam, pas ve bomboş şut muazzam bir tahlilin ürünü. Ama o oyunu çizen ulu insan, o topu kullanacak adam Engin Atsür mü Allah aşkına ya! Ömer Onan var açılmış atıyor, Hidayet var turnuvaya geri dönmüş, olmadı Ersan var eli titremez, beğenmiyorsan bunları Sinan Güler var ki en zor şutları en rahat kullanan adamlardan. Neden Engin, neden o köşe, neden üçlük, üstelik 2 adıma vakit varken!

Çok güzel laftır "Aza tamah etmeyen çoğu hiç bulamaz.". Korkmuş, geri adım atmış Slovenleri uzatmada ipe dizerdik ipe! O son oyunu kim çizdi kardeşim, Allah aşkına söyleyin, önce kendisini bir öpeceğim sonra da tokatı indireceğim suratına. Oraya buz kesmiş Engin mi konur be kardeşim!

Kafayı çizdim, kaçtım...

Aferin Milliyet

Saatlerdir hiç kontrol bile etmediler yaptıkları işi. Ayıp alışkanlık olmuş internet gazeteciliğinde.

Hakan Balta

Şimdi şu yakıştı mı Balta'ya? Sigaradan nefret eden, en sevdiği insanlardan birini sigaraya kurban vermiş olan ben hem çok şaşırdım Milli bir sporcunun şunu yapmasına hem de çok üzüldüm. 1 senedir kullanmasam da MSN'i, orada takma adım Sigara Düşmanı'dır benim. İnsanın sigara ile kendine yaptığı kötülüğü başka bir şeyle yapamayacağını ispatıyla, yaşayıp görmüş bir adamım. Kendim de sporla ilgilendiğim için 2 kere düşmanım sigaraya. Yani kısacası fazlasıyla kızgınım Hakan Balta'ya. Sen bir rol modelisin, gençlerin, çocukların önünde örneksin ve yaptığın şeye bir bak. Sigara nefretim bir kat daha arttı şu fotoğrafı görünce. Umarım kısa zamanda döner bu yanlıştan Hakan Kadir Balta!

Burası "İstan"Bul

Bugün Basketbol Milli Takımımız için çok önemli bir gün. Bugünkü maçlar sonucunda gruptaki nihai sıralamamız ve çeyrek finaldeki rakibimiz belli olacak. Slovenya'yı yener ve 1. olursak Hırvatistan, Slovenya'ya yenilir ve 2. olursak Yunanistan ile karşılacağız. Sonuçta bugün bir "İstan" Bulacağız ama hangisini. Ben olsam Slovenya maçını kazanmak için elimden geleni yapmaya çalışırdım. Keza o durumda "İstan"ların daha zayıf olanıyla, Hırvatistan'la eşleşip çok ciddi bir final şansına erişme imkanı yakalardım. Grup 1.si olup Hırvatistan'ı geçtiğimiz anda karşımıza çıkacak ekip Rusya ile bizim grubun 3.sünü karşı karşıya getirecek eşleşmenin galibi. Oraya gelecek o 3. takım için 4 ihtimal var. Onlara da aşağıda bakalım.

* Bizim geldiğimiz gruptan çıkan Polonya ve Litvanya şanslarını tüketmiş vaziyette. Gerçi Polonya'nın artık mucizelere bağlı olan bir 4.lük şansı var desek de pek ihtimal vermiyorum ben buna. Polonya İspanya'yı, Sırbistan Litvanya'yı yenerse bizim maça bakmadan ikili averajda Polonya 4. olur. Ancak rakip İspanya olunca Polonya için bunu dşünmek bile bir hayalden öteye geçemez diyorum ben.

* Yukarıdaki nedenden ilk 4'te 3 C grubu takımı olacağı kesin gibi. İlk 2'yi ise Türkiye ve Slovenya parsellemiş durumda. 3. ve 4. sıra için geriye Sırbistan ve İspanya kalıyor. Sırbistan'ın Litvanya'yı, İspanya'nın Polonya'yı yenmesi durumunda ikili averajda İspanya önde olduğu için 3. İspanya oluyor.

* Eğer Sırbistan Litvanya'ya kaybederse Polonya'nın İspanya'ya her türlü galibiyeti İspanya'yı 5.liğe atıyor. Polonya'nın İspanya karşısındaki 10 sayı ve üzeri galibiyeti ise Polonya'yı 3. Sırbistan'ı 4. yapıyor ki sanırım bu ihtimal verdiğimiz en düşük ihtimal. Asıl mucize bu olur herhalde.

* Bundan biraz daha yüksek bir ihtimal olmakla beraber olmasına yine pek olasılık vermediğimiz seçenek ise Sırbistan'ın Litvanya'ya kaybetmesi, İspanya'nın Polonya'yı yenmesi ve Slovenya'nın bize kaybetmesiyle bir anda Sırbistan'ın 3.lük için devreden çıkıp işin İspanya - Slovenya 2'li averajına kalması. Bu durumda C grubundaki maçı Slovenya önünde İspanya kazandığı için İspanya 2. Slovenya 3. oluyor. Zor diyorum, Sırbistan Litvanya'ya kaybetmeyecektir.

* Eğer Sırbistan ve İspanya kazanırsa bu sefer gözler bizim maça çevrilecek. Keza Slovenya kazanırsa sıralama Slovenya - Türkiye - İspanya - Sırbistan olurken, Slovenya'nın kaybetmesi durumunda 3'lü averaj devreye girecek ve C grubundan gelen takımlar arasında en kötü 3'lü averaj İspanya'da olduğu için Sırbistan 3. olurken İspanya 4. sırada kalacak. O nedenle bizim 22:00'de yapacağımız maçın sonucu turnuvanın yol haritasını belirleyecek gibi duruyor.

* Eğer kazanırsak Hırvatistan'la oynayıp, ki rahat geçeceğimizi düşünüyorum, Yarı Final'de Rusya Sırbistan galibiyle karşılacağız. Bu Sırbistan olursa psikolojik üstünlüğümüz ve onları çözmüş olmamız önemli bir avantaj ve bize Final yolu açabilir. Rusya ise bize genelde ters gelen bir takım olmasına karşın sert savunmamız iş görebilir diye düşünüyorum.

* Eğer kaybedersek Yunanistan'la oynayacağız ki, onların da Rusya gibi bize çok ters geleceğini ve maçın ortada olduğunu düşünüyorum. Onları geçersek bu sefer çok büyük ihtimalle Fransa - İspanya eşleşmesinden gelecek olan takım ile karşılacağız. Ben Fransa - Türkiye eşleşmesi çıkarsa Final'deyiz diye kabul ediyorum. İspanya olursa rakibimiz tıpkı Sırbistan'a olan avantajımız gibi onlara karşı da artımız olacaktır.

Sonuç olarak bugün İspanya ve Sırbistan maçlarını kazanıp bizim maçı beklemeye başlayacaklar. Tanjevic diğer maçlarda olduğu gibi takım içi dengeyi koruyabilirse son ana kadar kafa kafa gitse de stresi daha iyi kaldıran ve maçı alan tarafın bizim takım olacağına inanıyorum. Tahmini Çeyrek Final eşleşmeleri de şöyle olur diyip kaçıyorum:

Fransa - İspanya
Rusya - Sırbistan
Slovenya - Yunanistan
Türkiye - Hırvatistan

15 Eylül 2009 Salı

Andre ve Steffi

Küçükken, yalanım yok, büyüyünce Andre Agassi olup Steffi Graf'la evlenmek istiyordum. Şöyle bir 15-16 yaşıma gelene kadar sürdü bu istek bende. Sonra eşimle tanışınca tükendi zaten :D Ama itiraf etmeliyim Andre Agassi ile Steffi Graf'ın gizlice bir ilişki yaşayıp evlendiklerini duyduğumda tam anlamıyla şok geçirmiştim. Beni kortlara ısıtıp saatlerce televizyonda tenis izletebilen 2 isimdi onlar ve artık aynı eve yaşayacaklardı. İlk tepkim "Çocukların ne olacağını düşünemiyorum!" olmuştu.

Çift mutlu beraberliklerine devam ediyor. Yorumculuk ve reklamlardan öyle bir para kazanıyorlar ki başka iş yapmalarına gerek yok, hatta çoğunlukla çocukların da bir sıkıntısı yoksa hem dünyayı geziyor hem de önemli turnuvaları yerinde izliyorlar. Yukarıdaki fotoğraf Wimbledon'a gidelim diye yola çıkan çiftin "Salla Wimbledon'ı falan, haydi kumsala kaçalım" dediği Temmuz ayından. Agassi ve Graf 7,5 yaşındaki oğulları Jaden ve 5,5 yaşındaki kızları Jaz Elle ile Capri adasında tatildeyken çekilmiş. Her ikisi de sanki hiç yaşlanmamış, hele Graf bırak ikiyi hiç çocuk doğurmamış gibi. Çok seviyorum bunları ben gerçekten. Ömür boyu mutlulukları devam eder umarım.

Amerika Açık Tribünleri - Del Potro Şahitleri

Şu yukarıdaki muhteşem görüntüsüyle arzı endam eden Flushing Meadows'daki Arthur Ashe stadyumunda, Del Potro Fedex'i ödemeli kargoyla İsviçre'ye gönderirken tribünlerde boy gösterenler arasında kimler yoktu ki! Benim için en çok anlam ifade eden 3 kişiyi aşağıda görüyoruz. Ancak bunca senedir aynı kalmayı başaran Jack Nicholson'a hayret ederken nasıl olup da bu derece çöktüğünü anlayamadığım Bruce Willis'e şaşkın gözlerle bakıyorum. Zizou ise hep aynı, sanki şimdi formayı, kramponu giyip çıksa 90 dakikayı çıkaracak gibi duruyor.
Finalde Del Potro favori olmadığı, setlerde 1-0 gerideyken 2. sette servis kırdırdığı halde tie-break ile 1-1'i yakalayıp yine geriye düştüğü 3. seti kaybedip, 4. sette maçı yine tie-break'le çevirdiği, saatler süren efsanevi maçı son sette yaşının ve enerjisinin de getirdiği dirilikle 3-2 almayı başardı. Del Potro henüz 20 yaşının sonlarında, 1977'den beri bu turnuvayı kazanan ilk Güney Amerikalı ve Grand Slamler tarihinin artık en uzun (1.98 m) şampiyonu. Şu aşağıdaki fotoğraf sanırım ruh halini yeterince anlatıyor Del Potro'nun. Dünya tenisinde değişiklik isteyen bizler için bir fırsat Del Potro, Yolun açık olsun genç adam!

Rüştü'yü Sakatlamak

Rüştü'nün son antrenmanda kulağına gelen top kulak zarına zarar vermiş, dolayısıyla %99 ihtimalle Manchester maçında kaleye geçecek adam Hakan Arıkan olacak. Şeytanın avukatlığını yapıp bu işin Denizli'nin başının altından çıkıp çıkmadığını merak ettiğimi söylesem ayıp etmiş olur muyum? Rüştü'ye geçmiş olsun ama bu gece birileri huzursuz uyuyacak orası kesin.

Kemik Kıran!

Bu Milli Takım tam bir kemik kıran artık. Bir basketbol maçından bu kadar kemik sesi gelir mi be arkadaş! Senelerdir böyle fiziksel, böyle sert, böyle kuvvet tüketen bir maç izlememiştim. Sakatlıklar ve eksiklere rağmen bütünleşmiş bir takım var hep sahada. Sanki şu üzüntü, felaket, şehit dolu günlerde Türk Milletini sevindirmeyi görev edinmişler. Kendi potansiyellerini, kendi güçlerini aşıyorlar, ortalık kırık kemikler, mosmor vücutlarla dolu ama son nefeste hep bizim çocuklarımız var. Kenar yönetimin şaşırtıcı karakter değişimi ve isteyen adamlar topluluğu hepimizi sevince boğuyor. Senelerdir ilk kez bir basketbol maçında gözlerim doldu, sağolun çocuklar, vazgeçmediğiniz, yıkılmadığınız, vazgeçmeden istediğiniz için!

14 Eylül 2009 Pazartesi

Pastırmalı Yumurta

Dortmund'da Türk Güreşi

Fotoğraftakiler Bayern'li Hamit ve Dortmund'lu Nuri. Milli takımımızın biri ası diğeri yedeği. Ama her ikisi de takımlarının ilk 11 oyuncusu ve bu hafta sonu Bayern'le Dortmund karşılaşırken onlar da sahadaydı. Mevkileri gereği bir çok kez aynı anda aynı yerdeydiler. Bayern maçı 5-1 kazanırken Nuri her şeye hatta Hamit'e rağmen ayakta kaldı. Yukarıdaki fotoğrafta pehlivan edasıyla endam eden gençlerin bu enstantanesi de bize tatlı bir hatıra oldu.

23 Ekim'i Beklerken

13 Eylül 2009 Pazar

Balotelli

Bu genç adam çok büyük bir yıldız olma yolunda hızla ilerliyor. Mourinho gibi bir hocayla çalışıyor olması onun için çok büyük bir avantaj, Manci'nin katkıları da yadsınamaz şüphesiz ama Mourinho daha farklı bir adam. Parma'nın kilitlediği oyunu açmak için Mourinho'nun bugünkü anahtarıydı Balotelli. 2. yarıda oyuna girdi ve skorun değişmesini direk olarak etkileyen adam oldu. Daha 19 yaşındaki bir adama Mourinho serbest oynama özgürlüğünü verebilecek kadar cesur. Gana asıllı Balotelli ise ortadaki maçı alacak kadar yetenekli. Hem Eto'o'nun hem Milito'nun asistliğini yaptı. Bir dolu gollük pasını da heba etti arkadaşları. O da +90'da bir topu ezdi, ama bu adam unutmamak gerekir ki henüz 19 yaşında ve Inter'i tek başına şahlandıracak potansiyelde. Mario Balotelli Avrupa Futbolu'nun kuşkusuz en büyük yıldızlarından olacak. Eminim onu çok yakında Gök Mavili forma ile izleyeceğiz, belki de hemen Dünya Kupası'nda.

Hıncal Uluç Bilgesi

Maçtan önce yayınlanan Maç Başlıyor'da Hıncal Uluç'un görüşlerini almışlar. Çok kıymetli Uluç'un her lafı bir enteresan da Milan Baros'la ilgili söyledikleri daha bir enteresandı, yaklaşık olarak şunlar döküldü ağzından:

"Formda falan değil hatta Milan Baros golcü değil. Bu halimle ben de Galatasaray'da oynasam atarım o 20 golü. Galatasaray'ın oyuncusu asla değil, artı karakter olarak da Galatasaray'a yakışmıyor. Hiç bir şey olmaz Baros'tan. Ben Rijkaard'ın yerinde olsam maça direk Nonda ile başlardım."

Ne mi oldu sonra?