Sayfalar

volkanbk3 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
volkanbk3 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Haziran 2011 Cuma

Biyonik Golcü - Lotta Schelin

Almanya'da başlayacak Kadınlar Dünya Kupası öncesi blogda yaşanan şenliği farketmişsinizdir. Bu şenlikli durum şampiyona bittikten sonra kalıcı olacak umarım. Şenliğe şağ-şağ (artık nasıl yazılıyorsa =)) katmak gerek. Bu nedenle de şampiyona öncesi elimin-bilgimin yettiği kadarıyla turnuvada izlenmesi dikkat edilmesi gereken isimlerden bahsedeceğim. Önceliğim İsveçli Lotta Schelin'e...


İsveçli yıldız futbolcunun tam adı Charlotta Eva Schelin. İsveç'in Trangsund mevkiinde 27 Şubat 1984 günü dünyaya gelen futbolcunun adı HHğelin (gırtlaklı oluyo H) diye okunuyor (kendi ağzından aldığımız bilgi böyle). Lotta futbol hayatına futbolcu olan ablası Camilla ile birlikte Kallered SK'da başladı. İkisi bir arada Mölnlycke IF'te de forma giydi. Top peşinde koşmaya tam zamanlı olarak başlamadan evvel atletizm, masa tenisi ve snowboard ile de uğraşan Lotta omuriliğinde yaşadığı sakatlık nedeniyle spor yapmaya bir süre ara verdi.

Uzun bir süre fizik tedavi görüp tekrar gücünü kazandıktan sonra 17 yaşında Danimarka Kadınlar Ligi'nde Landvetter FC ile, şimdiki adıyla Kopparbergs/Göteborg FC ile , ilk maçına çıktı. 2001 yılında forma giymeye başladığı takımında ligde henüz 17 yaşındayken 19 maçta attığı 8 golle dikkatleri üstüne çekti. 2002 yılının ağustos ayında tekrar sakatlanan Schelin bu sefer 1,5 yıl boyunca sahalardan uzak kaldı ve ancak 2003 yılının haziran ayında sahalara dönebildi. Bu da aynı yıl İsveç'in ABD'de 2. olduğu Kadınlar Dünya Kupası'nı kaçırmasını beraberinde getirdi. İsveç'te ligler nisan ayında başladığı için 2002 yılında 8 maçta 3 gol attı. Yine ligler ekimde bittiği için de 2003 yılında da oynayabildiği 11 lig maçında 10 gol, 2 kupa maçında da 2 gol attı ve sakatlıkların performansına engel olamadığını kanıtladı.

Milli takım hocasının da ilgi alanına girmekte zorlanmayan Schelin 2004 yılında 16 Mart'ta ilk kez A takım formasını giydi. Atina'da yapılan Olimpiyat Oyunlarının kadrosunda ve aynı yıl Portekiz'de gerçekleşen Algavre Kupası (uluslararası bir kupadır) kadrosunda kendine yer buldu. Fakat sakatlık belası yine peşini bırakmadı Schelin'in. Bu sefer dizinden ve kasığından uzun süreli sakatlıklar yaşadı.

Sakatlıkların peşini bırakmaması sanki Lotta'yı daha da hırslandırır gibiydi. 2005 yılında kulübüyle çıktığı 33 maçta 22 gol, ertesi sene de yine kulübüyle çıktığı 37 maçta 31 gol 4 asist yaptı. Aynı yıl yapılan Algavre Kupası'nda Milli takımı İsveç 3.'lüğü elde ederken en önemli isim yine o idi. Schelin 2006 yılındaki performansıyla ülkesinde 'elmas top' ödülünü kazandı henüz 22 yaşındayken. Ve ligin en iyi forveti ödülü de ona gitti. Başarılı futbolcu 2007 yılındaki kadınlar dünya şampiyonasında da milli takımının kadrosundaydı.




Aynı yıl ligde oynadığı 22 maçta 26 gol atması, toplamda ise kulüp bazında 30 maçta 29 gole ulaşması artık onu transfer pazarında en ön sıraya taşıdı. Amerikaya transfer söylentileri arasında 2008 yılında 8 maçta 3 gol atan 27 yaşındaki golcü, Fransa Ligi'nde oynamaya karar verdi ve yıllık 1 milyon isveç kronu (160bin dolar) karşılığında Olympique Lyon'a transfer oldu.

Fransız takımıyla üstüste 3 yıl şampiyonluk yaşayan Schelin Wikipedia'ya göre 43 maçta 37 gol atarak takımına önemli bir katkı yaptı. Bunun daha fazla olması muhtemeldir. En son olarak da UEFA Kadınlar Şampiyonlar Ligi Finali'nde Turbine Potsdam ile karşılaşan O.Lyon'un önemli ismi takımının kupayı kaldırmasında başrolü oynadı. Şampiyonlar Ligi'nde 9 maçta 9 gol atarak gol krallığında 2. sırada yer aldı.

Kariyeri başarılar ve gollerle dolu Schelin önümüzdeki pazar günü başlayacak Kadınlar Dünya Kupası'nda da takımının en önemli kozu olacak. Hem kadınlar futbolundaki boy ortalamasına göre uzun olan boyu, hem de oyun tarzı olarak vatandaşı Zlatan Inrahimovic'e benzetiliyor Lotta. Haksız bir benzetme de değil. Ancak karakter olarak Zlatan kadar burnu yükseklerde biri değil yıldız oyuncu. İzlemeden geçmeyin Lotta'yı... (video)

    Kazandığı Başarılar
  • 56 kez İsveç Milli Takımında forma giydi

  • İsveç Milli Takımında 22 gol attı.

  • 2004 yılında İsveç'in en iyi çıkış yapan futbolcusu

  • 2006'da İsveç'in en iyi kadın futbolcusu ödüllerinden Elmas Top'u kazandı. Yılın en iyi futbolcusu seçildi. İsveç Premier Ligi'nde şampiyonluk elde etti. Ligde en değerli oyuncu ödülüne layık görüldü.

  • 2007 FIFA Kadınlar Dünya Kupası'nda forma giydi.

  • 2007 İsveç Kadınlar Ligi'nde 26 gol attı.

  • 2008 Olimpiyat Oyunları'nda İsveç Milli Takımı forması giydi.


uzun zaman sonra tekrar ve yepyeniden bolca sevgiler volkanbk3

26 Şubat 2011 Cumartesi

Sportif Başarı

Galatasaray ve Beşiktaş'ın sportif başarısızlığı konuşuluyor aylardır. Ve suçlu kim? sorusunun cevabı her zaman da sporu yapanlarda aranıyor, organize edenlerde değil.

Spor yapmak kolay bir iş gibi gözükebilir ancak sonucunu almak öyle kolay bir şey değil. Kilolu bir insan düşünün. Kilo vermek istiyor ve kendine bir diyetiysen buluyor. Dediklerini yapıyor ama sonucunu kısa sürede göremiyor. Misal verelim. 120 kilo olan birinin hedefi 80 kiloya düşmekse, 6 ayda verdiği 5 kilo ona yetersiz gelir elbette. Ve 6 aydır spor yapıp az yemesine karşın kilo veremeyen bu kişi ne yapar? Diyetisyen değiştirir. Başka spor kulübüne gider. Başka bir spor hocası tutar. Bunlar gerçekleşene kadar
da kendi bildiğini okur ve yemeği arttırır. Böyle daha mutludur. Tekrar 120 kiloya döner bu süreçte. Ve yine 6 aylık kısır döngü periyotlarıyla devam eder bu olaylar. Hiç istikrar sağlayamaz bu konuda.
Bugün Galatasaray ve Beşiktaş'ın yaşadıklarını buna benzetesim geldi. Başarı 80 kiloya ulaşmaksa eğer o kiloya 6 ayda ulaşılamayacağını bilmeli iki takımın yönetimi de. Bilmiyor değiller. İlk başkan olduktan sonraki seçimlerde tekrar aday olup ekonomik ve yönetimsel açıdan işleri düzene sokmak vaatlerini verirken "bu işler ancak istikrarla olur" cümlesini duyarız çünkü onlardan. İstikrarın başarı için gerekliliğini bilirler ama kendi koltuklarını sağlama almak için. Onlar otursun da o koltuğa, sportif başarı için kimin hangi koltukta oturduğu önemli değildir...

20 Şubat 2011 Pazar

3 puan koparanın elinde kaldı



Çoğu maçın müthiş geçtiğini söyleyecek. „Aman tanrım ne tempoydu“ klişesine kaptıracaklar bunlar kendilerini. Aranızda böyle sananlar varsa uyansın hemen. Bugünkü tempo orta sahasız takımlarla yapılır. İki takımın da orta sahasının pres yapayım derken alanlarını boş bırakışı topun kanatlara hızlıca akışına neden oldu. Bunun öncelikli nedeni tabi ki Fenerbahçe’nin 4. dakikada golü bulmasıydı. Sahasında oynadığı maçta kalesinde bu kadar erken gol görmek Beşiktaş‘ı daha atak oynamaya yöneltti. Fakat bu atak oyun ilk 25 dakikada Fenerbahçe’nin oynadığı baskılı ve etkili futbola reklam arası dönemlerinde kendini gösterebildi. Sarı Lacivertli takım son haftalardaki ilk 20-25 dakika baskısını bu maçta da ortaya koyarak maçı en başından koparabilirdi de.

Fenerbahçe’nin baskılı olduğu ilk yarının ilk yarısında Beşiktaş’ın sol kanadını kırdı. Quaresma’nın geriye gelmeyişi bunun en büyük nedeniydi. Quaresma’nın Simao’yla yer değişmesi ve Ernst’in bu kanada desteği biraz durdurdu Fenerbahçe’yi. Aykut Kocaman’ın ilk yarım saat sonra takımı geri çekip devreyi önde bitirme düşüncesi belki de mecburiyettendi. Çünkü Fenerbahçe bu sezon maçın son 20-25 dakikasında güçten düşüyordu. Gücü ekonomik kullanmak düşüncesiyle geri çekildiğini düşündüğüm Fenerbahçe alanı Beşiktaş’a bıraktı. Fakat Beşiktaş da rakip yarı alana organize toplarla, kalabalık hücumlarla yerleşmeyi başaramadı. Yandan gelen birçok ortada topun Almeida’yı geçtiğinde taça çıkması bunun kanıtıdır. Devre biterken yalnızlığın açtığı yarasına tuz basan Dia’yı ancak tekmelerle durdurabilen Ekrem Dağ „ters“ İbrahim Üzülmez etkisi yaratarak (bknz. İbrahim Üzülmez’in soldan gelip sağ ayağıyla attığı gol) takımını soyunma odasına umutla gönderdi. Volkan’ın golden sonra su içmesi de manidardı.

İkinci devreye de Beşiktaş’ın bu kadar hızlı başlaması beklenmiyordu. Evet şans golüydü İbrahim Toraman’ın attığı, ancak önemli olan her zaman o şansı zorlamaktır. Skor üstünlüğünü ele geçiren Beşiktaş sağlı sollu geliştirdiği ataklarla bu sefer maçı koparabilecek takımken Hugo Almeida’nın karşı karşıyalardaki beceriksizliği bunu engelledi. Beşiktaş’ın bu süreçte, yani ikinci yarının ilk 15 dakikasında, biraz geriye çekilip kanatlara isabetli paslar kullanması etkili oldu. Yine bu süreçte Lugano ve Ferrari eşleşmeleri kırmızı kartın , en azından penaltının, sinyallerini veriyordu. Cüneyt Çakır’ın Ferrari’nin „künde“sini görememesi en büyük hatasıydı. Bazen futbolcular pası atacağı arkadaşını göremiyor, bazen de hakemler… Öyle ki Ferrari de Lugano’ya attığı dirsek esnasında hakemlerin tam onu görebilecek açıda olduklarını görmedi. Gökhan Gönül’e de ikinci sarı karttan bir kırmızı kart gerekirdi.

Ferrari’nin kırmızı kartı görmesiyle işler tamamen tersine döndü ve oyuna Aurelio’nun girmesiyle Schuster elindeki 1 puanı da rakibine hediye etti. Sarı kart görmüş olsa da Necip’in sahada kalması, enerjisinden yararlanılması gerekirdi. Guti’nin, Simao’nun oyundan nasıl düştüğünü gördük. Bunun olabileceğini düşünemeyip Simao-Fernandes değişikliğine gitmemesi Schuster’in düştüğü en büyük gafletti bu akşam.

Kırılma anları çoktu. Ferrari ipi inceltti, Alex’te ipi kesti. Alex’in 3 golle bitirdiği sanırım ilk derbi oldu. Şu anda Alex’e yine methiyeler düzülüyordur. Yarın da manşetler Alex’li olacaktır. Ancak sahneye rakip 10 kişi ve orta sahasını bomboş bıraktıktan sonra çıktığını es geçmeyelim. Birini övmek için oyuncunun ne yaptığını irdelerken, neyi, ne zaman yaptığını da göz önünde bulundurmalı.

Beşiktaş sezon boyunca istikrarlı bir ilk 11’e sahip olamamasının en acı sonucunu bu akşam tattı. Haftalardır oynayan Nobre, Aurelio, Bobo ve Sivok’un ilk 11’de olmaması kalitelerinin yetersizliğindense önceki maçlarda oynarken çok mu kalitelilerdi de oynadılar Schuster’in açıklaması gerek. Beşiktaş sezon bitene kadar bu istikrarsızlığına devam ederse 17 maçta ancak 17 puan alabilir. Hedefini de başka bir türlü tutturabilir.

Sezona çalkantılarla başlayan Fenerbahçe’nin sabırla bugünlere gelmesine diyecek fazla söz yok. Tebrikler. Şampiyonluk için gönlüm çeşitliliğin artmasını istemem nedeniyle Trabzon’dan yanadır. Ancak eğer Trabzon yarınki maçta strese girip puan kaybederse Fenerbahçe bu rüzgarıyla şampiyonluğa çok yaklaşır.

Not: Maçı katledenin Ferrari’nin dirseğinin değil de Cüneyt Çakır’ın olduğunu haykıran Beşiktaş taraftarını da, maçı katlettiğini iddia ettiğini Cüneyt Çakır’ın Ferrari’nin kündesini görmediğini ekleyerek mantıklı düşünmeye davet ediyorum.

sevgiler volkanbk3

Futbol endüstrisine yön veren yazı-tura oyunu

Bu yazı 07.12.2010'da volkanbk3.com'da ve Bilgi Üniversitesi Dergi Bilgi Kulübü'nün çıkardığı aylık dergi Potansiyel'de yayımlanmıştır.

Derbi öncesi yayınlayayım dedim. Genel Kültür niyetine...


Ekonomik krizin arttığı dönemlerde yarışma programları her zaman televizyonlarda en fazla yeri kaplar ve de çok ilgi çeker. Son bomba yarışmamız da „Canlı Para“ oldu. Ne zaman bir spor sorusu çıksa, genelde de futbol soruları çıkar, kendimi yarışmacının yerine koyar ve yarışmacının ne kadar parası varsa sanki hepsi kendiminmiş gibi tüm paramı belirlediğim şıkın üstüne bırakırım. Fakat bayram esnasında yayınlanan programlardan birinde sorulan soru ben dahil evdeki tüm kafaları karıştırdı.

“Yanlış bilgi„ yarışması

Soru başlığı „Büyük Maç“tı. Bu başlığa uygun şıklar gözüktü. Soru ise „Aşağıdakilerden hangisi derbi değildir?“ idi. Şıklarda şöyle sıralandı: Fenerbahçe-Kasımpaşa, Bursaspor-Kocaelispor, Galatasaray-Trabzonspor. Cevapsa Bursaspor-Kocaelispor olarak açıklandı. Yani aslında derbi olmayan Galatasaray-Trabzonspor maçı bu kategoriye alınmıştı. „Nasıl yani?“ demeyin. Galatasaray-Trabzonspor maçı bir derbi değildir! Neden mi?

Bugün bütün futbol endüstrisinin en büyük parçası olan “derbi maç„ların adı bir yazı-tura oyunu sonunda belirlenmiştir. Çok da ironik değil mi? Masum bir iddiadır yazı-tura oyunu ama işin içinde yine para vardır.

Bu terim lugatımıza İngiltere’den girmiştir. Şu anda Büyük Britanya olarak bildiğimiz yer eskiden de aslında şimdi olduğu gibi İngiltere, İskoçya, İrlanda gibi kontluklara bölünmüştür. İngilizler Derbyshire’da konuşlanmıştır ve artık onlar Derby Kontluğu’dur. Kontluğun başına geçen de „Earl of Derby“ denmektedir.

Anlatılara göre Londra, Charshalton, Epsom’da 1778’de Derby’nin 12. Kontu Edward Smith-Stanley (neredeyse bütün kontların adı da Edward) ve arkadaşlarının katılacağı bir akşam yemeği partisinde iddiasına at yarışı düzenlenir. Yarışlar heyecan dolu geçer. Derby Kontu, Sir Charles Bunburry ile yarışın adını kimin onurlandıracağına karar vermek için yazı tura atarlar. Ve Derby kazanır. Daha önce Epsom bölgesinin adıyla anılan (Epsom Stakes) yarışlara bundan sonra „Derby Stakes“ denmeye başlar.


Derbi mi değil mi?

Günümüzdeki kullanımı ise oldukça karışıklaşmıştır. Her spor dalındaki mücadeleler için kullanılabilen derbi kelimesinin yaygın olarak en çok görüldüğü yer popülerliği nedeniyle futbol mücadeleleri. Geleneğe çok bağlı olan ve modern futbol organizasyonunun da kurucularından olan İngiltere’de bu derby, türkçe olarak derbi, tabiri aynı şehrin iki takımı arasında oynanan maçlar için kullanılmaktadır. Ancak artık pazarlanan futbol oyunu hem heyecanı dolaylı olarak da satışlarını arttırmak için derbi tabirini aynı şehrin iki takımının dışında, şehirlerarası, bölgesel ya da maddi açıdan kuvvetli iki ekibin karşılaşması olarak da kullanmaya başladı. Elbette iki şehrin tarihsel geçmişleri arasında yaşanan gerginlikler de o maçları “önemli„ kılar Ancak onları derbi yapmaz.

Yarışma programında sunucu Engin Altan Düzyatan’ın savunusu, Galatasaray-Trabzonspor mücadelesinin derbi olmasa da büyük maç olduğu için “derbi değildir„ sorusunun “kapağı açılan„ cevaplardan olabileceği yönündeydi. Ancak Bursaspor ve Kocaelispor arasında oynanan bir çok mücadelede 90’ların başında büyük maç olarak görülmekteydi. Bu durumda Bursaspor-Kocaelispor maçı da bir dönem büyük maç olduğu için derbi değildir sorusunun kapağı açılan cevabı olabilirdi.

30 Ekim 2010 Cumartesi

Özlemişim böyle takımı


Ali Sami Yen'deki son maçlardan biri daha geride kaldı. Lige iyi başlayamamıştık ancak son iki maçta oynanan futbol ve bir çok sakata karşın alınan 4 puan bir şeylerin yoluna girdiğini göstermekte sanki. Hele de orta sahada savaşan zaman zaman da dövüşen bir Galatasaray olduğunu görmek buna işaret gibi sanki.

Maçın başında Kadıköy'deki baskıyı yine gördük. Harika bir baskı kuruldu ileride ve Antalyaspor kitlendi bir şey yapamadı. İlk 10 dakika böyle geçtikten sonra biraz daha ortaya taşındı maç. Bu sırada maç öncesi dediğimiz gibi gelişmeler oldu ve Misimovic'in hızlı ara paslarına Pino ve Sabri müthiş hareketlendiler. Paslar golle sonuçlanmadı ama olsun. Pino'nun muhteşem deparlarını görmek bile heyecan kattı.

İlk yarı adına kilit dakika 17 idi. Antalyaspor'un yarı-organize atakları sonucunda Tita çok iyi vurdu ancak Ufuk aynı güzellikte cevap verdi Brezilyalıya. Genç kaleci o pozisyonda o refleksi gösteremese belki de sonuç böyle olmayacaktı.

Defansta iyi kapanan Galatasaray yine hızlı ve derin paslarla gol aramaya devam ediyordu ki 30. dakikada Misimovic'in herkesin uyuduğu anda arkaya kaçan (sanırım) Pino'ya attığı pas ilüzyon gibiydi. Sanki Pino'yu da topu da Misimovic ayakkabısının topuğundan çıkarıp oraya koymuştu. Nefis pas yine golle sonuçlanmadı ama ardından gelen korneri golle sonuçlandırmak şaşırtıcı oldu. Yıllardır adam gibi bir golümüz yoktu kornerden! Bir tak pas, bir tak da kafa şutu ve gol. Daha dün Bayern Münih maçını izledim ve ilk iki golünü kornerden buldu Bayern. Sonra zaten rahatladı. "Hiç bir şey yapmıyorsan kornerden gol at be kardeşim" dimi?? Sonunda bu da oldu. Bir şeyler değişiyordu valla. Çok geçmedi bir gol daha geldi Sabri'nin ortasını iyi uzaklaştıramayan defansın vuruşu Pino'ya pas oldu ve şu çocuk gol attı da ben de rahatladım. Maksimum 5 yıl önce menajerlik oyununda keşfettiğim bir yeteneğin neler yapabileceğini az çok tahmin eden biri olarak sabırla bu günü beklemiştim sanki. Pino daha güzellerine layık. Onları da atacak. İlk yarının en üzücü olayı tabi ki formunu yakalamış Serkan Kurtuluş'un sakatlanması oldu.

İkinci yarıya biraz geri çekilmiş olarak başladık. Antalyaspor'un baskılarına iyi dayansak da yenilen golde şaşkınlık dizboyuydu. Hala düdük çalmadan maçın durmayacağını öğrenemeyen oyuncular yüzünden yenen gole bir de şu açıdan bakalım. Ortada bir otorite var. Ve otoritenin-hakemin kararlarına karşı çıkabilecek bir halk-oyuncular topluluğu. Oyuncular muhtemelen "biz halk olarak ayaklanıp imza toplarsak karara itiraz edersek dediğimizi yaptırabiliriz" diye düşünüyorlar böyle pozisyonlarda. Ancak ne yazık ki futbol bu yönüyle çok totaliter. Siyahlar içindeki adamlar ne derse o oluyor. Ufuk ne yapsa yapsın golü çıkaramıyor. Ben biraz heyecanlanıyorum. Çünkü 2-1 her zaman tehlikeli skordur. Ve Galatasaray da ikinci yarıda bildiğin oyundan düştü ya. Tabi iki kişinin birden sakatlanması hiç hoş olmadı. Serkan'dan sonra da Hakan Balta'nın sakatlanıp çıkması hoş değildi. Hagi'nin elini kolunu bağladı. Atağa dönük tek değişiklik Emre Çolak olabildi.


Son iki maçta elinden geleni yaparak formasına ve üst düzey maç temposuna alışmaya çalışan Emre Çolak oynadığı son 20 dakika boyunca mükemmel işler çıkardı diyemeyiz tabi ki. Ama henüz kendini ve oyun tarzını bulamadığını görüyoruz. Yavaş yavaş hangi pozisyonda ne yapması gerektiğini anlayacak ve Arda takımdan ayrılınca güzümüz onu aramayacak. Henüz çok cılız Emre. Biraz güçlenmesi ve aklını kullanması gerek. Bunları geliştirebilecek yaşta ve önü açık bence. Fazla abartarak eleştirmeyelim çocuğu.

Maçın son 10 dakikasında bildiğin koptuk oyundan. Ancak olursa uzun toplarla Pino'nun deparlarıyla çıkabildik ileri. O da bir yere kadar sonuç verebilirdi. Yorulana kadar. Sonuç için diyecek pek bir şey yok. Taffarel vari bir cevap verelim bitsin bu uzun yazı: "3 points. Çok güiiüziiiel!!"

27 Ağustos 2010 Cuma

Kazakistan-Belçika maçları Türk Milli Takım Kadrosu


KALECİLER:
Hakan Arıkan, Onur Kıvrak, Sinan Bolat

SAVUNMA: Gökhan Gönül, Sabri Sarıoğlu, Ömer Erdoğan, Servet Çetin, İbrahim Toraman, Gökhan Zan, Hakan Balta, İsmail Köybaşı

ORTA SAHA:Hamit Altıntop, Kazım Kazım, Mehmet Aurelio, Selçuk İnan, Selçuk Şahin, Emre Belözoğlu, Nuri şahin, Arda Turan, Özer Hurmacı

FORVET: Tuncay Şanlı, Semih Şentürk, Sercan Yıldırım, Nihat Kahveci, Halil Altıntop

yorum gerek değil mi?

Hakan yerine Cenk'i görmek isterdim! Formayı hak ediyor. Belki de hemen havaya girmesin, öyle iki maçta milli takıma girince oldum sanmasın diye böyle bir tercih yapıldı. Ömer Erdoğan hakettiği formayı giyecek üstüne. Servet'e partner olacak gibi gözüküyor. Gökhan Zan neye göre takıma alındı ben anlamadım. Gökhan Gönül sakat değil miydi? Selçuk İnan'ın yanında Ceyhun Gülselam'ı da görebilseydik keşke Mehmet Aurelio yerine. Bu adamdaki ısrar nedendir bilemedim! Türk olurken Milli Takım'da oynama garantisi mi istemiş?? Halil ne yapıyor tam bilmiyorum ama iyidir. Ben Mevlüt'ü de aradım bu kadroda.

Fena değiliz. Belçika ile görülecek bir hesabımız var. Takımdaki oyuncular ne kadar kulüplerinde formsuz olsalar da birlikte farklı oynuyorlar. Çünkü hepsi üst düzey oyuncular. Mesela Arda'nın yanında Mustafa Sarp değil de Emre, Hamit olacak. Servet sahaya hocasının güveniyle çıkacak. 2'de 2 yaparsak da, 2 puan alırsak da şaşırmam. Şaşırmamaya alışmak ne kadar donuk bir hayat yaşatıyor biliyor musunuz?

„Napıisiniz lan Devrimciler?“

İstanbul’un büyük takımlarının da aynı anda puan alamadığı bir haftayı geride bıraktık. Geçen haftaya nazaran 2 gol daha fazla (18 gol) atıldı. Bu istikrarla gidersek 34. Haftadaki haftalık gol sayısı 82 olacak! Tabi ki bu pek mümkün değil. Çünkü geçen hafta 9, bu hafta 8 takım gol atamadı.

Haftanın açılışında Ziya Doğan’ın Ayman’sız Konya’sı Eskişehirspor defansının yardımıyla sezonun şimdiye kadarki en hızlı golünü attı. Beraberlik sayısını Pele’nin golü ile bulan Eskişehir özellikle yaşı yetenlerde 1970 Dünya Kupası etkisi yaratmış olabilir. Zira turnuvanın yıldızlarındandı hakiki Pele! Ama Eskişehir kapanan Konya karşısında o yılki Brezilya kadar iyi bir futbol oynayamadı ve Adnan’ın golüyle Konya’ya boyun eğdi. Bu arada geçen hafta Ayman’ı gören oldu mu diye sormuştum. Mısırlı futbolcu Ziya Doğan’ın manevi oğlu söylemlerinden rahatsız olup kendi hesabına yatırılan transfer taksidini de kulübe geri yatırıp Mısır Ligi’nin El-Zamalek’in yolunu tutmuş. Gururlu topçu Ayman. Günün ikinci maçında Kayserispor tek kurşunla yıktı Karabük’ü. 4 yıldır iki gol kralıyla birlikte sarı-kırmızılı takımın hücum gücünü oluşturan Cangele 2’de 2 yaparak artık sıranın kendisinde olduğunun mesajını verdi.


Sen İstanbul’sun! Büyük düşün!

Transfer şampiyonu Beşiktaş kağıt üzerinde favori çıktığı maçta kağıt üzerinde favori olarak kaldı. Guti’nin 11’de başlamadığı maçta Necip’in de olmaması şaşırtırken, ilk 11’de başlayan Delgado’nun maçın ertesi günü takımdan gönderilmesini Arjantinli’nin mağlubiyetin günah keçisi ilan edilmesi olarak mı yorumlamalı yoksa yaz başından beri transfer dersi veren Beşiktaş yönetiminin kendini tekzip etmesi olarak mı? İstanbul Büyükşehir Belediyespor geçen hafta alınan mağlubiyetin kaza olduğunu, uzmanlık alanlarının büyük takımlar olduğunu bir daha hatırlattı. Ne diyor takımın „büyük ağbileri“: Sen İstanbul’sun. Büyük düşün! Bu arada Beşiktaş’ın 3 kalecisinin de ceza sahası dışında topla oynamayı çok seven ekolden olması bilinçli bir seçim mi, yoksa Rüştü’den mi bulaşıcı araştırmak gerek. Geçen haftanın iki şok sonucunda imzası olan Antalyaspor ve Sıvasspor birer golle haftayı kapattı. Gençlerbirliği ve Gaziantepsor’un bu hafta lig tablosunda arttırabildikleri tek verileri beraberlik sayıları oldu. Tolunay Kafkas’ın Kayseri’deki ikinci sezonunda takımın ligde toplam 38 gol atabilmişti. Aynı senaryo Antep’te tekrarlanır mı göreceğiz.


Geçen yıl Ali Sami Yen’de aldıkları beraberlikle şampiyonluğun gideceğini hissettiklerini söyleyen Bursalılar, geçen yıl son dakikada kazandıkları şampiyonluğun ne kadar hakedlimiş bir unvan olduğunu kanıtladı. Galatasaray hızlı başlasa da gole ulaşamayınca Ergic’in iki golü sorunlu Galatasaray’a „marksist darbe“yi indirdi. Zira Ergic, yeşil sahada görülebilecek ender solcu entellüktellerden. Ligimizin doğu bloku (Takımdaki 9 yabancının 7’si Çek Cumhuriyeti, Polonya ve Slovakya’dan) ekolünün önemli temsilcilerinden Ankaragücü düşmeye en yakın olarak gördüğüm Manisaspor deplasmanında 3 golle galip gelerek haftanın gollü maçlarından birine imza attı. Ankara temsilcisinin ikinci golünü atan Özgür Çek Fenerbahçe altyapısının mahsulüdür. Aziz Yıldırım arada bir kendi bahçesindeki yeteneklerle ilgilense fena olmayacak.

Mahalle Futbolu

Haftanın son gününde maçlar öncesi Kasımpaşa Ömer Hayyam sokaktaki evimdeydim. Davul seslerini duyana kadar nerede olduğumun çok da farkında değilmişim. Davul sesleri ramazan nedeniyle değil, Kasımpaşaspor’un 1 saat sonra oynayacağı Bucaspor maçından ötürü mahalleyi inletiyordu. 10 dakikalığına süren tezahüratlar bana futbolun güzelliğini ve semt futbolu kültürünün ne demek olduğunu hatırlattı bir kez daha. Trabzonspor’un Fenerbahçe’yle oynadığı maçı izlediğim Taksim’deki bardan dönüştede aynı coşku Kasımpaşa’da devam ediyordu. Skoru kahvedekilere sorduğumda golsüz beraberlik cevabını aldım. Bu sonuca sevinebilmenin ve mahalleyi inletmenin tek anlamı koşulsuz semt yandaşlığı olmalı diye düşündürdü beni. Koşulsuz olmaya devam eder bu sevgi umarım.

Haftanın hem en gollü, hem de en heyecanlı mücadelesi Avni Aker’deydi. Her türlü rovanşı içeren mücadelenin galibi futbolseverlerdi! Gol açısından bu kısır haftanın yükünü çeken maçta iki takımın ikinci yarıda oyundan düşen orta sahaları her şeye rağmen futbol olarak daha çok şey öğrenmemiz gerektiğini gösterdi. Semih’in, Alex’le nöbeti değiştirmeleri haftanın ilginç olaylarındandı. Yattara’nın muhteşem dönüşü ileriki haftalar için ağzımızı sulandırdı. İlk yarıda atılan 5 gole ikinci yarı en az 2 gol daha eklenir beklentimizi Teofilo ve Yattara’nın mutlak gol pozisyonlarında yaptığı rehavet esanslı vuruş hataları boşa çıkardı.


Trabzonspor, Bursaspor ve Kayserispor 2’de 2 yaparak ligin zirvesine oturdu. Yılmaz Erdoğan’ın Vizontele fimlerinde ruh verdiği Deli Emin şu lig tablosuna baksa üsttekilere „Napiisiniz lan Devrimciler?“ diye sorardı muhakkak. Bundan da önemlisi aynı soruyu yıllarca Avrupa’da göğsümüzü kabartan Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş yönetimleri de bir an evvel kendilerine „Napıyor bu devrimciler“ sorusunu sorarsa iyi ederler.

volkanbk3

Çok-düze!

konuya nereden başlayacağımı bilemezken bir dosttan tivit geldi. "barış özbek+mustafa sarp + serdar özkan + hakan balta + ayhan akman + servet çetin + sabri sarıoğlu + ali turan + gökhan zan.. akıl? fikir?" yazıyordu... Ortada takım yokken kişilerden gitmek ne kadar doğru olur bunu deneyeceğim. Bakalım doğru olacak mı?

Barış Özbek: Feldkamp döneminin yıldızıydı. Bense kendisinden çok şey bekliyordum. Çünkü koşmayan Lincoln'ün arkasını toplayarak, arada bir de gol atarak gelişime açık bir gençti. Belki de iyi olduğuna dair bir yanılgıya düştük o dönemdeki performansıyla. Şimdi bir adım ileriye atamadığına şahit oluyoruz. Keita karın boşluğuna dirsek yediği pozisyon sonrası kıvrandığı için "G.Saray'a yakışmayan bir hareketti" diyerek satışını haklı çıkarmaya çalışan Adnan Polat'a geçen yıl Sıvas maçında hala şampiyonluk şansımız varken takımını yalnız bırakan Barış Özbek'in neden bu takımda kaldığını sorarım...


Mustafa Sarp: Geldiği gün yazdım bu adamın ne işi var bu takımda diye.Her maç sonrasında da ne kadar işe yaramaz bir oyuncu olduğunu yazdım durdum. Alın terine saygı duyuyorum. Bu konuda ekmeğine çıkarmak için yaptığı işe bir şey dediğim yok ama lütfen ekmeğini Galatasaray'dan çıkarma. Anadolu'da tonla kulüp var. Bank Asya'nın senin gibi yıldızlara ihtiyacı var. Galatasaray'da senin yerin nasıl oluyor ben anlam veremiyorum. Ve ne yazık ki geldiği günden beri en çok didinen kendine bir şeyler katmaya çalışan tek oyuncunun Mustafa Sarp olması beni daha da üzüyor. Takımın vahametini gözler önüne seriyor.

Serdar Özkan: Beşiktaş'ın en sevilmeyen oyuncusuydu. Yeteneklerinden şüphem yok. Fakat takıma ve sisteme alışması lazım. Bunun için de zaman lazım. Ancak sakatların çokluğu buna imkan vermedi. Bu kadar sakat olmasa ilk 11 olmazdı. Zamana ihtiyacı var. Ama zamana tahammülümüz de yok. Beklemek lazım iyi olacak.

Ayhan Akman: Artık yedek oturması gereken inatla oturtulmayan, ne yaptığı belli olmayan sürekli yana oynayan, sadece dün bir şeyler yapmaya çalışan ama çokça başarısız olan 33 yaşına gelmiş atsan atılmaz, satsan satılmaz bir adam oldu. Bir de takım kaptanı ne yazık ki. Uzun zamandır bu kadar sevilmeyen başka bir oyuncu var mı?


Servet Çetin: Rijkaard açıkça ben bu adama güvenmiyorum dedi. O günden beridir Milli Takımın vazgeçilmez yıldızı gözlerimizin önünde düşüyor. Piyasası da bitiyor. O da kendisine ödenebilecek en yüksek bedel 8 milyon Euro'yu bir daha göremeyecek. Bir teknik direktörün yapacağı en büyük hata açık ve seçik olarak ona güvenmediğini söylemektir. Profesyonel bir oyuncunun da duygusal olmasıdır bu en büyük hata! Güvenmek lazım bu adama. Güvenildiğinde Gerets döneminde neler yapabildiğine herkes şahit oldu! Sorunu güven eksikliği...

Sabri Sarıoğlu: An itibariyle en çok aranan oyuncu. Sevilmeyenler listesinde de üstlerde yer alıyor ama artık eski Sabri yok! Tekerrürü sadece kötü ortaları. O beğenmediğimiz ortalarıyla Anfield'da Ümit Karan'la bizi coşturmuştu! Harika ters kademe almaya başladı. Hızlı ve sürekli atağa çıkıp takımı ileride tutan adamdı. Olmayınca ileride tutan olmuyor takımı. Dönsün o zaman görüşelim...

Ali Turan: Bu adam stoper. O yüzden bu kadar düz. Kayseri'de sağ bek oynamışmış. Galatasaray'da oynayamazsın. Galatasaray'da telafisi olmayan maçlar oynuyorsun. Puan kaybettiğin anda şampiyonluk mücadelesinden geri düşüyorsun. Kayseri'de öyle mi? Değil. Kayseri'de tahammül edilebilen durum Galatasaray'da tahammül edilemez bir hal alır böylece. Stoperde oynasın daha kötüsü olmaz orası da ayrı.

Gökhan Zan: Sürekli sakat olacağı sürekli sakat olmasından belli olan bu oyuncunun neden alındığına anlam vermek ne kadar güç biliyor musunuz? Bugüne dek oynadığı maç sayısı kaç? 10-20? Milli Takım'da zorunluluktan oynuyordu. Şimdi yerine kimi koyarız onu da bilmek zor tabi. Gelmeseydi hiç bir şey değişmezdi dedilerimizden!


Hakan Balta: Şansal Büyüka'nın en sevdiği oyunculardan. "Erman Hocam, bu Hakan Balta için ne diyorsun? Ben çok beğeniyorum. Adamın hep belli bir çizgisi var. 10 üzerinden 6'dan aşağı düşmez 7'den yukarı çıkmaz. " Formda olduğu dönemde aynı lafın altına kim imza atmaz? En güvendiğimiz adam bu değil miydi ya?? İki Karpaty maçında da formsuzluğu, disiplinsizliği turu kaybettirdi. Tüm turu ona mal etmek yanlış. Onun kenarından geldi diyelim iki gol de. Formda olsa geçit verir miydi? Vermezdi!! Bu adamın kesinlikle evde bir yerde özel yaşamında sorunları var bu aralar. Yoksa yukarıda saydıklarımın arasında en güvendiğim en beğendiğim adamdır! Düzel artık!

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Sivasspor - Galatasaray maçının taktiksel tartışması

Evde LigTV'im yok. Bar veya kahvehane köşelerinde izliyorum maçı. Vay arkadaş ne hallere düştük! 5 dakika rötarlı girdim bara. Girer girmez de golü bulduk. Şaşırtacak yine bizi bu takım dengesizliğiyle diye düşünürken baktım ki golü Mustafa Sarp atmış, kredisine kredi katmış. İyi de bu durum Galatasaray'ın forvetsizliğin dibine gösteriyor. Tekrar tekrar izledikçe maçı, Arda orta yapmaya hazırlanırken içeri kat eden sadece Mustafa Sarp'ın olması eksikliğimizin ve bu takımın kaderinin kimlerin elinde olduğunun göstergesi. Golün tekrarında ise görüyoruz ki defanstan çıkan uzun top orta sahamızın pozisyon yaratmadaki zaafını kanıtlıyor.
Golden sonra geri çekiliyor Galatasaray. Klasik bir skoru koruyamama konçertosu izlemeye hazır hale getiriyorlar bizi. Mehmet Yıldız ayağına aldığı topla birlikte sağdan ortaya çapraz bir şekilde kat ederken Galatasaray'ın 3 oyuncusuna çalım atıyor, defansın dengesini bozuyor ve solda boşa kaçan Ceyhun'u görüyor. Ceyhun'uın şutuna Ali Turan ayak sokamasa, Aykut o topu çıkarabilir miydi sorusu muallaka gömülüyor... Yine de gösterdiği refklesi alkışlarım.

Orta saha ilk yarının sonlarına doğru düşmeye başlıyor. Bir pozisyonda bakıyorum ki zaten Ayhan'ın baskı yaptığı adama Mustafa da baskı yapmaya başlıyor ve tek pasla ikisini birden düşürüyor oyundan Zita ve yoluna devam ediyor Mustafa arkasından bakarken... Takım savunmasına noldu ben anlamadım. 40. dakikada kesildi mi Mustafa Sarp o cüssesine karşın!? Galatasaray'ın yediği golde verilen faul Sivasspor'un aleyhine olmalıydı ve bu çok açık bir gerçek. Ancak varsayalım ki Neill gerçekten Mehmet Yıldız'a faul yapmış ve Sivasspor yandan korner gibi bir duran top kullansın. 1.'si orada adama faul yapılmaz, tehlike yaratır. 2.'si yan topta adam öyle savunulmaz Ali Turan. Lensim olmadığı için uzaktaki televizyonda ben golü kendi kalemize attık sandım. Zita öyle güzel uçamadı o topa kafa vurmak için...
Sezonun ilk verilmeyen penaltısının mağduru: CimBom

İlk devre biterken Kadir'in Emre Çolak'ı ceza sahası içerisinde düşürmesi de penaltıdır! Dün gece Erman Toroğlu ve Ahmet Çakar bunu Kanaltürk'te tartıştı. Ahmet Çakar, "Top nereye giderse gitsin ceza sahası içerisinde Kadir Emre'nin bacağını baldırından başlayıp kıskaca alıyor oyuncuyu yere düşürüyor. Açık penaltı!" dedi. Erman Toroğlu'da "Top 80 metre ileri gitmiş Emre'nin topla alakası yok. Penaltı değil!" diye tutturdu. Ama o da farkında ki bu dayanağı olan bir tez değil. Korner atılırken atak yapan takımdan topla alakasız bir oyuncu yere düşürüldüğünde penaltı veriliyorsa Emre'nin düşürülmesi de penaltıdır... Yorum ve hakem hatasıdır dün gece yaşanan...

İkinci devre tamamen oyundan koptu Galatasaray. Orta saha kurgusu kalmadı, direnci ise ancak stat ışıklandırmalarında görebiliyorduk! Sivas'ın hakkını yemeyelim ama onların direnmeye ihtiyacı yoktu çünkü onlarla savaşan bir orta saha yoktu. Ceyhun'un çatır, çutur iki kişiyi üslubuyla devire devire geçip düşerken verdiği gol pası İngiltere Premier Lig'inden alıntı bir sahne gibi. Aykut'un yapabileceği bir şey yok. Kaleciyle karşı karşıya kalan bir çok oyuncu atabilirdi o golü... Golle direnci düşen Galatasaray orta sahası iyice çekiyor beyaz bayrağı. Takım tertibi 4-2-4'e dönünce defanstan atılan uzun toplarla takımın boyu uzatılıyor ve rakip defansın attığı hiç bir top ele geçirilemeyince oyun anlamsızlaşıyor. İlerleyen dakikalarda Mehmet Nas'ın kendi yarı alanından bir deparı var ki kimse de dönüp "Hop kardeşim nereye gidiyorsun" demiyor. O da "Mehmet Yıldız diye bir arkadaş vardı ona bir pas atıp gidicem" diyip pasını boş pozisyondaki Yıldız'a iletiyor. Golle buluşamıyor Sivas o ayrı. Bir de Ceyhun'un son dakikalarda kaçırdığı var, o da gol olsa 4-1'di skor...
Misimovic (?), Elano, Pino, Serdar Özkan, Baros, Sabri, Aydın yoktu bu takımda ama bu orta sahasızlıkla nereye kadar devam edilir bilemiyorum. Faruk Süren sağolsun Aslantepe'de Hagi, Hakan Şükür, Bülent Korkmaz, Taffarel, Popescu, vs. gibilerini izleyemedik. Adnan Polat'ın bu gayretleriyle Mustafa Sarp'ı, Ayhan'ı, Barış'ı izlemeye gelir miyiz o stada onu da sanmıyorum. Adnan Sezgin Avrupa turundan koluna dirençli ve futbolu bilen! iki orta saha oyuncusu takıp gelmezse uçak biletini en yakın tatil beldesine alsın...

maçın kısa özeti(video)

sevgiler volkanbk3

Takım içi rekabet lazım

Eğer bir takımın içinde bir poziyon için rekabet yoksa, o poziyondaki oyuncu ne kadar kötü oynarsa oynasın haftaya yine ilk 11'de oynarsa o takımın hali içler acısından daha vahimdir. Sivas maçında ikinci devre Ayhan, Mustafa ve Cana neredeydi ben hiç göremedim! Sayelerinde Ceyhun ve Mehmet Nas yıldızlaştı.

Adnan Sezgin'in futbolculuğunu bilmiyorum ama çok iyi bir kariyere ve yeteneğe sahip değildi galiba. Bence Mustafa Sarp'ta kendisini görüyor galiba. Bu yüzden almış olmalı. Ve inatla ihtiyacımız olan bir Ernst, Özer Hurmacı tipinde bir oyuncuyken inatla 10 numara diye tutturmak neden! Bizim 10 numaramız var zaten hem de 3 tane!!! Üçü de kendi Ulusal takımlarının vazgeçilmezi. Arda, Kewell ve Elano!! (Dunga dönemi için böyle...)

Bu takıma Misimovic, Baptista, Ronaldinho falan lazım değil!! Bize Anatoly Tymoschuk, Ladesma, Michael Bradley, Anthony Annan, Jermaine Jones, Clint Dempsey, Fellaini, Jermaine Jenas (daha da sayarım) gibi oyuncular lazım! Ben artık bıktım Ayhan'dan, Mustafa'dan, Barış'tan ve bunların yerine koyacak kimsenin olmamasından!!

Rijkaard, Karpaty Lviv maçında da bu orta sahayla oynayacaksa Ayhan'ın,Mustafa'nın,Cana'nın, Barış'ın kafasından geçenler "Ne kadar kötü oynarsam oynayayım bu takımda yerim garanti nasılsa" olmaya devam edecekse bu lig bitmez!! Rijkaard Karpaty maçında ya Sivas maçındaki ortasahadan birilerini kesip Cumhur,Musa,Caner gibi genç oyuncuları oynatıp oyuncularına gerekli mesajı verecek, ya da bu orta sahada ısrar edip kendi ipini çekecek.

Bu arada Pino, Serdar Özkan, Aydın, Baros sakat olmasaydı bunları konuşmazdık diyenlere: Futbol bu. Sakatlığı var, cezalı olma durumu var, vesaire. Böyle durumlarda bu adamlar bu oyununa devam edecekse hazırlayın formamı oyuna giriyorum...
sevgiler volkanbk3

8 Ağustos 2010 Pazar

Burada tek A-dam var!

7 Ağustos'ta Sabah Gazetesi'nin haberi

kaptanları Alex ve Emre'yi çok sert biçimde uyaran Yıldırım, "Zico'yu istemediniz gönderdim, Aragones'i istemediniz gönderdim. Fransa gol kralı 1.4 milyon avroya oynarken siz burada 3 milyondan aşağı oynamıyorsunuz" dediği ve konuşamsı sırasından yumruğunu masaya vurduğu ve kapıları tekmelediği belirtildi.
Aziz Yıldırım'ın bu futbolculara ayrıca; "Adam gibi oynamayacaksanız Galatasaray dâhil istediğiniz takıma gidebilirsiz. 2 sene sonra borçları bitirip bırakacağım görevi bu sürede şampiyonluk istiyorum" dediği öğrenildi.

Yıldırım'ın sinirinden nasibini alan isimlerden birisi deLugano oldu. Başkan, Lugano'ya; "Kafa karıştırma. İstiyorsan gidebilirsin. Kalacaksan da adam gibi kal ve yürekten oyna. Gitmek istersen seni tutmayız" dedi.--
8 Ağustos'ta Habertürk Gazetesi'nin haberi

--Alex de Souza’nın 6 sezonluk F.Bahçe macerası bitiyor mu?

Şu anda Sarı-Lacivertli camia bu sorunun yanıtını arıyor. Önceki gün Aykut Kocaman’ın raporu sonrasında başkan Aziz Yıldırım’ın Brezilyalı yıldızı ve arkadaşlarını kulübe kadar çağırıp fırçalaması iplerin kopmasına neden oldu. Alex’in Fenerbahçe’yi kafasında bitirdiği, ayrılmasının an meselesi olduğu ve bunun için de yönetime, “Alacaklarımdan feragat edeyim. Bu sıkıntıyı kaldıramam. Bırakın ülkeme döneyim” dediği öğrenildi.

YÖNETİM ‘KAL’ DEMEYECEK
Bir anda yaşanan bu şok gelişmelerin ardından başkan Aziz Yıldırım ve yöneticilerde sessiz bir bekleyiş başladı. Özellikle Alex’in yaşanan bu gerilim sonrasında Fenerbahçe ile yollarını ayırma aşamasında olması sonrasında neler olacağı merak konusu.

Ancak Sarı-Lacivertli yönetimin Brezilyalı yıldızın ayrılma isteği karşısında sürpriz bir şekilde “Kal” demeyeceği öğrenildi. Başkan Aziz Yıldırım ve kurmaylarının kaptan Alex ile yolları ayırma konusunda fikir birliğine vardığı belirtildi.---
-----------------------------------------------
Diyor ki Aziz Yıldırım,"Alex, falan tanımam! Bu takımın her şeyi benim! Ya benim dediğim olur ya da gidersin!" Yıldırım baktı ki takım içinde ipler Alex'in eline geçmiş, iktidar el değiştirmiş, hemen el koymuş. Aslında ve zaten kendisi vermiş o ipleri "Zico'yu istemediniz gönderdim" cümlesinden anladığımızca... Alex suyunu çıkarmasın, kendini bir şey sanmasın diye fırçayı kaymış! Gözü dönmüş ve Aziz Yıldırım, çokça kez koltuğunu sağlama alan Alex'i bir anda silmeye hazır konuma gelmiş... Diyor ki burada tek A-dam var. O da A-Z-İ-Z... Alex falan değil. Basarım parayı yeni Alex'ler alırım kafasında Aziz Yıldırım. Yaşasın Totaliter rejim! Fenerbahçe taraftarı, pardon taraftar da kalmadı ki bu takımda... Fenerbahçe seyircisi siz uyuyun daha olur mu?
He bu arada Emre de fırçayı yemiş... ""Adam gibi oynamayacaksanız Galatasaray dâhil istediğiniz takıma gidebilirsiz." lafı gelmiş Emre'ye... Emre'nin adam gibi oynadığı dönem Galatasaray'da oynadığı yıllardı... Hatırlatayım...

Oyun daha süperdi!

Lig öncesi hep bir Fenerbahçe,Galatasaray,Beşiktaş kupa maçı oynardı. Alışmıştık bu rutine. Hele bir şu kupa gelsin de görelim isterdik takımlarımızın son durumunu. Bu sefer üçü de yoktu. Bursaspor ve Trabzonspor karşılaşıyordu kupa finalinde ama nedense ve yine İstanbul'da! Aslında Bursa'nın yakın olması ve Trabzonlu'ların da İstanbul'da çok bulunmuş olması yeterli bir nedendi stadın dolması için ancak yine 26bin biletli kişi izlemiş maçı. Madem 26bin kişi izleyecek ve maçı Eskişehir'e, Kayseri'ye... Oralar da ancak o kadar dolardı zaten en azından bir heyecan yaşarlardı, bir arzu dolardı takımların içine seneye de biz burada olmalıyız gibisinden...
Maçın temposu harikaydı. Lig kıvamına gelmiş iki takım da. Biraz daha zamanla tam performanslarını yakalarlar. Biz de zevkle izlerik artık 9 maçı da canlı canlı! Şu açık ki Trabzon gerçekten çok daha iyi bir oyun sergiledi dün. Tek pas ve set oyununu iyi çalışmışlar. Alanzinho yerini bulmuş ama Burak Yılmaz hala ne yaptığını anlayamadıklarımdan. Fizik, hız her bir şey var biraz da teknik ama kafa yok. Ya da var da kendine saklıyor, evde çıkarıyor o kafayı dışarı. Halbuki gösterse ya bize de... Bursaspor da dikine hızlı ileri yönelmek işini iyi çalışmış. Orta sahada kaptıkları toplarda çoğu zaman gerçekleştirebildiler bu işlemi ancak bu şekilde ceza sahası içine girebilmeyi beceremediler. Kanatları kullanmayı unutmuş gibiydiler. Halbuki Beşiktaş maçında kanatlardan gelmişti gollerden en azından biri. Ve Galatasaray maçında da aynı yöntemi kullanmışlardı. Hüseyin'in olmayışı, Batalla'nın fiziken cılız kalması Timsah'ın gövdesini hafif bıraktı.
Trabzon'da Ceyhun sürekli kaleyi yokladı. İkinci yarı da buradan geldi gol. Top Ivankov'dan sekti ve Teofilo da iyi bir takipçi olduğunu gösterip topu kaleye gönderdi. Halbuki top JABULANİ bile değildi!!! Nasıl oldu da böyle bir gol izledik ben anlamadım! Hemen ardından ikinci golün üstelik 61. dakika şovuyla gelmesi sarsılmış Bursa'yı yıktı. Selçuk'un arapası harikaydı da Teofilo'nun vuruşu çok daha harikaydı! Adrian Ilie geldi, vurdu, gitti sanki! Bursa iyice çöktü. "Son şampiyonum ama forma reklamım bile yok!! Saldır anasını satayım" ruhuyla oyuna tutunmaya çalıştı. Olduramadı. Defansın bile gol düşüncesine kitlenmesi savunma aklını geri plana itince kendi ceza sahasında bile 4 kişi bir Teofilo'ya mukayıt ol(a)madı! O da direkte bekleyen Bursalı'nın ofsaytı bozmasını görüp altıpasta önüne gelen topu gönderiverdi kaleye... Jaja'nın gelişi Teofilo'yu fişekledi heralde ki böyle bir performans ortaya koydu. Yoksa daha 1 ay evvel ben gideyim demiyor muydu bu çocuk??
Tek anlayamadığım Turgay'ın, Sercan'a tercih edilmesiydi. Eğer maçı rakip sahaya yıkamayacağın bir maçsa Turgay'ın oynaması çok da anlamlı değil. Ne Sercan kadar hızlı, ne de teknik... İleride bu yüzden üretici olamadı Bursa, oysa SErcan neler yapmıştı son Galatasaray maçında!

Karpaty deyince akla…

Ne zaman uçakla balkanların üzerinde geçsem her sıradağ benim için Karpatlardır! Onun maradona'sı* da Hagi'dir! Böyle bir etki işte Hagi'nin bıraktığı. Şimdi ne alaka ki Hagi'yle... Eh Avrupa ön elemesindeki rakibimizin adı malumunuz Karpat içeriyor. Karpat-y Lviv'in de rakibi Galatasaray'ın efsanesi Hagi... Tam daha fazla bağlamayın onu-buna-seni-bana... Ne diyo abi* "Bağlanmayacaksın!"

Eskiden USSR kupası kazanmış, o dönem iyiymiş falan bunlar hikaye... USSR'mi kaldı! Eskiden bir Borussia Mönchengladbach vardı bildin mi gibi bir durum oluyor bu mazi hikayeler. Bakıyorum ki takım 1991'den itibaren bugünkü halini almış. O zamandan beri naptığına bakalım. 1993 ve 1999'da Ukrayna Kupası'nda finale çıkmış, eli boş dönmüş. Bir de Ukrayna 1. Ligi'ni ikinci bitirmiş 2005-06'da. (wiki kafamı karıştırdı ama son karar budur.) Ligin kalburüstü bir ekibi oluvermiş Ukrayna Premier Ligi'nde...

Özünde herhangi bir takım görüntüsünde.Tek artısı altyapı sistemi. Önemli topçular yetiştirmiş. Öyle ki 10 Milyon Euro'ya 1 yıllığına kiraladı Barcelona Chygrynskiy'i! Kadrolarında bir kaç Chygrynskiy, bir kaç Oleh Luzhny varsa ve biz bilmiyorsak Beşiktaş'ın Metalist kazasına uğrayabiliriz. Ama ben Galatasaray'a güveniyorum. Sami Yen'de bitiririz işi, Ukrayna'ya da Cem Yılmaz, Rıdvan Dilmen hep beraber "takımı desteklemeye" gideriz(!!!)...

Mağlup ama Hevesli Sırp Gençler*

Sami Yen'deki maç hakkında söyleyecek bir şey yok. Çünkü benzer senaryoyu Sırbistan'da da izledik. O yüzden iki kere tekrar etmeye gerek yok aynı şeyleri. Galatasaray, maça hep iyi başlıyor. Maçı ilk dakikalarda koparmak için vargücüyle mücadele edip skoru lehine çevirme arzusu mükemmel bu takımın. Skibbe'den beri de böyle zaten. İlk yarı maç kopar Cimbom keyfine bakar. Rijkaard'la da çok bir değişiklik olmadı bu durumda. Tek değişiklik yaşanan o rehavet! Zaten geçen yıl yaşanan tüm puan kayıpları ve kaçırılan şampiyonluğa bu neden olmamış mıydı?
Eski zamanları hatırlattı Sırbistan'da bulduğumuz ilk gol. Ön direğe gelen ortayı Suat Kaya arkaya sektirir arka direkte de Galatasaray'a gelen en verimli sağ beklerden Capone topu sadece itiklerdi çizgiden içeri... Bu sefer de Mustafa Sarp arka direğe doğru kurtardı kendini. Ve boş kaleye itikledi topu. Oyun zekası olarak harika bir hamle geldi Sarp'tan, rakip defanstan da müthiş bir defansif boşvermişlik izledik. Böylece yine maçın ilk dakikalarında skor olarak rahatlık ve moral gelmiş oldu. Bu moral takımın orta sahasına olumlu yansıdı özellikle Mustafa Sarp'a... İkinci gol öncesi yaptığı presle kaptığı topu anında Kewell'a aktarması ancak ve ancak Xavi tadında bir oyuncunun yapabileceği bir hamle idi. Şaşırdım. İlk defa Mustafa Sarp'ı bu kadar övdüğümü görmüş oldunuz böylece. Ancak Belgrad maçında övebiliriz kendisi. Hele bir muhtemel Porto veya Palermo maçları gelsin o zaman da övebilecek miyiz göreceğiz...

Buraya kadar her şey güzelken nedense topu da oyunun kontrolünü de rakibe bıraktık. Belki Rijkaard takıma öndeyken skoru korumayı öğretme çabası içinde ama yanlış bir düşünceyle... Zira Milli Takımı skoru koruyamama konusunda zirve yapmış ülkenin çocuklarıyız biz. Topu rakibe bırakırsak illa ki bir gol yeriz, skoru zora sokar, gereksiz heyecan yaparız. Ya "savaştık kazadık" zafer manşetleri atılmasına ya da son dakkada İlker Yasin'e "olmadı çocuklar" dedirtiriz. Az kalsın ilk yarıyı yapmayın çocuklar klişesiyle kapatıyorduk ki Aykut'un plonjonik refleksleri (yeni uydurdum) İlker Yasin'e malzeme vermedi. (maçı o sunmadı ama öylesine hoşça bir takılma işte...)
Taçtan gol pozisyonuna girerek bir ilke imza attık ikinci devrede. Penaltı hakkıyla kazanıldı. Kewell da takımın penaltıcısı ve ilerideki son adamı olarak bitiriciliğini konuşturdu. Kalecinin eline çarpması neyi değiştirir gol goldür... Skor 3-1'e gelince, rakip de 10 kişi kalınca gereği görüldü ve iki gol daha atıldı. Pino'nun arapası ve Mehmet Batdal'ın golü takım içi morallerin artmasını ve uyumun da yükselen bir grafikte olduğunu gösterdi. Fakat yine "o" rehavet rakibe bir çok kez kaleyi yoklamasına neden oldu. Direkten şutu unutmam bu maç için. Bir de Prekazi'nin yorumlarını. Senin Türkçe'ni yirim ben be ya Prekazi'm: "Ben 'er zaman söylerim. İyi orta yarım goldür!"
*Tam adı Omladinski Fudbalski Klub Beograd kısaca OFK Beograd dediğimiz kulübün tam adının Türkçe manası ise Gençler Futbol Kulübü Belgrad demek-mişşş...

5 Ağustos 2010 Perşembe

Alma Adnan'ın ahını çıkar Kocaman, Kocaman...

Her ne zaman bir Türk takımı Avrupa Kupaları'ndan elense içim bir burkulur. Fenerbahçe elendiyse yaşadığım burukluğun içinde biraz da sevinç barınır. Çünkü tek adam sistemi "bir kez daha" çökmüştür. Sonra gerçeklere bakarım. O takımın elenmeyi hak edip etmediğine bir bakarım. Maçlarını izlediysem oyunlarına bakarım. Bir önceki sezon bittikten sonra neler yaşadıklarına bakarım ki neden ilk resmi maçta böyle döküldüklerini gerçekçi bi bakışla anlayabileyim...

Fenerbahçe şampiyonluk yoksa gidersin geleneğini sürdürdü ve Christoph Daum ile yollarını ayırmayı kafasına koydu Trabzonspor maçından sonra. Fakat bu durum ne kadar sürdü? 15 Mayıs'ta "şampiyon olamadıklarını" fark ettikleri 2 dakikalık şaşkınlığın ardından alınan karar 25 Haziran'da sonuçlanabildi ancak. Yani Fenerbahçe yönetimi ve takımı 40 gün böyle kaybetti. Aykut Kocaman'ın teknik direktörlüğe başlama tarihi de 9 Temmuz olarak gözüküyor. Yani sana bir 14 gün daha... Etti 54 gün kayıp. Denilebilir ki Aykut Kocaman o süreçte takımın yine başındaydı en azından kurulacak yeni takımın başındaydı. 12'sinde Belçika kampı başlamış tam 16 gün sonra 28 Temmuz'da Fenerbahçe çok kritik ve ilk resmi maçına çıkmış.

Bu takım'da çok büyük değişiklikler yok, geçen sezonki takım, neyini hazıralayacaksın ki diyebiliriz. Fakat Daum ve Kocaman'ın oynatmak istedikleri futbol tarzları arasında çok büyük farklar var. Demirkol her sabah tekrar ediyor: "Daum kontratakçı, Kocaman pasçı." 16 günde bu tarz kökten bir değişiklik yapabilmek mümkün müdür? Bunun mümkün olduğunu iddia edenlere şunu soralım o zaman. 16 gün içinde, ligde ikinci haftasını oynamış rakibinin fizik kondisyonuna ulaşmak o kadar kolay mıdır?

Fenerbahçe bu yıla çok geç başladı. Galatasaray da, Beşiktaş da... Üç takım da hala transfer peşinde hala turlarını geçebilmiş değil (Fenerbahçe geçemedi bile). Bu akşam Beşiktaş ve Galatasaray da aynı hezimetle karşılaşabilir. Ama Fenerbahçe'nin aynı hezimeti aslında ve sadece Galatasaray ilgileniyor diye aldıkları Stoch'un kırmızı kart görmesiyle yaşamış olması ibretlik. Alma Adnan'ın ahını çıkar Kocaman, Kocaman...

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Salvador Guti


Real Madrid’in genç! Semih’i Guti...

Futbolun hırsla pazarlanmaya evrildiği döneme denk geldi en parlak yılları. Bu “talihsiz” dönem yüzünden adı hiç bir zaman Real Madrid denince akla gelen ilk isim olamadı bir türlü. Florentino Perez’in “Galacticos” dönemlerine kurban gitti hep. Buna karşın Madrid ekibinin kendi bahçesinden yetiştirdiği en nadide meyve idi Jose Maria Gutierrez.

Real Madrid’in altyapısına 8 yaşında katıldı. Forvet olarak başladı. Orta saha olarak devam etti. Bunda en büyük etken ise çok güçlü olan gol sezgisinin yanında rakip oyuncularca kestirilemeyen ara paslar verebilme yeteneğiydi. Bu bölgede tüm yaş seviyelerinde kanıtlayıp ve 1994 yılında Real Madrid’in C takımına yükseldi. Ulusal Takım formasını da bu yaşlarda üstüne geçirden Guti, 1995 yılında bir de gol attığı 18 yaşaltı Avrupa Şampiyonası finalinde Totti’li, Buffon’lu, Pirlo’lu İtalya’yı 4-1 mağlup eden takımın önemli bir parçasıydı.

Zaferlerle dolu bir kariyer

Bu kupa Guti için daha başlangıçtır. Artık A takımda kendini gösterme vakti gelmiştir. Real Madrid’in o zamanki teknik direktörü, Jorge Valdano, genç takımda da hocalığını yaptığı Guti’yi A takıma çağırıp gözü kapalı A takım formasını verdi.

A takımda sürekli olarak yer bulmaya başladığı 1996-97 sezonunda Fabio Capello yönetiminde ilk La Liga şampiyonluğunu kazandı. Ve o yıldan sonra 2004-05 sezonuna dek her yıl en az bir kupa kaldırdı. Kulüp düzeyinde hem Şampiyonlar Ligi Kupası’nı, hem Kıtalararası Kupayı, hem de Ulusal Takım formasıyla 21 yaş altı Avrupa Şampiyonası Kupası’nı kaldırdığı 1998 yılı genç oyuncunun en parlak yıllarından biridir.

Kupa kaldırmaktan uzak kaldığı iki sezonda (2004-05 ve 2005-06) Real Madrid Florentino Perez Başkanlığı’nda “pazarı olan yıldızlar” takımı, “Galacticos” olmayı tercih etti. Zidane, Figo, Beckham gibi parlak çocukların arkasında kalan Guti takımın “genç Semih’i” rolünde kaldı. İlk La Liga şampiyonluğunu kazandığı hocası Capello’nun gelmesiyle bu kaderi terse döndü. İtalyan çalıştırıcının Emerson ve Diarra’lı orta saha “triosunun” yaratıcı zekası olarak Rijkaard’ın Barcelona’sıyla kıyasıya girilen şampiyonluk mücadelesinde son haftalarda oynadığı oyunla ligin kader adamı oldu. 2006-07 sezonunun 33. Haftada şampiyonluk yarışında takımını ayakta tuttuğu Sevilla maçı unutulmaz performansları arasında yer aldı. İkinci yarısında girdiği oyunda 2 asist yaparak takımının öne geçmesinde büyük katkı yaptı. (http://www.youtube.com/watch?v=Vwm3kmhl6zI) Yine aynı sezondaki 37. hafta mücadelesinde Madrid’i şampiyon yapan 2. gol öncesi attığı ara pası muhteşemdi. (http://www.youtube.com/watch?v=U_Vvdf4v_rw) Ertesi sezon Bernd Schuster yönetimindeki kadroda ise kariyerinin zirvesini yaşayan Guti toplamda 17 asist yaparak sezonu bitirdi.


Her Aşk Bitermiş...

Kulüp başkanlığına Florentino Perez’in 2. kez seçilmesiyle 2. “Galacticos” dönemine giren Real Madrid’de Guti yine yardımcı oyuncu rolüne layık görüldü. Bu sefer haklı bir neden daha vardı. Yaşı 34’e gelmişti. Avrupa futbolu artık 22-29 yaş aralığındaki isimlerle hızlı tempoda oynanıyordu. Ayrılık vakti gelmişti. İki sezon evvel “ömür boyu” kontrat önerilen iki isminden biriydi Guti (diğeri de Raul) ancak Real Madrid’in futbolu pazarlamacı anlayışının son kurbanı oldu.

Son futbol sanatçılarından

Guti, cılız-ince görünümü, sarı-kumral saçları, futbol anlayışı ve forma numarasıyla (Guti de, Cruyff da 14 numara giydiler) bende ayrı bir yere sahip. O futbol kişiliği ile çağımızın Cruyff’u idi benim için. Eğlenmek için oynayan son futbol sanatçılarındandı. Kendisine oynayan değil takımı oynatan bir oyun anlayışına sahip olması en önemli özelliği. Alkışlar koptuğunda tebrikleri orkestrasındaki tüm enstrümanistlerle kabul eden alçak gönüllü bir orkestra şefidir Guti. Herkesin düşündüğü şekilde olması bekleneni değil, Dali gibi ilk bakışta ne yaptığı anlaşılmayan gerçeküstü bir oyun sahneledi kariyeri boyunca. Deportivo maçı da sanatının zirvesiydi. (http://www.youtube.com/watch?v=dwsmBdL9jR8)


Beşiktaş’a yarın akşam imza atması beklenen İspanyol orta saha oyuncusu takıma oyun olarak çok şey katacaktır şüphesiz. Beşiktaş’ın Nihat, Bobo ve Quaresma’dan oluşacak muhtemel ön üçlüsüne atacağı arapaslarla tüm taraftarı gole doyurabilir. Ancak son yıllarda futbolcuları transfer ederken özel hayatını da göz önüne alan Beşiktaş yönetimi,taraftarları ve Türk Spor Basını, biseksüel olduğu bilinen Guti için ilk kötü performansı sonrası ne tepki verecek bekleyip göreceğiz.

Yıllarca formasında kendi adının yanında kendi ismi Hernandez, oğlu Aitor ve kızı Zaira‘nın baş harflerinin birleşiminden oluşan Haz yazdı… Sırtında taşıdığı 14 numara ise 2000-2001 sezonunda forvet oyuncusu olarak attığı gol sayısına ithafen...

Halı Saha Günlüğü #3 - Ruhsuz deli bekir


Hayatımda oynadığım en kötü halı saha maçıydı. Mükemmel derecede! oyundan düştüğüm ayrıca da takım olarak oyundan koptuğumuz rezalet bir maçtı. Rakip takım bizden daha da kötüydü buna karşın kazandılar. Ve gerçekten hak edilmiş bir galibiyet aldılar diyemiyorum. Dilim varmıyor. Çünkü rakip olarak karşılarında yenebilecekleri bir rakip yoktu...

Maça fena başlamadık. Ancak devamını getiremedik. Kalecimiz özellikle bizi maçın başında ayakta tutan önemli bir parçamızdı. Çizgiden çıkardığım top belki skor 2-1 iken maçı kazanmamız için bir işaret olur diye ümitlendik. Zira olabilecekti de... Skor 4-2 iken kaçırdığımız golün ardınan rakibin 5. gölünü atması bizi bozdu. Her şeye karşın bu maçı kaybedecek olsak da maça ortak olabilme ümitlerimiz o golle artabilirdi.

Diri bir Pikachu, gününde bir Pikachu bizim orta sahayı toparlar...

Küçük ve hızlı yapısıyla rakip takımı yıldırıp bizim takıma da nefis bir elektrik verebilir...

Takım olarak birbirimizi tam anlamda tanımıyor olmamız en büyük etkendi. Çok da birbirini tanımayan oyuncular değildik. Ama takımı topla ileri taşıması beklenen takımdaşımız ne yazık ki gereksiz yere top kayıpları ve pas hataları yaparak topu sürekli rakibe hediye etti. Aldığı bir çok topu ezdi. Pastan yoksun bir futbol sergiledi. Pas atılması gereken yerde atılmıyorsa -mesela rakibi 3'e 2 yakalamışken- attığın başka pasların hiç anlamı yoktur. Rakibi 3'e 2 yakalamışken pas vermek yerine şut atmayı tercih ediyorsan da atacağın şutu gole çevirmek zorundasın. Çünkü gol atmak için, topa sahip oyuncuya 2 kişi uzun koşularla destek veriyorsa onların takım gol atması için verdiği emeğe saygı duyup onların bu koşularını emeğini çöpe atmış olursun. O zaman takım oyunundan ve "kısa pasla oynayalım" zırvalarından bahsetmeye hakkın yoktur.

Halı sahada top oynamak hakikaten kolay! ama bir o kadar da zor. Zor olan kısmı taktik diziliş. Hepimiz Klinsmann'a göre "seksten bile daha çok haz veren" şeyi yapmak, gol atmak istiyoruz. Bu yüzden taktiğimizi nedense! Barselona tarzı 3 forvetle gole dönük! kuruyoruz. Sağ önde, orta önde, sol önde biri ve arkalarında da biri... Bu dizilişle orta sahada bırakılan kocaman boşlukta topla dripling yapmayı beceremeyen insanlar bile topu ileri atıp arkasından koşabilirler. Orta sahanın ortasında 2 kişi ile baskı yapıp, ileride tek adam bırakmak ve gerekiyorsa savunma kanatlarının gizli koşularıyla çizgiye inip orta yapmak daha verimli bir oyun ortaya çıkaracaktır. Fakat 2 maçtır biz inatla 3 ön, 3 arka oyuncuyla oynamakta diretiyoruz...

Ben dahil tüm takım pozisyon bilincinden yoksun bir oyun sergiledi. Bunda takım içi pas organizasyonunun oldukça zayıf olması çok etkiliydi. Ben defansın ortasından oyun kurup gizlice çıkıp atağa destek veren bir adamım. Aynı Koeman, Rijkaard, Helguera ve Pique gibi... Fakat bu sefer pas yapabileceğim kimse yoktu etrafta. Herkes topu ayağına bekledi. Araya kaçışlar, rakibi peşine takıp takımdaşına alan açan koşuşlar yapmazsan hiç birimiz gol atabilmek için pozisyon bulamayız. Bugün bunu yapamadık. Pasla ileriye çıkıp pas almaya ve gol bulmaya çıkma çabalarımda da pas alamayınca boşa yorulmuş olduk. Yani buradan çıkan sonuç; bilinçsiz oyuncu kendi kendini yorar, pas iletişimi zayıf-bencil takım da oyuncuyu yorar... Gol olarak sonuca varılamayınca oluşan komple yorgunluk tatsız, ruhsuz, hevessiz, isteksiz bir maç çıkardı ortaya...

Farkı yedik, hakettik, eksiktik, pas yapamadık, pozisyon bilinçsizliğinde gole boğulduk. Maçın yıldızları yenik takımın oyuncuları Hayri ve Yalın'dır (kalecimiz) benim için. Terlerine sağlık...

Sizin oynadığınızda futbol, bizimki de... Üzgünüz Guardiola...

sevgiler volkanbk3

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Değişen yönetici profili

GS: Adnan Polat ve Adnan Sezgin


FB: Aziz Yıldırım

FB: Şekip Mosturoğlu


BJK: Yıldırım Demirören

BJK: Serdal Adalı