Sayfalar

17 Ocak 2009 Cumartesi

Lakers'a Kamyon Çarptı

Orlando'daki ilk maçı kazanan Orlando Lakers'la bu sezon (eğer NBA finali oynamazlarsa) son kez karşı karşıya geliyordu. NBA'in en çok maç kazanan, en çok sayı atan takımı, aslında Kobe'nin takımı tıklım tıklım tribünler, müdavim Jack Nicholson ve parlak traşlı Phil "The Zen Master" Jackson karşısında galibiyeti alacağından emin ve mağrurdu maçın başında. İlk 2 periyot istedikleri gibi gitmiş, Maçın ilk devrelerinde patlayan Magic sessiz kalmıştı ve maça tutunmaya çalışıyordu. Ama 2. dEvre çok farklı oldu. Çocuk Adam ya da CanaVar diye tabir ettiğimiz insan üstü varlık Dwight Howard ve kime ne zaman ne yapacağı belli olmayan serseri mayın Nelson idaresindeki Magic Kamyonu Lakers'ı ezdi geçti. Clutch time denilen maçın kopma dakikalarında oyuna daha iyi tutunan ve elleri titremeyen takım Magic oldu. Hidayet ve Nelson'ın son dakikalardaki üçlükleri ve Lakers'ı şuta mahkum bırakan Magic savunması mükemmeldi. Stan Van Gundy'nin takımı bu sabah Lakers'ı süpürdü. Kaç sezon sonra ya da ilk kez mi net bilmiyorum ama NBA Lideri Magic'in altında kaldı. Ha bu arada yeni NBA Lideri kim dersiniz? 32-8'lik derecesiyle tabii ki Magic!

MİNİ FOTORMANSI MAÇ HİKAYESİ

Hocam bi yardımcı olun adamlar üstümüze üstümüze geliyolar, bi faul bi düdük!

Babacım ne çarptı bize Allah aşkına, plakasını alan oldu mu?

Berkant Göktan Aklandı

Şu gönderimde detaylı olarak alatmışım Berkant'a bakışımı ve başına gelenleri. Adını kokainmana çıkarmışlardı Almanya'da. Kulübü de mecburen zan altında kalmamak için kapının önüne koymuştu onu. Ama şimdi öğreniyoruz ki Berkant'ın B numunesi negatif çıkmış, kokain kullanmamış Berkant. Nasıl olmuşsa 4-5 ay sürmüş B numunesinin incelenmesi. Adamın işi, saygınlığı ve adı gitmiş elinden. Şimdi Berkant ne yapar, nasıl kendini toparlar da tekrar hayata döner? Bu kadar aydır antrenman yaptıysa 15 günü daha var göze girmek için, takımlar transfer defterlerini kapamadan. Gerçi kulübü olmadığı için her zaman transfer yapabilir ama adı kkain davasına karışmış bir adamı adı Christoph olmadıkça kim alır ki! Önün açık Allah yardımcın olsun Berkant, umarım bu senin için yepyeni bir başlangıç olur ve hiç olmadığın kadar iyi bir futbolcu olursun kalan kariyerinde.

Calderon Ne Verdi Ne Aldı?

Jose Ramon Calderon'un istifası bir anda dünyanın futbol gündemini değiştirdi. Hatta belki de İspanya gündemini bile. Acaba bu istifa İspanya'daki kriz ortamında gündem değiştirmek için yapılan bir oyun mudur tıpkı Türkiye'deki gibi. Tamam tamam fazla abartıyorum, asıl konu bu değil.

Calderon 2 Temmuz 2006'da başkanlığa seçildiği günden beri Real Madrid'e ne kattı sesli düşünmek gerek yargılamak için. Yapacağım, getireceğim dediği adamlardan hangilerini getirebildi? Robben sadece. Ronaldo, Kaka ve Fabregas seçim vaattleriydi büyük dava avukatının. Üçünü de alamazken Real'e ne kattığı tartışılan Robben kurtaramadı karizmasının yerle bir olmasını. Onun üzerine "B" planlarına yöneldi. United'tan Van Nistelrooy, şikeci Juve'den Cannavaro ve Emerson'un üzerlerine balıklama atladı. Emerson'un ne yaptığı anlaşılmadı, Van Nistelrooy bir türlü çok sevilmedi, sadece Cannavaro'yu oldukça benimsedi Real tribünleri. Calderon Capello'ya dayanamadı, Schuster'i beğenmedi, kısacası hocalarıyla da pek geçinemedi. Hocanın değil de futbolcuların ağzına bakması belki de sonunu hazırlayan nedenlerdendi. Başını Raul'un çektiği takım içinde çok etkin olan Real'in abilerinin sözünden çıkmadı hiç. Türkiye'den Şükür'le karşılaştırdık hep Raul'u, hangisi kulübünde daha etkin diye. Hatta Capello'yu da Schuster'i de Raul yedi dediler. Calderon'un karizması diye bir şey kalmadı, hele bir de başkanlardan değil Teknik Direktörlerden zılgıt yemeye başlayınca iyice paspas oldu Calderon adı. Olmayan Ronaldo transferi, Bacelona'nın özüne dönüşüyle yükselişi, dğer Madridli Atletico'nun çok daha ufak bütçelerle neredeyse Real ayarına gelmesi bardağın içindeki suyu yükseltti hep. Taşmaya sebep olan son damla ise üye sahteciliği oldu. Kulüp içindeki desteğini iyice kaybeden, tekrar seçilme olasılığı gözükmeyen Calderon'un elini kuvvetlendirmek için tek seçeneği vardı; kulüpten ciddi bir bütçe alarak spektaküler transferler yapmak ve yeniden sempatiyle bakılan başkan olabilmek. Ama yemedi bu sefer, belki meslek hayatında bir çok kuruma ya da kişiye yedirmiş olabilir bu hileyi, ne Real ne de basın yemedi.

Mecburen istifa etti olay Başkan, kimilerine göre bomba Başkan. Peki ne verdi Real'e geçen bu 2,5 senede baş ağrısından başka! Futbol dünyasında yeni bir mit olacak sanırım Şampiyon hocayı kovan takımların ve başkanların düştüğü durum. Canaydın Lucescu'nun ahından çok çekmişti, Calderon'u da belki Capello'nunkiler bitirdi. Lyon neredeyse her sene Şampiyon hcasını kovuyor ama bir türlü istenen Avrupa başarısını yakalayamıyorlar. Calderon bu halkanın son örneği. Demek ki ne vermiş Calderon Real'e; sevinci bile doğru düzgün yaşanamayan bir şampiyonluk, kriz dolu bir takım, dedikodu kaynaklı bol baş ağrısı, Başkanı Teknik Direktörlerden fırça yiyen bir takımın taraftarı olma sancısı. Peki aldıkları? Sanırım bol bol ah! Tabii o arada bir çok işadamının kulüp yönetme amacı olan kirli para aklama işlerine karışmadıysa. Şimdi yerine Vekaleten Vicente Boluda geçti, 2. başkandı. Ne yapar Boluda, bekleyip göreceğiz İspanya'nın en büyük nakliyecilerinden biri olan taze Başkanın marifetlerini.

16 Ocak 2009 Cuma

Çağan Irmak - Issız Adam

İtiraf etmem gerek giden arkadaşların yorumlarından fazlaca etkilenerek filmi izlemek istemedim. Ancak dün akşam eşimin ısrarıyla istemeye istemeye gittim filme. Herkesin söylediğinin aksine filmde başından itibaren ne aşırı bir cinsellik ne de aşırı bir çıplaklık var. Çağan Irmak öylesine güzel bir işe imza atmış kifilm sizi hissettirmeden, yavaş yavaş içine alıyor ve derinden etkiliyor. Cemal Hünal gerçekten çok başarılı bir oyunculuk sergilemiş. Alper'in film ilerledikçe değişen psikolojisini çok güzel veriyor, kısacası rolünü beyazperdeden çıkartıp ete kemiğe büründürüyor. Melis Birkan'ın, ilk ciddi deneyimi olmasından diye düşünüyorum, performansı ise Hünal'ın performansının gerisinde kalsa da öyle çok sırıtmıyor. Çağan Irmak'ın yazınsal başarısını yönetmenlikle ne derece pekiştirerek sunabildiğinin başka bir ispatı bu film. Babam ve Oğlum mertebesine çok yakın bir içtenlik ve hitap edilen kitleyi genişletebilmek adına yapılmış, izleyiciyi hırpalamayan ve göze batmayan ama filme de değer katan önemli pazarlama hamleleriyle son halini almış, iyi ki de bu hali almış bir film.

Özellikle final sahnesiyle içimizde iz bırakan bu film, gözlerimizden de en azından 2 damla yaş süzülmesine neden olurken bir başka gerçeği daha öğretiyor bize: Bu filme cinsellik-çıplaklık dolu diyen insanlar aslında hayatlarını aşksız ve tutkusuz yaşamış, aşkın ve gerçekten sevmenin ne demek olduğunu hiç yaşamamış, yaşamış olsalar bile çoktan unutmuş olan insanlar.

Çağan Irmak'ı kutlamak ve yeni projelerini beklemekten başka çare bırakmıyor Issız Adam bize, ve tabii ki Cemal Hünal'ı sıkı bir takibe başlıyoruz artık.

14 Ocak 2009 Çarşamba

Söyleyecek Söz Yok - NBA Rekoru

Bu adamlar çıldırdı, ası yedeği coştu, yapacak yorum bırakmıyorlar insana! Kendi rekorlarını kırıyorlar, NBA rekorlarını kırıyorlar, kırıyorlar da kırıyorlar, şimdi de NBA 3lük işsabeti rekorunu kırdılar...

13 Ocak 2009 Salı

Alexandre Aja

Az önce P2'yi seyrettim. Uzun zamandır izlencekler listemin başındaydı. Alexandre Aja filmi olması nedeniyle çok önemliydi benim için. Haute Tension'ı izlediğimde hayran olmuştum Aja'ya. Craven'la beraber imza attıkları The Hills Have Eyes'ta bayağı iyi bir iş çıkarmıştı. Mirrors'ta zaten yerimizden hoplamıştık. P2 pek sinemalarda gözükmedi, daha ziyade DVD piyasasında yer buldu kendine. Aja'nın yapımcı ve senaryo yazarı olarak imzasını koyduğu bir filmdi, yani onun çocuğuydu bu film. Hem Rachel Nichols'ün (Nichols'ü takipçileri Alias'ın son sezonundan Rachel Gibson rolünden hatırlarlar) hem de Wes Bentley'in oyunları çok beğenilmişti ve ben çatlıyordum. İzledim ve zevk aldım, izledim ve etkilendim. Aja gerçekten bu işi çok iyi biliyor. Hikaye her an her gün yaşayabileceğimiz cinsten bir hikaye, burada hiç bir şeyini anlatmıyorum filmin, izlemek isteyenlerene kötülük yapacak değilim, ama herkesin başına gelebilecek cinsten bir kabus bu. Aynısı olmaz belki ama benzerleri mümkün. Mekanlar, çekimler, oyunculuklar muazzam. Yönetmen Franck Khalfoun'u da kutlamak gerek. Haute Tension'da Jimmy rolündeydi izleyenler için. Anlaşılan o ki Aja ile yola devam edecek bundan sonra da. İlk yönetmenlik deneyimi son derece başarılı. Ayrıca filmde bir ara televizyonda haber geçen muhabir rolünde kısa bir rolü de var. Sanırım onu da eğlencelik olarak koymuşlar. Her neyse film müthiş, Aja daha 30 yaşında imza attığı bunca başarılı projeyle günümüzün Wes Craven, hatta abartalım Hitchcock'u olma yolunda ilerliyor. Ben de çekeceği her yeni filmi heyecanla bekliyorum.

Aaaa Kalli Yaşıyormuş!

Galatasaray'da ne olduğu, ne görev yaptığı tam olarak bilinmeyen, kaçsa da, istifa etse de zorla geri getirilen Futbol'da ikili ilişkiler profesörü (!) Kalli'nin nerede olduğu uzun süredir merak konusuydu. Yurt dışında maç mı izliyor, TSL'deki rakipleri mi analiz ediyor, altyapıya mı bakıyor, Skibbe'ye akıl hocalığı mı yapıyor ya da Almanya'da mı Türkiye'de mi bilinmeyen beyaz saçlı adamın kimileri ölmüş olabileceğini bile söylüyordu. biz de umudu kesmiştik açıkçası uzun süre göremeyince. Ama bugünkü Galatasaray antremanında içimiz rahatladı, Kalli yaşıyormuş! Yine eşofmanlarını çekmiş, antrenman esnasında yeşillere inmiş, Lincoln'ü bir kenara çekip 10 dk sobet etmiş! Allah razı olsun senden! Lincoln de seni bekliyordu zaten. Brezilyalı'nın performansı düşerse 2.yarıda suçlusunu da bulduk bugünden. Hangisine sevinelim bilemedim, suçluyu yakaladığımıza mı, yoksa suçlunun yaşadığına hem de aramızda olduğuna mı?

2 Hoca 2 Soru

Rafa Benitez'in adı Schuster kovulduktan sonra Real Madrid için geçmişti. Ne o bir anda bırakıp gidebildi senelerin yatırımını ne de Liverpool bıraktı onu. Real de sezon sonuna kadar Tottenham gazisi Juande Ramos'u iş başına getirdi sezon sonuna kadar. Geçtiğimiz günlerde Liverpool yönetimi ile anlaştığı açıklandı Benitez'in, imza bu hafta başında atılacaktı, ama halen resmileşen bir şey, atılan bir imza yok. Liverpool taraftarı ve yönetimi fena halede işkillenmiş vaziyette. Benitez'in hala imza atmamasının arkasındaki gerçek nedir, eğer Real çıkarsa... Soru 1: Benitez neden imzalamıyor?
Mourinho'dan sonra Grant 3-4 gömlek ufak gelmişti Chelsea'ye. Çok adama el uzattılar ama Scolari'yi çekip aldılar. Hedef kuşkusuz şampiyonluktu. Deco eklemesiyel çıktılar yola, fena da gitmiyorlardı açıkçası, ama bizdeki Fenerbahçe - Galatasaray çekişmesi gibi bir şeye dönüşmüş durumda son yıllarda Manchester ile çekişmeleri. Bir de 3 fark yiyince hem de berbat bir oyun sonrasında Scolari için çanlar çalmaya başladı Stamford Bridge'de. Güven azaldı, taraftar bir farklı bakmaya başladı. Son senelerdeki en ağır mağlubiyetlerden birini tatmak kuşkusuz çok canlarını acıttı. Scolari'nin Mourinho gibi bir karizması, Mourinho gibi kredisi yok o koltukta. Artık işi çok zor, attığı her adımda dikkat etmeli, bastığı ilk çürük tahtanın altı uçurum. Soru 2: Scolari Chelsea'de sezon sonunu görür mü?

Bolton Macera Arıyor

Okocha belki de bir milattı Bolton için, spektaküler,bir hayli teknik, yetenekli ve lider oyuncu. O takımdan ayrıldıktan sonra ne benzerini bulabildiler ne yarısı kadarını. Sonraları Anelka bir esti geçti, seyir zevki verdi Bolton tribünlerine, the Reebok Stadium'u Okocha'dan sonra ayağa kaldıran ilk adamdı. İlginçtir ikisi de Fenerbahçe'den kaçarak çıkmıştı o stada. Şu sıralar gayet sönük olan Bolton Wanderers imajını yeniden ayağa kaldırmak, yeniden şahlandırmak için bir süredir bir şeyler yapma çabasındaydı yönetimleri. Sanırım gerçekten tribünleri ayaklandıracak birini buldular sonunda. Ama tribünlerin bir kısmı "Aman bu ne teknik!" diye ayağa fırlarken bir kısmı da "Aman nerden buldunuz bu uyumsuz adamı!" diye yerinden kalkacak. Bolton'un gündeminde şu anda bir dönemin transfer rekortmeni, yeni Pelesi, falan filanı Denilson var. Sao Paulo'da yetişip Real Betis'e rekor para ile gelen ama bir türlü gelişme sürecini tamamlayamayan, milli takımdan da kopmak zorunda kalıp sonrasında Fransa'yı, Suudi Arabistan'ı, Amerika'yı şöyle bir gezip tekrar kapağı Brezilya'ya Palmeiras'a atan Denilson'ın hala uluslararası pazarı olması ilginç. Bir türlü yurt dışında dikiş tutturamamış 31 yaşındaki sol ayak, tam adıyla Denilson de Oliveira Araujo Ada'ya gider mi? Kendine kalsa gider de Bolton nasıl ona güvenip parayı basar onu anlamak mümkün değil. Benim için uzak durulacak adamlar listesinde en üstlerde. Allah Bolton taraftarına sabır versin...

12 Ocak 2009 Pazartesi

Joker'e ilk Ödül Altın Küre

Oscar provası niteliğindeki Altın Küre Ödülleri sahiplerini buldu. Kazananlara hayırlı olsun, kazanamayanlar da şansına küssün. Benim için en önemli gelişme Heath Ledger'ın Joker rolüyle En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülünü Tom Cruise, Ralph Fiennes, Robert Downey Jr ve P.S.Hoffmann'ın önünde almasıdır. Bu ödülü Oscar'ın habercisi olarak görüp moralli bir şekilde devam edelim yolumuza. Burda toprağın üstünde daha yapacak çok şeyi var Ledger'ın...

Hangisi Başkan, Hangisi Hoca?

Uzun süredir aklımızda olan soruydu, Alper Tezcan'ın hikayesi bizleri yeniden düşünmeye, hatta ve hatta nefret noktasına sürüklemişti. Büyük Kaptan Bülent Korkmaz, Kemik Ergün Penbe, Kral Hakan Şükür, Joker Arif Erdem en son olarak Ümit Davala ve daha nicelerine yapılanlar ne kadar adice ne kadar basit, ne kadar iğrenç hareketlerdi. Çoğunun altında hep aynı imzayı gördüğümüzü fark ettik sonra. yazık oluyor bu camiaya. Söz konusu Galatasaraysagerçekten burada vefa bir semt adından başka bir şey değil, söz konusu Galatasaraysa ne kadar hizmet ettiğinin hiç bir önemi yok, söz konusu Galatasaraysa git kim olursan ol defol git! Galatasaray'ı bu hale getirenler "En büyük Galatasaraylı benim!" diye dolaşırken, geçmişte Galatasaray aleyhine yaptıkları artık çarşaf çarşaf manşetlere gelmeli, duyulmalı, öğrenilmeli. Dün akşam Tanju Çolak maruz kaldığı terbiyesizce hareketten sonra bir kısmını açıkladı, Serhat Ulueren kendine söylenen laflardan bir pasaj verdi, Şükür saygısından susuyor ama o da artık patlama noktasında. Galatasaray manen eriyor, hem de erime en içerden başlamış, en Galatasaraylı benim diyenden, zamanında anlatılana göre Galatasaray'ın önünü tıkamaya çalışandan. Belki yalandır hepsi, düzmecedir, tertemizdir Adnan Sezgin ama Tanju gibi bir adama, adını saydığımız sayamadıımız, bu camiaya için ter akıtmış adamlara bu yapılır mı! Bunun neresi savunulur! Sorulacak 2 soru şudur o zaman:

1) Resimdekilerin hangisi Galatasaray Başkanı?

2) Resimdekilerin hangisi takımı yapıyor?

Herkes General Bu Olsa Gerek

Milan'ın Roma karşısındaki onbirinde Ronaldinho, Beckham, Kaka, Seedorf, Kaka, Pirlo, Pato bir aradaydı. Herkes general bu takımda, bana biraz bir kaç sene önceki patlak lastik "Galacticos"u hatırlattı. O bol generalli kadro şarampole yuvarlanmıştı, bakalım Gattusosuz bu generaller ne yapacak?

Topsuz Oyun, Ama Nasıl?

(Ön Bilgi: Federasyonumuzun adı hepimizin bildiği üzere Korumalı Futbol olarak tescil edildiği için bundan sonra Amerikan Futbolu yerine Korumalı Futbol olarak kullanacağım çok sevdiğimiz bu sporun adını, öncelikle onu belirteyim. Bu buluşmamızda ise genel olarak Türkiye’de Korumalı Futbol altyapısını kuvvetlendirmek ve sporu ülke geneline yaymak için neler yapılabilir konularından bahsedeceğiz.)


Korumalı Futbol’un ülke çapında bugünkü durumuna bakacak olursak aslında çok da parlak bir sahne ile karşı karşıya olmadığımız aşikârdır. TBSF bünyesinde temsil edilmeye başlanana kadar yaklaşık 15 sene boyunca gayrı resmi yollardan da olsa tutkunları tarafından yaşatılan ve tabanı genişletilen bu spor şu anda ne yazık ki mazhar olması gereken ilgiden çok uzakta. Korumalı Futbola bir şekilde bulaşmış olanlar ve bunların yakınları dışında yurt genelinde bir taraftardan ya da Korumalı Futbol izleyicisinden bahsetmek neredeyse imkânsız. Maçlar seyircisiz oynanıyor, yerel basında çok az yer bulabilse de ulusal basında gördüğü ilgi neredeyse sıfıra yakın. Bunun en büyük nedenlerinden birin federasyon kurulduğundan beri sürekli tekrarlayan yönetim değişiklikleri olduğunu daha önce belirtmiştik ama her daim bunun arkasına saklanmak çok kolay bir kaçış yolu. Yönetimler kaç kere değişirse değişsin, nevi değişmeyen uzun vadeli bir plana ihtiyaç var. Peki, bu plan neleri içermeli, yurt çapındaki düşüncelere tercüman olmak gayretiyle, hep beraber bakalım.


İlk olarak takımların yaşadıkları sıkıntıları gözden geçirecek olursak ki biraz genelden özele doğru inelim, birinci sırada maç sahası gelmekte. Ekonomik açıdan bazı kriterleri yakalamış ya da bağlı bulundukları kurumlardan (üniversiteler dersek daha doğru olacak ama kurum diyelim biz) imkanlar dahilinde gerekli desteği alan takımlar hariç her takım saha sıkıntısı yaşamakta. Kimi zaman maça günler kala sahalar bin bir güçlükle alınmakta, kimi zaman bulunan sahalar top oynanacak kalibrede olmamakta. Genel konuşmak gerekirse, her ilde takım sayısına göre mutlaka Gençlik Spor İl Müdürlükleri ve Belediyelerle işbirliğine gidilerek sadece bu sporda kullanılmak üzere ya da önceden belirlenmiş tarihlerde sadece bu spora tahsis edilmiş sahalar bulunmak durumundadır. Kulüplerimizin en iyi tabirle hali hazırda kurumsallaşma sürecinde olduğu düşünülecek olunursa, Federasyon’un bu noktada üstlenmesi gereken önemli bir rol bulunmaktadır.


İkinci bir sorun ise ekipman ve finans sorunudur hiç şüphesiz. Bugün herhangi ekibin deplasmana gidiş gelişi, hele bir de o deplasmanda en az bir gece konaklamak gerekiyorsa, hiç de azımsanamayacak bir maliyettir. Bir de ister içerde ister dışarıda olsun maçlara çıkabilmek, bu sporu yapabilmek için gereken ekipmanların tam takım olma zorunluluğu var ki, bu hem sağlık hem de kurallar açısından vazgeçilemeyecek bir zorunluluktur, belli bir ömrü olan ekipmanların her sene belli oranlarda yenilenmesi veya tamiratını gerektirmektedir. Seyircisi olmayan, herhangi bir gelir kaynağı bulunmayan kulüplerimizin bu giderleri karşılaması için tek yol bir şekilde sponsor veya sponsorlar bulmaktır. Sponsorluk çalışmaları yapılırken de kuşkusuz en önemli sıkıntı yine sporun yurt çapında tanınmıyor olmasıdır. İdareciler olarak belki 1-2 kez kişisel ilişkilerinizi kullanarak destek alabilirsiniz ama sonunda ciddi bir başarı elde edemez ya da isminizi duyuracak bir yere gelemezseniz bir daha o destekleri de bulamazsınız. Böylesine çetrefilli ve zor şartlar altında kulüpler yaşatılmaya çalışılırken şüphesiz oyuncuların sevdası ve özverisi devamlılığı sağlamaktadır. Oyuncuların, antrenörlerin kendi ceplerinden verdikleri paralar olmasa birçok kulüp kapısına kilit vuracak noktaya gelecektir. Bazı kulüplerin liglerde miladı dolan ekipmanlarını yenileyemediği, bazılarının hiç ekipman alamadığı için mücadele edemediğini hepimiz bilmekteyiz.


Kulüplerin bu 2 ana sorunu dışında kalan antrenman sahası, forma v.b. sorunlarına hiç girmiyorum açıkçası. Bunları detay olarak görelim, bir şekilde antrenman yapılır, bir şekilde forma yaptırılır ama o takımlar maç oynayacak saha bulamaz, ekipman giyemez, deplasmana gidemezse işte o zaman bu detaylar üzerinde boşa konuşmuş oluruz. Bu noktada yeni Başkan Sayın Kömürcü’nün büyük takımlara ve kurumlara branş açmaları için davette bulunması önemli bir açılımdır kuşkusuz, ancak yurt genelinde bu sporu yaygınlaştıralım, sevdirelim derken dikmeye çalıştığımız binanın temeline de dikkat etmek gerekir. O binanın temeli de bu sporun yapılabilmesi için elzem olan antrenörler ve hakemlerdir. Şu anda benim bildiğim herhangi bir resmi kayıt yok faal olarak çalışan antrenör sayısı ile ilgili. Denilebilir ki her takımın başında mutlaka bir çalıştırıcı vardır, vardır da bunların eğitimi, antrenörlük kademeleri nedir onu bilmek gerektir esasında. Son 1,5 senede açılan antrenörlük kursu sadece 1 tane o da Ankara’da açılmış ve I. Kademe antrenörlük kursu. 2 senedir faal olarak içinde bulunduğum bu branşta bu dönemde açılan benim hatırladığım hakem kursu sayısı ise 1. Görüldüğü üzere hem antrenör hem de hakem sayısı olarak ciddi bir sıkıntı söz konusu. Örneğin bu sezon İstanbul’da faal hakemlerin (ya da maçlarda görev alan hakem diyelim) sadece 15 civarında kaldığını görmekteyiz. Hem Üniversiteler Ligi hem Kulüpler Ligi derken hakemlerin de çok yorulduğunu ve zaten çok da yüksek olmayan karar-yönetim standardının iyice düştüğünü izlediğimiz maçlarda görmekte, izleyemediklerimizde ise duymaktayız.


Eğer bir şekilde bu spor yaygın hale getirilecek, hatta ve hatta köklü kulüpler ve kurumların katılımı sağlanacaksa ilk yapılması gereken faal hakem sayısının ve bunların yönetim kalitesinin arttırılmaya çalışılması ile birlikte ivedilikle antrenör sayısının yukarı çekilerek mevcut takımlara teknik manada esneklik kazandırılmasıdır. Hakem ve antrenör kursları sadece Ankara ya da İstanbul’da açılmamalı, kurs sayısı arttırılırken farklı illere mutlaka ulaşılmalıdır. Aksi takdirde sağlam olmayan temeller üzerine inşa edeceğimiz çok sevdiğimiz sporumuz, ilk sarsıntıda yıkılır ve hepimiz altında kalırız, bir daha toparlanmamız da pek kolay olmaz.


Bu düşüncelerle birlikte özet olarak Federasyonun Korumalı Futbolu tanıtma ve yaygılaştırma çabalarını takdir ederken, bu işe girmeden önce altyapımızın ve mevcut kulüplerin idari, teknik ve finansal yapısının sağlamlaştırması ihtiyacının unutulmaması gerektiğini bir kez daha vurgulamak istiyorum. Yukarıda bahsettiğim gibi, uzun vadeli planların yapılma aşamasında ise önceki yönetimlerin yaptığı gibi başına buyruk ve ben yaptım oldum tarzında yaklaşımlardan kurtulunmalı ve ileriye dönük yapılacak her hareket mutlaka ve mutlaka Kulüp ve Üniversite takımlarının bir araya getirildiği platformlarda hep birlikte karara bağlanmalıdır. Yoksa tıpkı bu sene olduğu gibi birçok takımın canı yanar ve Federasyon ile kulüpler-takımlar arasındaki bağ gitgide zayıflar. Sorunları aşmak için tek yol camianın bir bütün olarak hareket etmesidir.


Üniversiteler Ligi 2. Hafta Maçlarına Genel Bakış


2. grupta geçen senenin başarılı takımlarından Ankara Üniversitesi’nin 2. maçından da mağlubiyetle ayrılması grubu şekillendirmiş oldu. Gerçi buna pek mağlubiyetle ayrılmak da diyemeyiz ya orası da üzerinde durulması gereken başka bir konu. İlk hafta Bilkent’e kaybeden Ankara Üniversitesinin Hacettepe maçına çıkmama ya da maçın oynanmama sebebini bilemiyoruz ama bu sonuç 2 maçta, topa dokunmadan Hacettepe’nin 2 hükmen galibiyetle gruptan çıkmasını sağlamış oldu. Geçen senenin finalisti olan takımın her ne kadar çeyrek final oynayacak olsa da maç yapmamış olması kendileri için büyük bir dezavantaj oluşturacak. Keza Ankara ve Selçuk Üniversitesi maçlarını oynayarak kazanan ve defansif direncini de ispatlayan Bilkent zaten sezon içinde çok az maç oynanan ligde bir adım önde diyebiliriz. Bunu derken Üniversite Ligi’nden kaç oyuncunun kulüpler Ligi’nde Hacettepe forması giydiğini net olarak bilmediğimizi de hesaba katmak gerek.


4 takımlı diğer bir grup olan 3. grupta ise işler bir hayli karışık. 2. maçında deplasmanda Anadolu Üniversitesi’ni mağlup ederken Koç Üniversitesi bir hayli zorlandı. Üçüncü çeyrekte 26-0 öne geçtikleri maçta rakibin 26 numaralı HB’ini (ki yanlış bilmiyorsak Göksel Tuna) durduramayınca bir anda oyun 26-20’ye geldi. Tek başına takımını taşıyan Göksel’i en azından bir süreliğine durduran ve bir de defansif touch down alan Koç Üniversitesi maçtan da 40-28 galip ayrılarak liderliğini sürdürdü. Ancak grubun sürpriz sonucu Sakarya’dan geldi. Ege Üniversitesi bir pas oyunu bir de interception ile daha 2. çeyrek bitmeden bulduğu 12 sayıyı maç sonuna kadar dirayetli bir defans örneği göstererek korumayı başardı ve rakibin tek touch down’ına izin vererek deplasmandan 12-6’lık bir galibiyetle döndü. Takım olarak dirençli bir görüntü veren Ege Üniversitesi bu sonuçla bir anda grup liderliğine aday oldu. Bu maçın en ilgi çekici yanı maçı Sakarya Üniversitesi Genel Sekreteri ve 100 civarındaki taraftarın izlemeye gelmesiydi. Bu da gösteriyor ki en azından Sakarya’da Korumalı Futbola sahip çıkılmaya başlanmış vaziyette. Bu sonuçlarla karışan 3. grupta son maçlarda Ege Koç’u, Anadolu Sakarya’yı yenerse Sakarya haricindeki 3 takım grup liderliği ve 2.lik için 3’lü averaja kalacaklar. Benzer şekilde Koç Ege’yi, Sakarya da Anadolu’yu yenerse bu sefer grup 2.liğini Koç dışındaki takımlar için 3’lü averaj belirleyecek. Ege’nin mağlubiyeti ve Anadolu’nun galibiyetinde ise Anadolu Üniversitesi grubu 2. olarak bitirecek. Tüm gruplar içinde en heyecanlı tablolardan biri.


1. grupta Atılım Üniversitesi 2. maçını da farklı kaybederek gruptan çıkma şansını mucizelere bıraktı. Atılım’ı yenen Başkent Üniversitesi ise ilk haftadaki ODTÜ mağlubiyetinin acısını çıkarmış oldu. Geçen sezona göre toparlanmış gözüken ODTÜ’nün Doğu Akdeniz Üniversitesi’ni 19-14 yendiği maçı izleyenler çok zevkli ve centilmence bir mücadele olduğunu, hakemlerin herhangi bir önemli hataya imza atmadan maçı yönettiklerini anlattılar. Gözüken o ki özlenen ODTÜ geri dönüyor. Bu grupta bu hafta bay çeken Gazi, ilk galibiyetini alan Başkent ve eskiye dönen ODTÜ ilk 2’yi zorlayacak takımlar olarak gözükmekte. Doğu Akdeniz Üniversitesi ise rakiplerine sürpriz yapabilecek takım rolünde.


Tam anlamıyla İstanbul grubu denebilecek 4. grupta ilk hafta Sabancı Üniversitesi’ne fark yapan Boğaziçi’nin kendi sahasında ilk hafta Bilgi Üniversitesi’nden fark yiyen Yeditepe’den fark yemesi oldukça ilgi çekiciydi. Boğaziçi’nden fark yiyen Sabancı’nın ise ilk maçına çıkan İTÜ’ye fark atması da göze çarpan bir sonuç oldu. Bu skorlarla İTÜ dışındaki takımların hepsi almış oldukları birer galibiyetle şanslarını sürdürmüş oldular.


Üniversiteler Ligi’nde geride kalan 2 hafta gösterdi ki, Üniversite takımları için Korumalı Futbol gerçekten bir “jenerasyon” işi. Korumalı futbola oyuncu yetiştirmek asla kolay değil, bir oyuncunun “olması”, bu sporla çoğunlukla üniversitede tanıştıkları için, en az 1-2 sene alıyor (o da yetenekli ise ve çok çalışıyorsa). Üniversite hayatı da en kötü şartlarda (öğrenci için) 7 sene sürdüğü için mutlaka 2-3 senede bir takımların güç dengeleri değişiyor. Takım sayısı fazla olmasına karşın yapılan maç sayısının çok az olması oyuncu gelişimini ve takım dengelerini son derece olumsuz etkiliyor. Bu nedenle Üniversiteler Ligi’nin oluşumu – formatı, Federasyon ile üniversite takımlarının en kısa zamanda bir araya gelip mutlak suretle yeniden düzenlenmesi gereken bir konudur.


En yakın zamanda tekrar görüşmek üzere.


Sevgilerimle…

Buldozer


Söylenecek çok şey var asıl olarak bu yükselişe ama şimdilik bu güzel oyunun ve bulunulan yerin keyfini çıkaralım ve şunla idare edelim "Boynuz kulağı geçti!".

11 Ocak 2009 Pazar

Takaslar Yolda!

Şubat ayı yaklaştıkça NBA takımlarının hedefleri doğrultusunda takas hevesleri depreşir. Yine piyasa hareketli yine dedikodular dorukta. Bir kaçı aşağıda:

* 3'lü takasta Dallas Raymond Felton'ı, Charlotte Desagana Diop ve Earl Watson'ı, ;Oklahoma City'i de nakit parayı ve draft haklarını alıyor.

* Eddy Curry Shawn Marion Takası yeniden gündemde.

* Oden'in biricik oyun kurucusu Conley'in Portlad'a takas ihtimali yeniden alevlenmiş gibi. Travis Outlaw ve Sergio Rodriguez pakette adı geçenler.

* Bucks oyuncuları Villanueva ve Ramon Sessions'a talip çok! Memphis Conley'i bu oyuncular için Bucks'a da verebilir.