Sayfalar

TSL etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TSL etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Nisan 2010 Pazartesi

Derviş

Bambaşka hayallerle gelmişti İstanbul'a Bekir. Düşündüğü şeyleri bulamadı ama. Tercih edilmedi, hep arka planda kaldı, ilk seçenek olamadı. Ama sabretti, sabretti, bir kez sesini çıkarmadı. Oynadığı, oynamadığı her maç sonrası bir gülümseme vardı yüzünde. Çok çalıştığı, azmettiği belliydi. Fırsatı yakaladığım zaman değerlendirmeliyim, bu formanın kıymetini biliyorum edası vardı hep gözlerinde. Pazar günü Bekir onca çalışmanın, onca sabrın, onca cefanın karşılığını aldı. Hafta sonunun gözümü buğulandıran, bana futbol sevgimi hatırlatan ve mutluluk veren dakikasıydı Bekir'in attığı gol sonrası Yaradan'a seslenişi "Çok şükür Yüce Rabbim, şükürler olsun sana!"

Bu çocuklar insan, robot değil hiçbiri, arkasından kurmalı bebekler gibi kurup kurup salamazsınız onları. Onlar inançlarından, ailelerinden, kendilerine inananlardan besleniyorlar. Milyon kere söylediler çok kıymetli yorumcularımız "Bekir Fenerbahçe'nin topçusu değil." diye. Ama ne oldu? Fenerbahçe 2010 senesinin şampiyonu olursa ilk hatırlanacak adam oldu Bekir, Liderliği getiren, şampiyonluk yolunu açan adam. Bekir de diğer hakkı yenen çocuklar gibi bir futbol emekçisi, inançlarına, tanrısına sığınmış bir işçi. Bekir benim için bir Derviş. Muradı daha ne olabilirdi ki?

6 Nisan 2010 Salı

Kaçı Başarabilecek?

Turkcell Süper Lig'de 18 takım var. 18 takımın başında bu sezon kaç hocanın görev yaptığını ben şaşırdım, sayamadım. Bazı takımlar 3. teknik adamlarıyla devam ediyorlar yollarına, bazıları 2. isimlerdeler. Geçmiş senelerin aksine Gençlerbirliği, Gaziantep ve Eskişehir çok önemli sabır göstererek sahip çıktılar hocalarına. Peki en azından bu sezonluk sahip çıkılan adamlar gelecek sezon aynı koltklarda oturabilecekler mi? Örneğin Antep'te Coucerio, Gençler'de Doll takım üstüste 3-4 mağlubiyet alıp düşme potasına yaklaşsa gelecek sezon oralarda olabilecekler mi? Denizli'nin devam edip etmeyeceği, Rijkaard'ın halinin ne olacağı, Daum'la Aziz Başkan'ın sonlarının nereye varacağı belli değil bugün. Şu koca ligde Şenol Güneş, Abdullah Avcı ve Ertuğrul Sağlam'ı aynı koltuklarda göreceğimiz kesin sadece.

Ne kadar yazık, ne kadar acı bir durum aslında bu. Devamlılık adına atılan adımların çoğu yalancı, verilen sözlerin bir çoğu bomboş,  mesnetsiz. Kadrolara baksan her sezon her takımda onlarca transfer, devamlı değişen kadrolar, değişen oyuncular. Bu devri daimin içinde dikiş tutturmaya çalışan antrenörler. Bir sezonda 2 teknik direktör kısıtlaması yapmadan, sözleşme adaletini sağlamadan, tazminatlar yalan olurken, her hafta yeni bir hoca harcanırken nereye gider Türk Futbolu?

Kaçı Başarabilecek? Kaçı gelecek sene başka bir gurbete göçmeyecek? Kaçı kurduğu kadroyu bir yerlere getirebilmenin, altyapıdan oyuncu çıkarmanın, 3-5 senelik planlar yapmanın hazzını tadabilecek? Gerçekten kaçı?

23 Mart 2010 Salı

Türk Futbolu Üzerine Konuşmak

Rijkaard da hoca mı kardeşim ya, nedir bu rezalet, milyonlarca Euro boşa gitti, şu kadroya bak gelinen yere bak. Neyi eksikti Skibbe'nin, Lincoln'ü bile oynatıyodu o adam be! Şimdi şu kadro bende olacaktı var ya ortalığın... Ehem! O Daum yok mu o Daum onun var ya Koch kadar taş düşsün başına o da yetmezse Semih düşsün, boynu altında kalsın imansızın. Wolfsburg başkanı çok içmiş analaşılan Daum da Daum diye inliyormuş. Hayır alsın Baronisini de gitsin kardeşim! Hele ki Denizli, hele ki o Denizli yok mu! Var anasını satayımda onun yaptığı rotasyon sayısı kadar dalga vurmuyor denizden sahile! Devamlı fırtna bu denizde kardeşim, bir düzgün gitmedi vapur, arabalı olsa şimdiden paslanmıştı kaportalar Ah Denizli vah denizli, nereden buldun İspanyol eskilerini! Şenol Hoca'yı önceden getirse Sadri Başkan böyle mi olurdu, bulmuş bi Belçikalı Hugo, Tolga Abi'nin Hugosunun yanından geçemez, hangi tuşa basarsan bas düz gidiyor. Ama Şenol Hoca da yani o kadar para verdi topçu aldırdı adamları bırak 11'i 18'e almadı, onun da suyu ısınıyor bak, yakındır fiyaskosu.Gelecek sezon devre arasını görmeden tekmeyi yer, bir şey zannader zaten kendisini önceden beri. Ya Tolunay, tıpkı Dolunay. Ayda 1 gece var yok. Nooldu ilk devreki Kayseri, kurtlar kaptı, nooldu Cangele, Makukula, kayıp. Yazık ki yazık.

Bunlar var ya hoca değil, geçtim adam değil. Bakma şimdi Bursa'nın başında Sağlam'ın lider gittiğine. Hepsi kötü de onun vasatlığı iyi kaldı. Futbolcu eskileriyle, tecrübesizlerle şansı ne yaver gitti. 9 puanı oynamadan aldı, çık onları yine kayıp Bursa! Adı Sağlam da yeri sağlam değil. Şampiyon olsa ne yazar, seneye üst üste 3 maç kaybetsin bakalım Heykel'e inebiliyor mu bir daha, hop Sağlam bakmışın pert.

Gerisini saymam bile, konuşmaya yazık üstüne. Şu memlekete bir tane de hoca gibi hoca gelmedi, adam gibi antrenör göremedi şu tribünler. Şu üç büyüklerin hocası ben olacaktım ki gösterecektim dünya aleme. Hallaç pamuğu gibi atardım imansızım! Ne Barcelonası ne United'ı kalırdı piyasada, kan çıkartırdım kan! Yazık işte kimlerle uğraşıyoruz koca ülkede. Zaten hakem yok, zaten federasyon yok, zaten yönetici yok. Günah vallahi verilen paraya yazık. Adam değilsiniz lan hiç biriniz, bitirdiniz Türk Futbolunu. Hepinizin köküne kibrit suyu, peştemalli aristokratlar sizi! Yürüyün gidin lan! Kaybol! Neymiş Teknik Direktörmüş, yürü ayağına şeyetmiim şimdi! Kapçık ağızlı!

Desek daha iyi değil mi? Güzellikleri görmesek, piyasada adam bırakmasak, gelene geçene sallasak da sallasak ne muhteşem olur ama! Maalesef bunları parça parça hergün, ama abartısız hergün yapıyor Türk Spor basını ve biz vazgeçmeden okuyor, izliyor, takip ediyor, nefret doluyoruz işi eğlendirmek olan adamlara. Bu basına da, vazgeçmeden onu okuyana da helal olsun. Hak ediyoruz bu kaliteyi.

21 Mart 2010 Pazar

Kıvrak

Türkiye'de Kaleci yetişmiyor diyenlere,
Aykut'a Ufuk'a güvenmeyip Leo Franco'ya bel bağlayanlara,
Yabancı Kaleciyi nimetten sayanlara,

KAPAK OLSUN!

Hem Şenol Güneş'e
Hem de Onur Recep Kıvrak'a,

HELAL OLSUN!

19 Mart 2010 Cuma

Futboldan Zevk Almak için Kasımpaşa

Şimdi şu maç keyifli, eğlenceli, heyecanlı değildi, hiç zevk almadık diyen bir Allah kulu çıkar mı? Bence çıkmaz, ha çıkıyorsa o adam zaten futboldan keyif almıyordur, ben ona "Ne diye izliyorsun bu maçları kardeş, git Hanımın Çiftliği, Aşkı Memnu'ya falan takıl" derim direkman. Konuyu saptırmadan diyeceğimi diyeyim de içimde kalmasın, zaten bir kaç saate yola gideceğim, Eskişehir'de deplasman maçımız var Anadolu Üniversitesi ile. Diyorum ki bu Kasımpaşa nedir abicim ya! Gerçekten seyir zevki budur, futbolun meyvesi böyle üretilir, taraftar, seyirci böyle mest edilir. Saha içine baksan temaşaa saha dışına baksan temaşaa, çok keyiflisin Kasımpaşa! Rakibi önemli değil her hafta onların maçını izlemek istiyorum ben arkadaş! Mesela lig bittiğinde Kasımpaşa'nın maçları bitmesin istiyorum, hatta mümkünse haftada 2 maç yapsınlar talebindeyim. Rakibi hiç önemli değil bu takımın istediklerinde her şeyi mümkün kılabileceklerini, yapamasalar bile yapmaya çalışırken bundan zevk alacaklarını biliyorlar. İşte ben bu futboldan, bu kafa yapısından haz alıyorum. Sanki EPL'den sanki La Liga'dan maç izliyormuşçasına içim bir hoş oluyor. Kasımpaşa bana futbolu daha çok sevdiriyor, spora daha bir aşık ediyor. Kasımpaşa'yı seviyorum arkadaş!

17 Mart 2010 Çarşamba

Mariga ve Kenya Üzerinden Çuvaldız

Dün gece Chelsea - Inter maçını izlerken Eto'o'nun golüyle değil de Mariga'nın oyuna girmesiyle şöyle ciddi bir gerildim. Ben çok uzun zamandır unutmuştum Mariga'yı. Hatta Mariga'nın Inter'de olduğunun bile farkında değilmişim. En son Parma'dan hatırlıyordum Kenyalı'yı.1 sezonu Helsingborg'tan kiralık olmak üzere 3 sezon Parma forması giymişti McDonald Mariga. Gerçi o dönemlerin bittiğinin farkında değildim ya ben neyse. Parma'ya gitmeden o dönem iyi günlerini yaşayan Portsmouth'un başındaki Redknapp'ın radarındaydı, Helsingborg'la bonservisi için anlaştılar ama millilik problemiyle çalışma izni alamayan Mariga İtalya'yı seçmek zorunda kaldı. Parma'da 3 sezon boyu vasatın üzerinde bir performans verdi, 62 maça çıktı serie A'da. Orta sahada, daha ziyade defansif roller üstleniyor Mariga, sezon ortasında bonservisinin yarısını ve oynatma hakkını almış Inter Parma'dan. Mariga karşılığında Fransız Biabiany'nin yarı-bonservisi ve Jimenez kiralık olarak olarak Parmalı olmuş. Aslında Machester City ve Mancini istemiş önce Mariga'yı ama yine çalışma iznine takılmış Kenyalı, biraz da Inter'e gelmek zorunda kalmış aslında ayrılmayı kafaya koyduktan sonra.

Şimdi ben bunları niye anlattım bilmiyorum, yok şaka şaka. Konu Mariga ve milliyeti. Şimdi bu adam Kenyalı. Elin İsveçlileri taa Kenyalardan gitmiş bulmuş getirmiş adamı. Kenya nasıl bir futbol ülkesi ki Serie A'da adam kapış kapış! Tekniğine, fiziğine, oyun şekline baktığında bu Mariga'dan Türkiye Ligleri'nde çok var. Ama o adamların hiç biri Mariga'nın oynadığı ya da teğet geçtiği liglerde oynamıyorlar. Mehmet Topal'ından Bekir Ozan'ına, Mehmet Nas'ından İbrahim Şahin'ine daha bir çok isim en az bu adamlar kadar orta saha oyuncusu. Eksikleri ne peki? Menajerleri menajer değil, risk alamıyorlar, kendilerine güvenleri yok, kendilerini eğitmiyorlar vesaire vesaire...

McDonald Mariga ve daha bir çok isimsiz ülkenin isimsiz futbolcuları Serie A, EPL, Bundesliga, La Liga'yı fersah fersah gezip sınıf atlarken, bizim korkak ve kendini beğenmiş çocuklarımız annelerinin liginden 1 karış dışarıya gidemiyorlar. Aferin evladım! Daha çok Marigalar gelir geçer sizin giyeceğiniz formalardan. Aynen devam!

12 Mart 2010 Cuma

Yöneticilik Dediğin Aslında Adamlık

Sunderland Başkanı Niall Quinn haftalardır takımdan ayrılması hatta kovulması gündeme getirilen Teknik Direktör Steve Bruce için açık ve net konuşmuş:

"Küme düşsek bile Steve Teknik Direktörümüz olarak kalacak. Sunderland için taraftarların, takımın sahibinin, hepimizin sahip olduğu tutkuya onun da sahip olduğunu görüyorum. Steve gayretle çalışıyor. Duruşu ve kulübümüzle ilgili projeleri tam bizim istediğimiz gibi."

Quinn yaptığı bu açıklamayla neo-klasik futbol yöneticiliğinin nasıl olması gerektiğini sergilemekte. Kısa vadeli başarılara değil orta ve uzun vadeli planlara göre hareket edilmesi gerekliliğinin canlı ispatı olarak arzı endam etmekte. Aslında Yöneticilik denilen ünvanın adamlık olduğunu göstermekte. İşte bunun için Futbolda İngiliz Ahlakı'na imrenerek bakarken, yüzümüzü sınırların içine döndüğümüzde "İngiltere'deki futbolsa bu ülkede yapılmaya çalışılan ne?" diye sormadan edemiyor insan.

6 Mart 2010 Cumartesi

2010'un İlk Rezaleti

Eşofmanlarıyla, terli formalarıyla kaçtı Bursalı oyunular ve teknik ekip. Yazık değil mi Diyarbakırspor'a,yazık değil mi emeklere. Cezasını bulmuş bir kaç çapulcu için yapılanlara bak. 2010 Türkiyesinin ilk rezaleti hepimize hayırlı olsun. Ankaraspor'dan sonra Lig'den düşen 2. takım belli olmuştur. Kendilerini taraftar zanneden o bilgiç güruh gidip bir taraflarına kına yakabilir artık.

17 Ocak 2010 Pazar

Gelecek Avcısı


Bu adam Türk Futbolu'nun geleceğinde en önemli kulüplerde ya da en önemli görevlerde göreceğimiz adam. Bu adam kimsenin itibar etmediği yıldız eskilerinden ve adı duyulmamış, kredisi bile olmayan gençlerden takım yapmayı becerebilen bir adam. Bu adam kendi hatalarını itiraf edebilecek kadar onurlu, eleştirileri dinleyebilecek ve onlardan ders alabilecek kadar pozitif ve dosdoğru bir adam. Oyuncusuna karşı dürüst, yönetimine karşı dürüst, taraftarına karşı dürüst, futbolsevere karşı dürüst, futbolu gönülden seven bir emekçi.

Abdullah Avcı'yı seviyorum, onun içinde olduğu Türk Futbolu çok daha güzel. Teşekkürler Avcı.

1 Kasım 2009 Pazar

Madem Oynatmayacaktınız Niye Aldınız?

Başlıktaki soruyu tekrarlayalım. Sayın Ankaragücü Yöneticileri madem oynayatmayacaktınız niye aldınız bu adamı, sansasyonel karşılamalar yaptınız, Ankara'yı ayağa kaldırdınız? Bunların hepsi Hikmet Karaman egosunu tatmin etsin diye miydi? Yoksa yarın öbür gün "Bak nasıl bitirdik İngiliz'in evladını, hep onlar mı bizim çocukları harcayacak" diyeceksiniz arkadaş. Yazıklar olsun bu anlayışa, bu bakış açısına. Vassell'in Türkiye'de olduğunu unutan spor medyasının büyük kesimine de hela olsun!

24 Ekim 2009 Cumartesi

James Troisi

Üzerine bu kadar kavgalar edilen, transferi yılan hikayesine dönen, uğrunda ilişkiler zedelenen James Troisi bu muymuş Allah aşkına! Bu sezon Trabzon maçıyla birlikte 7 maçta oynamış, 3'ünde oyundan alınmış, sadece bir 90 dakikayı tamamlayabilmiş, 3 kez de sonradan oyuna dahil olmuş ve nasıl olduysa bir de asist yapmış bu maçlarda İtalyan vatandaşı da olan Avustralyalı yıldız (!) oyuncu. 3. kez bir maçta uzun süreli izleme fırsatı buldum Troisi'yi ve gördüğüm yine düz bir oyuncu oldu. Toplara çok iyi vurduğu, hücum organizasyonlarda çok başarılı oldğu söyleniyor 2 senedir de bir türlü göremedik bunu. Dün gece neredeyse ayağına aldığı her topu ezdi Avustralyalı. Tamam yaşı genç, 88 doğumlu, Newcastele United tecrübesi var belki ama Troisi gibi çok adam var Türkiye'de. Yazık değil mi formasını, yerini kaptığı gençlere. Belki bir TFF 1.Lig takımına koysan katkı yapar ama TSL için gareksiz harcama Troisi. Olembe de o da Kayserispor'a yakışmıyorlar.

Baytar

Daha önce transferini yazdığımızda sabır dilemiştik Trabzonlular'a. Cidden bu adamla işleri çok zor. Gittiği her takımda huzursuzluk çıkardı Baytar. Defalarca kez kadro dışı bırakıldı, hocasıyla tartıştı, arkadaşlarıyla saha içinde kavga etti, rakiple dalaştı. Aman çok yetenekli, şöyle böyle diye şişirildikçe kendini çok büyük futbolcu zannetmeye devam etti. Geçen haftaki GS maçında hiç bir şey oynamadığını, ondan önceki haftalarda hep saman alevi gibi bir parlayıp bir söndüğünü gördük Baytar'ın. Broos'un elinde çok fazla seçenek olmadığı ve Baytar da savunma yapar gibi gösterdiği için kendini hep Alanzinho ya da 2. forvete tercih etti Belçikalı onu.

Ama dün akşam gerçek Baytar'ı bir kez daha gördük, Trabzon adına üzüldük. Broos'un kılıç keskinliğindeki neşterini yerken henüz maçın ilk devresinde yüzünde okuduklarım az sonra patlar bu adama delalet ediyordu. Taraftar da bir türlü ısınamamış Baytar'a belli ki çok ciddi protesto ettiler oyundan çıkarken onu. Kulübeye bile uğramadan soyunma odasına giderken de protestolar devam edince beklediğimiz gibi Baytar çıldırdı ve taraftarı alkışlamaya başladı ama onlara hakaret edercesine. Sonra aldı formasını öptü, sanki ben hepinizden daha çok Trabzonluyum der gibiydi. Öyle bir yüz ifadesi vardı ki sanki aralarına dalsa tekme tokat dövecek bütün taraftarı. Ama Baytar bir dur Allah aşkına. Sen daha kimsin, nesin? Dünkü çocuksun, yeni transfersin bu şehirde. Bu takım için daha ne yaptın ki taraftara posta koyuyorsun. Sen geçip gidersin o formadan ama o taraftar baki kalır. Trabzonspor senin değil onların takımı. Önce taraftarına, şehrine saygıyı öğren ondan sonra öp formanı. Önce takımına katkı ver, kademe atlat ondan sonra tepki gösterecek hakkı bul kendinde!

Trabzonspor seyircisi için sanırım Baytar bitmiştir. Broos da artık onu pek düşünmeyecektir kadroda en azından devre arasına kadar. Bu fırsattır Baytar'a düşünmesi için, sormalı artık kendine "Ben nerede yanlış yapıyorum?" diye. Baytar'lı Trabzonspor'a sabırlar diliyorum.

Fotoğraf: Hürriyet

21 Ekim 2009 Çarşamba

Soru - Cevap

Frank Rijkaard'ın bugünkü basın toplantısından...

Gazeteci:
Arda'nın kırmızı kart görmesini engellemek için Yönetim'den bir uyarı geldiği ve bunun üzerine Arda'yı oyundan çıkarttığınız doğru mu?

Rijkaard: Hayır. Neden böyle bir şey olsun ki?

Gazeteci: Savunmanın çok kötü olduğu ve takımın çok gol yediği ortada. Buna bir önlem almayı düşünüyor musunuz, ya da savunmada farklı tercihler yapmayı düşünüyor musunuz?

Rijkaard: Takım sadece 4 savunma oyuncusundan ibaret değildir. Takımdaki orta saha ve forvet oyuncuları da savunma yapmalı ve ortaya bir takım savunması çıkmalıdır. Herkes savunma yaparsa bu sorun ortadan kalkar. Hakkınızdır ve saygı duyuyorum ancak kimsenin attığımız gollerden, hücum organizasyonlarından bahsetmemesi enteresan. Hep kötü şeyler anlatılıyor, onlar üzerinde konuşuluyor. Bunları anlatmaya devam edip biraz daha iyi şeylerden bahsedilse daha güzel olur diye düşünüyorum.

Futbolun yazılı olmayan kurallarına göre yaşayan ve futbolu oyun olarak gördüğü her halinden anlaşılan bir hoca Rijkaard. Şu sorular ise futbolu ne kadar iş haline getirip oyun olmaktan çıkardığımızın kanıtı. Futbol sadece bir oyun değil mi gerçekten? Endüstri ne ki?

18 Ekim 2009 Pazar

Denizlispor ve İstikrar

Denizlispor senelerdir centilmen seyircisi ve lig sonunda hiç bir şekilde vazgeçmediği mücadeleci yapısıyla gönüllerde taht kuran bir ekipti. Özellikle Rıza Çalımbay yönetiminde ligi 5. bitirip UEFA Kupası'nda mücadele ettikleri dönemde hem ülke puanına katkıları hem de küçük bütçeli bir Anadolu takımı olarak 4. tura kadar çıkabilmeleri büyük sempati, sevgi doğurmuştu. Çalımbay'ın takımdan ayrılması sonrasında Giray Bulak'la da tam 2,5 sene çalışan Denizlispor ligin istiikrarlı ve ilk5-6'da devamlı düşünülen ekiplerinden biri haline gelmişti.

Giray Bulak'a onca süre takımı iyi götürmesine rağmen istediği transfer olanaklarını sunmamaları ve geldikleri yeri Yönetimlerinin yeterli görmesi, yani bir anlamda hedef büyütememek Denizlispor'la Bulak'ın yollarını ayırdı. Bulak daha iyi şartlar ve vizyon sunan Ankaraspor'u tercih etti kendine. Denizlispor ise Nurullah Sağlam'la çalıştı. Bütün bir sezon Sağlam'dan kötü sonuçlara karşın vazgeçmediler. Özellikle sezon sonuna doğru Sağlam'ın takımı oturdu ve ligde kalmayı hak edecek bir oyun oynadı. Sezon sonu gelip de yeni kontrat söz konusu olunca parasal konularda ve transfer stratejisinde anlaşamayan iki tarafın yolları ayrıldı.

Yeni sezona Faruk Hadzibegic'le başladı Horozlar. Tarihlerinin ilk ve tek yabancı teknik adamına fazla dayanamadılar. Lige kötü girilince Boşnak çalıştırıcı takımdan gönderildi. Kısa süreli olarak dönemin yardımcı antrenörü Mehmet Kulaksızoğlu takımı idare etti. Sonrasında göreve gelen isim hepimizin yakından tanıdığı Güvenç Kurtar oldu. Kurtar'ın toparladığı takım yine son haftalarda ligde kalmayı başardı. İmzaladığı sözleşme 1,5 yıllık olunca Kurtar ertesi sezonu da Denizli'de geçirdi. 2 sezondur düşmekten son anda kurtulan takımı bir kaç ufak eklenti ve doğru yabancı tercihleriyle Kurtar tekrar ligin tehlikeli ekipleri arasına soktu. Ligi 7. bitirdi Denizli ama bir kez daha aynı hastalık nüksetti ve Kurtar'la hem parada hem hedeflerde anlaşamadılar. Kurtar adeta ağlayarak ayrıldı oyuncularından ve Denizli yeniden çöküşe girmeye başladı.

Yeni sezona altyapılarda ve pilot takım Denizli Belediye'de çalışmış olan Ali Yalçın'la başladılar. Kendi çocukları daha az paraya görev yapıyordu isimli hocalara göre. Saadet fazla sürmedi. Ligin dibine demir atıldı, Sivas mağlubiyeti sonrası Yalçın istifa etti. Uzun zamandır takım çalıştırmayan ve gözünde para değil sadece kendini ispat etmek olan Ümit Kayıhan geldi Denizli'ye. Onun da ömrü uzun olmadı. Bir kaç hafta sonra Kayıhan istifa ettiğinde bu sefer göreve Mesut Bakkal geldi. Tıpkı daha önceki Bulak ve Kurtar etkileri gibiydi yarattığı etki, Denizli yine lige tutundu ve son hafta ligde kaldı. Yönetim tıpkı Bulak ve Kurtar yanlışlarında yaptığı gibi 3. kez aynı yanlışı yaparak küçük hedefler ve az parayla Bakkal'ı ikna etmeye çalışınca Bakkal Denizli'den ayrılıp henüz Süper Lig'e çıksa da daha çok şey vaad eden Manisa ile anlaştı.

Yeni sezon için Denizli ise tam aradığı türde birini bulmuştu. Kocaelispor'u ligde tutmak için o sezon elinden geleni yapan, iyi futbol oynatan ve Galatasaray'ı beşleyen Erhan Altın. Hem de Altın Bakkal'a göre çok daha az paraya çalışacaktı. 4 hafta dayanabildi Altın ve takımı. Altın görevden ayrılsın diye yapılan baskılar sonuç verdi ve istifa etti cesur ama tecrübesiz teknik adam. Sonra eski çalıştırıcı Nurullah Sağlam'a sarıldı yönetim. Sağlam o sıralar takım çalıştırmıyordu anlaşmak zor olmadı. Maddi konularda orta nokta kolay bulundu. Fakat aradan sadece 6 hafta geçmişken dünkü Bursa mağlubiyeti Sağlam'ın istifasıyla sonuçlandı.

Şimdi Denizli yeni bir teknik adam arayacak. 2,5 senelik Bulak döneminden sonraki 5. sezonda 10. çalıştırıcı olacak yeni gelecek adam. Ve şu tedirginlikle gelecek Denizli'ye "Her an istifaya zorlanabilirim". Bugün gelinen noktayı hangi yönetim hangi taraftar ister? Başarılı olunan her sezon sonrası daha yükseği hedefleyen bir ekip kurup başarıyla daha fazla para kazanmaktansa, her daim küçülmeyi seçiyorlar. Milyon dolarların döndüğü piyasada 50-100 bin liralar için takımı tanıyan, oyuncuları bilen adamlara diğerlerini tercih ediyorlar. Peki alışkanlık haline gelmeye başlayan bu istikrarsızlık istikrarı daha ne kadar sürecek? Ben bir futbolsever olarak Kurtar, Çalımbay ya da Bulak dönemlerindeki Denizlispor'u özlüyorum.

27 Eylül 2009 Pazar

Çalımbay'ın Cesareti

Bu maça kadar Eskişehirspor'u uzun uzadıya izleyememiştim. Bu maç bana geride kalan 6 haftada yakaladıkları başarının sebebini gösterdi. Tabii ki bakış açısı benim katılan olur olmaz bu başarı tamamen Çalımbay'ın cesareti. Şu an Türkiye Ligi'nde aynı anda 4 golcü, başka bir değişle santraforla aynı anda sahaya çıkan 2. bir takım yok. Aynı anda rakip ceza sahasına gömülen Ümit Karan, Youla, M. Yılmaz, Burak rakibin top yapmasını engelliyorlar, en azından şu ana kadar oynadıkları takımlara karşı böyle. TSL'de bu 4 oyuncunun ileride olmasından faydalanıp defans ve forvet arasında oluşan boşluğu akıllıca ve oldukça verimli kullanacak ciddi bir takım yok. Galatasaray bu açıdan kaliteli isimleri ve topla çabuk oyunla ön plana çıkmış durumda. Kısaca Çalımbay'ın cesaretle oynattığı 4 santraforlu kaos hücumu bir çok takıma karşı iş görse de, orta sahayı çabuk geçebilecek kalitede takımlara karşı pek iş görmeyecektir. Galatasaray tek santrafor artı 3 hücum oyuncusuyla oynadığı için takım savunmasını dengeli kurabilirken Eskişehir bunu yapamadığı için devamlı kontrada ve az adamla yakalandı örneğin maç boyunca. Bu oyun tarzı ile Eskişehir belki 5.-7. sıralar arası yer bulur ama daha yukarılara çıkması dirençli bir orta saha yapısı oluşturmadan çok ama çok zor.

Maç Sonu ekleme: Bu yazıyı devre arasında yazmıştım. Galatasaray'ın böylesi oyun konsantrasyonunu kaybedeceğini düşünmüyordum, ötesinde Rijkaard'ın risk almaya yanaşmaması çok şaşırttı beni. Tipik bir kaos golü daha bulduktan sonra Burak, Youla ve Ümit'i oyundan çıkarıp orta saha direncini arttırması ve gerçekçi oyun yapısına dönmesi Çalımbay'a 1 puanı getirdi. Bu iki oyun arasında bir denge bulursa 3-4. sıralar arasını zorlayabilir Eskişehir ama 4 santraforla oynamaktan vaz geçmek şart bence.

Gol Rekoru Kime Ait?

Son derece güzel bir yazı olmuş. ultras/movement blogunda bir private sozluk yazarının yazısı yayınlanmış ve delilleriyle, ispatıyla Türkiye Ligi'nin gol rekoru konusu irdelenmiş. Kendi adıma çok hoşuma gitti, okumanızı tavsiye ederim.

Yazıya buradan geçebilirsiniz.

26 Eylül 2009 Cumartesi

Ben Fener'in Hocası Olsam

Antalya - FB maçını izlerken uzun zamandır aklımda olan konu tekrar rahatsız etti beni. Fenerbahçe'nin kadro yapısı bence Daum'un oynatmaya çalıştığı sisteme çok da uygun adamlardan oluşmuyor. Kanatlar üzerinden oynamaktansa göbekten gelip oyunu daha ziyade rakibin yarı sahasına yıkacak ve kanat beklerini oyuna soksa çok daha başarılı olabilecek bir kadro. Bu kadro yapı itibariyle UEFA'yı kazanan Galatasaray'ı andırıyor bana. O takımda ortada göbekte sağlam kesicilik yapan ve top kendilerindeyken o topu çok da iyi kullanan adamlar vardı. Oyun sağa döndüyse sağa yatarlar, sola döndüyse sola yatarlardı. Okan - Suat - Ü.Davala - Emre 4'lüsünden 3ü oynar, daha önce Tugay da bunların arasındaydı, önlerinde Hagi serbest adam, en ileride de devamlı gezen ve rakibi yıpratan Hakan-Arif ikilisi forma bulurdu.

Şimdi bugünkü Fenerbahçe'ye bakalım sağ kanattaki tek adam forvetten kırma Colin Kazım, sol kanatta aslında bir sol bek olan Andre Santos, yedeğinde Uğur Boral ki son derece istikrarsız bir adam. Üstelik saydığımız bu 3 isim de orta saha olarak oynarken geriye dönme işini lalettayn yapan adamlar. Örneğin benim Brezilya Milli Takımı'nda ve Ligi'nde izlediğim Andre Santos lokomotif gibi adamdı. Fener'de neredeyse hiç savunmayı düşünmez bir yapıda. Sağ kanada M.Topuz yazılabilir ama o da orta sahadan kırma. Netice itibariyle Fenerbahçe'nin elinde orta sahada kanatta oynayıp yapması gerekenleri layıkıyla yapabilecek natürel sol ve sağ kanat adamları yok. Ancak o bahsettiğimiz GS kültüründen gelen Emre, çok koşan, iyi servis yapan, iyi şutlar çıkarabilen ve defansa yardımı bilen M.Topuz, her halinden iyi bir defansif orta saha olduğu anlaşılan Christian'dan oluşan 3lü ve göbeği parsellemiş bir orta saha düşündüğümde Fenerbahçe'yi daha iyi bir takım gibi görüyorum.

Defansta solda Andre Santos, sağda her zamanki gibi G.Gönül, göbekte Bilica-Lugano. Orta Saha Emre-Christian-M.Topuz, önlerinde serbest adam Alex. Forvette dolaşan ve hareketli ikili Güiza-Semih. Hem Semih devamlı oynamış olur hem daha çok pozisyon bulur Fener hem de sıklıkla olduğu üzere orta saha defans arasında derin boşluklar oluşmaz, kolay kolay kontra yemezler. Bu formatta Fenerbahçe oyunu 70 metre yerine 45-50 metrede oynayıp artan pres gücüyle şok golleri de sıklıkla bulabilir. FB'nin bulduğu gollerin çoğunun duran toplardan ya da bariz savunma hatalarından geldiğini düşününce sanki bu formatta hem Türkiye'de hem de Avrupa'da daha verimli ve göze hoş gelen futbol oynayan bir FB görürüz diye düşünüyorum.

Ha soran olabilir "Arkadaş sen GS'li değil misin sana ne Fener'den?". Vereceğim cevap da bellidir "Ben sporseverim, takımsever bir renk körü değil."

Tüm sporseverlere saygıyla...

23 Eylül 2009 Çarşamba

Türkçe Bilmeyen Türkler, Yabancı Kalamayan Yabancılar

Aşağıdaki Satırlar Milliyet yazarlarından eski hakem Metin Tokat'a ait. Senelerdir hepimizin hayretle izlediği ancaksesini çıkarmadığıbir konuya parmak basmış. İyi de yapmış. Gerçekten nedir bu Alah aşkına? Bunların hangisi profesyonel, hangisi Türk, hangisi adam gibi adam?

"Colin Kazım, Souleymanou ve Moritz!

Kazım İngiltere’deki başarılı performansı ile önce Milli Takımımıza çağrıldı. Sonra Fenerbahçe Kulübü’ne transfer oldu. Uzun süredir Fenerbahçe’de ve Milli Takımımızda başarıyla görev yapıyor. UEFA Avrupa Ligi’nde oynanan Twente maçından sonra TV’ye röportaj verdi. Ama yanında tercümanı vasıtası ile. Bu nasıl bir şey anlamakta zorlanıyorum. Türkçe konuşamayan bir oyuncu Milli Takım’da görev yapıyor (Aurelio’da öyle). Daum bile milli marşımızı dinlerken söylemeye çalışıyor. Ama yıllardır ülkemizde futbol yaşantısını sürdüren Türk pasaportu taşıyan Kazım ise tek kelime Türkçe konuşmuyor. Hem Fenerbahçe Kulübü’nün hem de Milli Takım yetkililerimizin bu konuda eksikliği olduğunu düşünüyorum.
Gelelim Souleymanou’ya. Denizlispor kalesinde uzun yıllar görev yaptı. Şimdi Kayserispor takımında. Beşiktaş ile oynadıkları maç sonrası karşılaşmanın tek golünü atan Makukula’nın röportajında arkadaşına Türkçe tercümanlık yaptı. Ve Kasımpaşa’lı Moritz, Galatasaray maçı sonrası Türkçe konuşarak röportajını verdi. İşte size ligimizde görev yapan üç futbolcu ve aralarındaki fark. Yorumu size ait!"

3 Eylül 2009 Perşembe

Popescu41'den Galatasaray Değerlendirmesi

Popescu41 bizim blogun en eski müdavimlerinden. Bir çok yorumunu zevkle okuduk bugüne kadar. Ancak bugün yaptığı bir yorum var ki 3 aşağıdaki gönderimize gerek bakış açısı gerek düşünce tarzı bakımından bizim söylemediğimiz, eksik kalan yerleri tıkar vaziyette. Gerçi yazının sonunda ufak bir gönderme de yapmış ama o kadar da olacak. Teşekkürler Popescu41, yorumunu aynen koyuyorum. Ya bir de Tolgamız vardı bizim o nerelerdeki?

Çok güzel bir yazı olmuş. Galatasaray'daki değişimi anlamıyorlar, bizim gecen yılki sorunumuz defansımızdı sanıyorlar, oysa gol/hücum sorunumuz vardı geçen yıl. Geçen sezonki bazı puan kayıplarını inceledim:

Fenerbahçe 0-0
Kayserispor 0-0

Ankaraspor 0-0
Antalyaspor 1-0
Eskişehirspor 1-0
Sivasspor 2-0

Yani 34 maçın 6 tanesini gol atmadan bitirmişiz. 7 maçta da 1 gol atmışız. Yani gecen sene toplamda 34 maçın 13 tanesinde 1 ya da daha az gol atmışız.

Bu sezon Galatasaray gol atmaya başladı. Rakipler kolaydı deniyor, iyi de gecen sene Ankaraspor ve Kayserispor'a 4 maçta 2 gol atmışız. Toplam 2. Bu sene 2 maçta 5 attık aynı takımlara.

Defans sorunları ile gecen sene maç kaybetmedik mi? Elbette kaybettik. Ancak dikkat ederseniz, kaybettiğimiz çoğu maçı 2 farklı veya fazla kaybettik (Fb, Hacettepe, Sivas, Eskişehir) . Bu da gösteriyor ki sorun yine hücumda. Yediğimiz golü telafi için organize olmadan, sistemsiz hücumlarla kaybettiğimiz toplar yüzünden yedik golleri.

Bu sezon da defansımız muhteşem değil, ancak hücum derli toplu, kondisyon yüksek. Bu sayede gecen seneki gibi sürpriz golleri az görüyoruz kalemizde. Ha bahsi gecen yazar "15 dakika yenik oynayınca görürüz gerçek gücünü" demiş. Mümkündür, Galatasaray 15 dakika yenik oynar Beşiktaş karşısında, panikle atağa kalkar gecen seneki gibi, Beşiktaş da tutar 3 tane daha atar. Ancak bu Galatasaray'daki doğru değişimi gölgelemez ki. Maç sonu Rijkaard alır oyuncuları karşısına, panik içinde hücumun hiç bir halta yaramadığını kafalarına sokar. Kulağımıza küpe olur, bir daha yenik duruma da düşsek kahramanlığa gerek duymadan kontrollü sistemli hücum ederiz.

Elbette yaşanacak bunlar, ağır mağlubiyetler, puan kayıpları. Geçiş dönemindeyiz çünkü. Ancak bu geçiş surecindeki başarılarımızı "Galatasaray ciddi rakiple oynamadı" diye küçümsemek, ilk mağlubiyette "ben demiştim, zor maçlarda çok mağlubiyet alır bunlar" demek çok basit yorumlardır.

Takıma bir sistem, bir standart getirmek için geldi Rijkaard. Yoksa günü kurtarmak için hoca arasaydık eminim daha ucuzunu bulurduk.

Kısacası Rijkaard Atatürk rozeti takip Türkiye tshirt'ü giymese de "Avrupa’yı zorlamam, yorulup ligden kopmayalım. Lig için de iyi kötü bu seneyi şampiyon bitirecek bir 11 kurarım, gerek olmadıkça 70den önce oyuncu değişmem, takıma bir şey katmasam da şampiyon oluruz o bana yeter" diye düşünmek yerine "Galatasaray'a geldiysem, bu kulübe bir şeyler katmam gerekir. Futbolculara öğrettiklerim benden sonra da futbolcuların isine yaramalı" diye düşünecek kadar Türk dostu (!) olduğuna inanıyorum.

NOT: Bu yazıyı okuyan kişilerden özür dilerim çok uzun oldu:)