Sayfalar

30 Ekim 2009 Cuma

Hem Ağlarım Hem Giderim

Fotoğraflar Wozniacki'nin Vera Zvonerava'yı 2-1 yenip Masters'ta yarı finale çıktığı maçtan. İyi de Sevgili kardeşim sakatsan, acıdan duramıyorsan bırak, oynama. Ne hırsmış, ne azimmiş yoksa ne paragözlük müymüş anlamadım gitti. Gören başka bir şey yaptılar kıza zannedecek. Geçmiş olsun mu denir yoksa hayırlı olsun mu şimdi buna?

Yaşasın Borges Döndü!

Başlık kendini anlatıyor. Çok seviyorum bu adamı ve tarzını! Hoşgeldin patron, yeniden. Resme tıklayınca borges'e gider, yetmezse Blog Lokantası da oraya yol verir.

29 Ekim 2009 Perşembe

Her Takıma Lazım


Yazık Oldu Bu Dizilere #4

Sıkı bir Terminator hayranı olarak dizinin hayata geçirileceği haberini aldıktan sonra bir hayli heyecanlanmıştım. 2 sezon her şey çok yolunda gitti ve dizi çok heyecanlı bir yerde sezon finali yaptı ama FOX'un neşteri bu kadar hayranı olan bir diziyi bile kesip atacak kadar keskindi. Yazık edilen diziler serisinde sıra "Terminator: The Sarah Connor Chronicles"ta.

Dizimiz Terminator filmi serisiyle uyum içinde bir zaman aralığında 2. filmin bittiği yerden bir kaç sene sonra 3. filmin başladığı yerden bir kaç sene öncede geçiyor. Yani özetle 2. ve 3. filmler arasındaki boşluğu dolduruyor TTSCC. Sarah Connor oğlu John Connor'la, ki bu bizim bildiğimiz insanlığın kurtarıcısı olacak çocuk, 2 yıldır halkın arasına karışmış ve huzurlu, tehlikeden uzak br hayat sürmektedirler. Sarah'ın erkek arkadaşı Charley Dixon kendisine evlilik teklif edince huzursuzluğa kapılan Sarah oğlunu da alıp ortadan kaybolmayı seçer. New Mexico'ya yerleşen ikilden John normal hayatına devam etmek ve kendini belli etmemek zorunda olduğu için liseye kayıt olur. Yeni okulunda kendisiyle çok ilgili bir genç kızla, Cameron'la tanışır. Daha birbirlerini tam anlamıyla tanımamışken okulunda bir Cromartie'nin saldırısına uğrayan John'un hayatını kurtaran Cameron'ın aslında gelecekten John'un kedisini korumak için gönderdiği yeniden programlanmış bir Terminator olduğunu öğreniriz. O bölgeden de ayrılıp aceleyle başka bir yere kaçan Connorlar ve Cameron'ın peşine FBI ajanı James Ellison takılmıştır. Seneler boyu Sarah Connor'ı bir takıntı haline getirmiş olan Ajan Ellison sadece Connor'a odaklanmış ve işi gücü bırkamış, tüm Amerika'da onu arar hale gelmiştir. Bu sırada peşlerine düşen Cromartie ve Ellison'dan kaçmaya çalışan kahramanlarımız, dünyanın makine istilasından kurtulmasının tek yolunun Sky Net'i daha yapılmadan ortadan kaldırmak olduğu düşüncesiyle hareket etmeye başlarlar. Cameron kurtuluş yolunun ne olduğunu bildiğini söyleyer ve 3'lü bir banka kasasına yerleştirilmiş olan gizli bir zaman yolculuğu aleti ile 1999'dan 2007'ye sıçrarlar. Artık önlerinde 2 hedef vardır. Sky Net'i tarihten silmek ve her ihtimale karşı Joh'ın korunmasını ve eğitimini sağlamak.
Dizide günlüklerini okuduğumuz ya da izlediğimiz diyelim Sarah Connor'ı Lena Headey canladırıyordu. Headey Hollywood'un tanınmış ama hiç 1. sınıf filmlerde esaslı roller kapamamış bir aktristi. Onu sanırım sinema severler en iyi The Cave ve The Brothers Grimm'deki rollerinden hatırlayacaklardır. John Connor rolünde ise Thomas Dekker'ı izledik. Dekker Heroes'un ilk 12 bölümünde Claire'in erkek arkadaşı Zach rolünde çıkmıştı karşımıza. Bir çok TV dizisinde çocuk ya da genç oyuncu olarak rol alan Dekker Elm Sokağı Kabusu'nun yeniden çekimini henüz tamamladı, orada Jesse rolünde izleyeceğiz kendisini. Dişi Terminator Cameron rolünde ise Summer Glau vardı. Sinamdan en iyi Serenity filmindeki River rolünden hatırlanabilecek Glau Dollhouse ve 4400 dizilerinde de geçici roller almıştı. Terminator sonrası o da şu sıralar başka projelere yönelmiş durumda. Dizide Lost'tan hatırladığımız ve şu sıralar Flash Forward'da arzı endam eden Penny yani Sonya Walger, Oz'un Ryan O'Reilly'si Dean Winters, Richard T. Jones, Brian Austin Green gibi isimler de rol almıştı.

Bilim kurgu ağırlıklı, dram yüklü ve kimi zaman ağır kimi zaman baş edilmez tempolu, flash forwardların ve sürpriz gelişmelerin sıklıkla yaşandığı, John Connor'ın nasıl o John Connor olduğunu öğrendiğimiz bir diziydi TTSCC. 1 ay önce devam etmeyeceği kesinleşti ki FOX'un en kötü kararlarından biridir bu. "Yapım maliyeti yüksek, hiç kar edemiyoruz" diyerek sıyrıldılar işin içinden. Ama en azından CBS'in Jericho'ya tanıdığı gibi bir şans tanınıp dizinin finali yapılabilirdi. 3-6 bölüm arası bir bölümde sonlandırılabilecek dizi en azından "bilim-kurgu dizisi klasikleri" payesiyle ve FOX'un dizisi olarak yerini bulurdu tarihte. Bence çok yazık oldu. 2 sezonluk hikayesi hazır, bitirin denilse kolayca bağlanacak bir diziyi heba ettiler. Bizim içinse kıymeti ve anısı bol bir dizi olarak hem arşivlerimizdeki hem de hatıralarımızdaki yerini aldı "Terminator: The Sarah Connor Chronicles". Dizinin tanıtımı hemen aşağıda.

2 Numaralı Kabus


Şampiyonluğun en önemli adayı Cavs sezona feci kötü başlarken 2 maçta sadece 90 sayı ortalama tutturabildiler. Önce Boston'a yenildiler, tamam Celtics şampiyonluk adayı ve çok kuvvetli bir takımdı ama ya Toronto. Raptors yeni kurulan bir takım, takıma katılan 9 yeni isimle bir araya gelmeye çalışan bir oyuncu topluluğu. James sezonun ilk triple double'ını yaparken takımda 2. bir isim daha çıkmadı ki ona yardımcı olsun. Ilgauskas ve Shaq pota altında Bosh, Bargnani ve Nesterovic'li pota altına bile çok yumuşak kaldılar. Mo-Will kafasına göre takılmaya devam etti. Parker biraz olsun sorumluluk alabileceğini gösteren tek isimdi ama James'e omuz çıkamadı. Suratlardaki ifadeler şaşkındı Cavs'te. Acaba bu James'in son sezonu olma yolunda ilerleyen bir senaryonun ilk 2 sayfası mı?

Toronto Triano yönetiminde geçen seneki Magic gibi oynuyor. Ancak 2 farkla. Birincisi pota altında Bosh-Bargnani gibi şutu da olan 2 uzuna sahip olmaları onları savunulması zor bir takım yaparken bu 2 uzunun yumuşaklığı pota altında hem savunma hem de hücumda azaltıyor. Gerçi dün gece Cavs'e sert bile kaldılar ya neyse. 2. fark ise Calderon ve Jack'in önce pası düşünen yapıdaki gardlar olmaları. Geçen sezon Nelson'ın bu felsefeyle oynadığı maçlarda Magic'i sürükleyen isim olmuş ama sayı atma isteği ile kavrulduğu maçlarda Magic'i yakan isim olmuştu. 2 takımın geçen seneyle ortak bir diğer noktası ise Hidayet. Hidayet kolay dağılabilen Toronto da tutkal görevi göreceğini gösterdi bu ilk maçta. Arkadaşları iyi şut atarken ve sıcakken sadece onlara servis yapan, dengeler bozulup ihtiyaç duyulduğunda devreye girip bir drive bir şutla işleri yoluna koyan adam pozisyonunda Hidayet ve yüzünden anlaşıldığı kadarıyla da çok ama çok mutlu hem yeni takımından hem rolünden. 12 sayı 7 ribaunt 3 asist ve 3 blokla oynadı ve yine kadar çok yönlü bir oyuncu olduğunu gösterdi temsilcimiz. Üstelik önemli bir süre boyunca da Lebron James'in savunmasını yapan adamdı.

Cavs'in şampiyonluk için acilen içinde bulunduğu psikolojiden çıkması gerek. Toronto oyuncuları ise neler yapabileceklerini görmüş olmanın morali ve motivasyonu ile inanarak devam etmeli yoluna.

Orlando Magic - Philadelphia 76ers

İlk maç ilk galibiyet hem de beklenin aksine hiç mi hiç zorlanmadan. Daha 2. çeyrekte koptu maç. SVG'nin geçen sene oturttuğu bir alışkanlıkla ilk devrede koparmaya çalıştı Magic maçı ve son derece başarılı oldu. SVG son 2 hazırlık maçında verdiği sinyallerle kısa beş oynatacağını göstermişti. Bass'in sertliğini Howard kenardayken kullanmak düşüncesini hayata geçirdi Van Gundy ve Ryan Anderson'lı bir beş kullandı. Kısa forvet pozisyonunda ise Pietrus beklediğimiz gibi sahaya çıkan isim oldu. Bu maçta artık net bir şekilde ortaya çıktı ki Magic bu sene de şuta dayalı bir takım olacak ve geçen sene Hidayet'in üstlendiği takımı sırtlama işini Carter gerçekleştirecek. Kullanılan şutlardan üçte birinden fazlası yine 3 sayılık oldu. Özellikle Anderson Lewis'in yokluğunda nokta şutör olarak kullanacak üçlükleri. Daha ilk maçta 7'de 4 atması çok önemli bir başlangıç oldu. Vücut ve genişlik olarak tam bir 4 numara değil Anderson ama 3 numara da değil, tabiri caizse 3,5 numara, yani geçen seneki Lewis 10 maçlığına Anderson. İlk maç itibariyle çok iyi hücum edilse, Nelson ve Carter doğru şutlar seçip topu paylaşsa ve Howard'a yeterince top inse de takım savunmasında halen bazı eksikler var. Özellikle J-Will sahadayken oyun kurucular adeta fink atıyor yarı sahamızda. Yine de fazla abartmayalım, sonuçta çok güzel bir sezon başlangıcı ve güven kazancı oldu bu maç.

Bir de buradan Sevgili Mehmet İstanbullu'ya sevgilerimi gönderiyor, geçmiş olsun diyorum. Anladı o :)

27 Ekim 2009 Salı

İki ileri, hep geri!!!


m sarp
Çok önce demiştim "Mustafa Sarp gelmesin" diye... Geldiğinde de "Gelecek yıl Avrupa Ligi’nde Galatasaray’la mücadele edebilecek çapta bir yeteneğe sahip değil. " demiştim... Söylediklerimin doğru çıkmaya başlaması haklı olduğumun kanıtlanıp egomun okşanmasından çok, Galatasaray'ın kayıplarının çoğalması üzüyor beni.

Evet ileride uçta 6 tane birbirinden kariyerli ve yetenekli adamlarımız var. Fakat bu 6 adamın yükünü ne kadar kaldırabiliyor Mustafa Sarp? Ve Ayhan tabi ki... Deniyordu ya, "Galatasaray henüz üst düzey bir takımla oynamadı. Galibiyetler yanıltıcı olabilir"... Onlar da genel olarak değil ama orta ikilinin zayıflığı konusunda haklı çıktılar, ne yazık ki...

Mustafa Sarp'la olmayacağının ilk sinyalini lig maçlarında almıştık. Hep geriye, hep Servet'e, hep Sabri'ye pas atıyordu. Bir tane ileriye olumlu pas çıkardığına şahit oldum. O da sanırım Trabzon maçının ikinci yarısındaydı. Ya da Bükreş maçında. Hep skor olarak öndeyken yani. Sturm Graz gibi bir takımla Ali Sami Yen'de oynanan maçın son dakikalarına 1-1 girilirken bile topu ayağına aldığında ne yapacağını bilemeyen bir halde topla debelenip ardından pasını geriye vermesi ilk kırmızı alarmdı aslında. Görülmedi bile... Çünkü Galatasaray'ın ileri uç elemanları gol attıkça, Mustafa'nın yaptıkları umursanmadı. Çünkü skor 1 ya da 2-0 Galatasaray lehineydi ve Mustafa'nın geri pas yapması garanti skoru koruma, zaman geçirme adınaydı. Riskli oynamıyordu. Basit oynuyordu! Hem de ne basit!!!

Sığ düşüncedeki yorumcular da Mustafa Sarp'ın sadece koşup, top kapmasını yeterli görüp topu verimli kullanamamasını göz ardı ediyor ve kendisini öve öve bitiremiyorlardı. Bu çıkarımdan yola çıkarsak, Mustafa Rijkaard'ın ilk 11'de en çok şans verdiği oyuncu olduğu için aynı sığ düşünceyi ne yazık ki Rijkaard da paylaşıyordu. Haftasonu oynana derbiden sonra da bu kararından vazgeçmesini bekliyorum.

Tamam Mustafa çok iyi top kapıyor ve takımda onun kadar iyi top kapan adam yok! Ve ondan topu ileriye kullanması, çalım atması, gol atması da beklenmiyor olabilir. Mustafa topu kapsın, Keita götürsün topu, Nonda-Baros golü atsın... Evet bu çok uygulanabilir bir düşünce ki uygulandı da bugüne dek Galatasaray'da. Ancak Mustafa'nın eksiklerinin göz ardı edildiği kadar, görmezden gelinen çok önemli bir şey de var.

Galatasaray'ın en başarılı dönemlerinde golcülerinden çok konuşulan isimler orta sahadaki üçlü Okan-Suat-Emre idi. Çünkü bu üç isim de çok iyi top kapıp, topla çok iyi ileri çıkabiliyorlardı. Galatasaray o dönemde avrupa'nın ve dünya'nın bir numarası olduysa süper üçlünün çift yönlü oyunu sayesinde olmuştu. Eğer aynı başarı bugün de kazanılmak isteniyorsa, Galatasaray acilen bu bölgeye oyuncular katmalı, eldeki Mehmet Topal'ı, Barış Özbek'i, Emre Çolak'ı bu yönde değerlendirmeli, geliştirmeli, evrimleştirmeli, yönlendirmeli...

suat009

okanburuk_son

emre

Ucuz Kahraman!!!

arda-turan
"Hakediş" demiştim kaptanlık ve 10 numara verildiğinde. Saha dışı kişiliği ve saha içi oyunuyla bu iki unvana layık görülmesi pek normaldi. Fakat fazla mı pembeyi o anda gözlüklerimiz? Hem milli takımın, hem de ülkenin en büyük kulüplerinden Galatasaray'ın yetiştirdiği dünya yıldızı sıfatını alan son isimdi. Pazar gününe dek de kendisine verilen kaptanlığı gerçekten çok iyi götürmüştü.

Maç öncesi bir haftasonu gazetesinde ropörtajı çıkmıştı. "Allah bana o formayı giydirmesin" diyordu: "Ben o kadar profesyonel değilim..." Ne kadar profesyonel acaba sorusuna cevabını yine kendisi verdi Kadıköy'deki derbiye ısınırken...

Hangisine Dalacağım?

... der gibi bakmıyor mu Allah aşkına?

Güle Güle Deli Fişek

Basketbolu bıraktığını açıkladı Bobby Jackson. Uzun süre NBA'in rengiydi 36 yaşındaki çılgın gard.

Griffin'in Diz Kapağı Kırıldı

Senelerdir başarıya hasret olan Clippers bu seneki oyuncu seçmelerinde 1. sıradan seçme hakkını yakalamış ve Blake Griffin'i seçmişti. İlk 5 başlayıp etrafında kurulacak takımı yavaş yavaş başarıya taşıyacaktı genç uzun forvet. Ancak dün gelen haber hem onu hem de Clippers'ı yıktı. Diz kapağında kırık var ve en az 6 hafta yani 20 maç kaçıracak. Bu 20 maç büyük ihtimalle Clippers'ı play-off hayalinden yine uzak bırakacak gibi. Sakatlıktan dönecek Griffin'in takıma adaptasyonun ne kadar süreceği Clippers'ın yine dipte kalıp kalmayacağını gösterecek.

26 Ekim 2009 Pazartesi

Testere 6'nın Akıbeti

Geçen hafta Testere 6'nın son anda, vizyona girmeden kısa bir süre önce geri çekilmesinin sorumluları kim diye sormuştuk ortaya. Bir türlü ulaşamadığımız Warner Bros yüzünden bir sürü komplo teorisi geliştirmiştik. Bugün işin gerçeğini öğrendik. Warner Bros Türkiye değil Fida Film almış Testere 6'nın Türkiye haklarını. Warner Bros Türkiye sadece dağıtıcı olarak işin içinde anladığım kadarıyla. Normalde Fida Film de 23 Ekim olarak ayarlamış kendilerini fakat Amerika'daki yapımcı ve dağıtıcı şirketler arasındaki bir anlaşmazlık nedeniyle sadece Türkiye'de değil bir kaç yerde daha film gösterime girememiş. Çünü Amerikan şirketi Türkiye'ye 35 mm'lik film kopyalarını göndermemiş. Böyle olunca ne filmin çoğaltılması, ne altyazı hazırlanması ve altyazıların kopyalara entegrasyonunu yapamamış Fida Film. Amerikan şirketi kesin bir tarih vermeyince de filmi mecburen geri çekmek durumunda kalmış Fida Film.

Şu anda Türkiye'de Testere 6'nın izlenebilir bir kopyası yok yani. Bu nedenle sinemada izlemek için 11 Aralık'ı beklememiz gerekecek, kötü ihtimalle 18 Aralık'ı. Fida Film de bu işten şikayetçi ve internet yoluyla filmin yayılması neticesinde seyirci kaybetme endişesini yaşıyorlar ki haklılar. Öte yandan Testere 6 tutkunlarının komplo teorisi kurmalarına gerek olmadığını her hangibir filmin önünü kesmemek amacıyla yapılan bir hareket olmadığını söylüyorlar bunun. Hatta bana söylenen tam cümle şuydu "Testere'nin farklı bir izleyicisi kitlesi var. 4 senedir Testere'yi hangi hafta vizyona çıkarırsak ona göre bir çok filmin vizyon tarihi değişiyor. Testere karşısında duramıyorlar".

Yukarıdaki tüm bilgileri nereden aldın derseniz kaynağımı da vereyim, Fida Film Dağıtım'dan adaşım Cenk Bey. Bir de kendim duyayım deyip isteyene kendisinin telefon numarasını da verebilirim. Sonuç itibariyle verilen bilgi sorunun Amerika'daki dağıtıcı firmayla ilişkili olduğu ve bu yüzden 23 Ekim zevkini yaşamaktan mahrum kaldığımız. Ben sinemada seyretme taraftarıyım Testere serisi filmlerini, en azından ilk seyredişimde. Şimdi gelsin 11 Aralık!

Beckham G.Afrika Aşkına Yeniden Milan'da

Galiani David Beckham için LA Galaxy ile anlaştıklarını, İngiliz oyuncunun ara transfer dönemi başlar başlamaz imza atacağını açıkladı bugün. Son bir kez Dünya Kupası görebilmek, yeniden Milli Takım'da olabilmek için David Beckham bir kez daha ve kaçarcasına Avrupa'ya, İtalya'ya dönüyor. Geçen sene doping etkisi yapmıştı Milan'a. Capello'nun kadrosunda olabilmek için Milan sağ kanadını kanatlandıracaktır bana göre. Benim gibi hayranları için de onu son bir kez üst seviyede futbol oynarken görme fırsatıdır bu imza ve ondan sonraki 7 aylık periyot. Şimdiden Avrupa'ya hoş geldin yeşil sahanın popüler kültür oyuncağı.

Gordon Strachan Boro'da

Celtic'te göreve başladığı gibi Şampiyonlar Ligi öneleme turunda Slovakya'nın Artmedia takımına 5-0 yenilmiş daha ilk geceden herkesin kafasında soru işaretleri bırakmıştı Gordon Strachan. 4 sene çalıştı Celtic'te ve ilk 3 senesini üst üste şampiyon olarak bitirdi. Geçen sezon şampiyonluğu Rangers'a kaptırınca ayrıldı futbolcu olarak da hizmet ettiği İskoçya'dan, memleketinden. Eskinin önemli orta saha oyuncusuydu. 40 yaşına kadar peşinden koştu topun. Manchester ve Leeds hatıralarıyla anarız kızıl saçlı İskoçu. Strachan bugün Middlesbrough'da kovulan Gareth Southgate'in yerine göreve getirildi. Championship'te 2. sırada olan takımı EPL'ye play-off oynamadan geri götürme telaşında olacak bundan sonra. "Terfi edeceğimizden eminim" dedi ilk demecinde. Futbolculuğunda olduğu gibi güler yüzlü ama ciddi tavrıyla yeni bir soluk getirecek Riverside'a. Hem Riverside'ın hem de kaybetmek bıkmış olan Borolular'ın ihtiyacı var bu değişime. 4 sene önce UEFA Kupasını kaldırmıştı bu takım ne de olsa. EPL'de özlediğimiz yüzdü İskoç, belki de yeni bir Sir gelmiştir İngiliz Futbolu'na.

Fotoğraf: Barry Pells/Getty Images

NBA Başlarken


Basketbolda en çok sevdiğim istatistiktir asist, basketbolun anlamı gibi gelir bana. O yüzden durmadan atanları değil, paylaşmayı bilenleri çok severim. NBA.com sezon öncesi en iyi 10 asist, blok, top çalma, smaç gibi farklı sınıflandırmalar yapmış. Buraya en iyi 10 asisti taşıdık dedik ya en çok zevk aldığımız olayıdır parkelerin. J-Will hemen listeye girmiş, uzunların asistleri farklı bir tat veriyor ama kimse Kobe gibi hem mağrur hem şovmen olamıyor.

Teşekkürler Emre!

Çok hora geçti gerçekten, eline sağlık.

Blog İçi İsyan!

3 yazarlı bu blogun bu hariç son 102 gönderisinin 18'ini ozhano, 4'ünü volkanbk3 geriye kalan 80 tanesini ise ben cenky oluşturmuş. Yine bu hariç son 22 gönderiyi sadece ben yazmışım. Nerdesiniz arkadaş yahu!?! İsyan ediyorum bu yalnızlığa, bir 5 dakikanız da mı yok bloga ayıracak bre gafiller!

Ufak Bir Değişiklik

Pclion Uğur'un Blog Kardeşliği Yalan mı? gönderimize attığı yorumdan sonra Blog Kardeşliği kavramı üzerine biraz daha düşündüm. Bütün blogları aynı listede listeleyince ve sayı da 100'ü geçmiş olunca diğer bloglara ziyaretçi gönderme sayısının önemli derecede azaldığını gördüm istatistiklerden. O yüzden bu 100 küsür blogu (Spor) Blog Lokantası, Hayata Tad Katan Bloglar ve Basketbol Sosu Bol Bloglar olarak 3'e ayırdım ki her 3 farklı konsept ve ağırlıktaki bloglara daha fazla okuyucu gönderebilelim. Blog güncellemeleri yine görülebilmekte. Özeti budur, yoksa blogu konseptiyle falan oynamadık. Blog tutmak ve okumaktan karşılıksız zevk alanlara selam olsun.

25 Ekim 2009 Pazar

Bize Düşen Tebrik Etmek

Maç öncesi olanları, Fenerbahçe'ye yakışmayan adamları, sahaya atılanları, oynadığı takıma kazık atılanları anlatmadan, hepsini bir kenara atarak tebrik ediyorum Fenerbahçe'yi. Tek görmek istediğim benim şu yukarıdaki fotoğrafta gözüken paylaşımın, dostluğun, birbirini kabullenmenin yerleşmesi Türkiye'de. Ama bu kafayla çok zor. Polat'ın tribünde olması da ayrı bir güzellikti. Gerilim olmasın, bugün olduğu gibi iyi oynayan, hak eden kazansın, biz ertesi gün birbirimizi kızdıralım ama hep kucaklaşalım. Tebrikler Fenerbahçe, içinde o formayı hak etmeyenlerini ayırarak.

Judas

Küfür yok, ağır sözler yok, taşkınlık yok, sahaya herhangi bir şey atmak yok. Liverpool seyircisi eski efsane oyuncuları Micheal Owen'ı "Judas" diyerek iğneliyor, ona tepkilerini bir benzetme yaparak gösteriyorlar. Hz. İsa'nın hain havarisidir Judas, dolayısıyla burada Hz. İsa Liverpool ve hain de düşmanla işbirliği yapan Owen. Anlayana güzel dersler bunlar. Tribünde, ekran karşısında, radyo başında ana, avrat, sülale tanımadan düz giden futbolseverlere (!) ders olmasını umut edelim biz de son çare.

Futbola aşık eden adamların protestolarının bile ne kadar usturuplu olduğunu tekrar görünce, üstüne Ferguson'ın yerinden kalkar kalkmaz Benitez'in elini sıkmaya gittiğine şahit olunca bir kez daha kaptırıyorum kendimi futbola, feci halde İngiliz Futbolu'na.

Futbolu Sevme Sebebi

Bu maç futbolu sevmek için bir sebeptir arkadaş. Liverpool - Manchester maçını futboldan anlamayan, hatta sevmeyen birine seyrettirsen aşık olur futbola da, futbolun her şeyine de. Müthiş bir mücadele, çok büyük bir heyecan, anlatılmaz bir seyirci coşkusu ve şovu, harika goller, vazgeçmeyen adamlar ve sonunda muazzam bir diriliş, feci bir yıkılış. İyi ki varsın futbol, seni çok seviyorum!

3 Hollandalı

3 Hollandalı'yı hatırlamayanımız, bilmeyenemiz yoktur. Hem Milli Takımlarını hem de Milan'ı sırtlarında taşıyıp başaıdan başrıya koşan adamlardı bunlar. En ön planda olanı hep Ruud Gullit oldu. Van Basten ağır sakatlıklar geçirse de devamlı gündemde kaldı. En azından adından bahsedileni, diğer ikisinin yanında daha işçi, asker pozisyonunda olanı, manşetlerde adı yer almayanı, hakkında en az haber yapılanı hep Frank Rijkaard oldu.

Futbolu bıraktıktan sonraki teknik adamlık kariyerlerinde ise işler tam tersine döndü. Gullit Chelsea, Feyenoord, Newcastle ve Los Angeles Galaxy'de Chelsea'de kazandığı FA Cup'ı bir kenara koyarsak hiç bir şey yapamadan ayrıldı Teknik adamlık sahnesinden. Marco Van Basten 4 sene Hollanda Milli Takımını çalıştırmış olsa da hep eleştirildi. Sonrasındaki Ajax macerası da hüsranla sona erdi. Hiç bir şey kazanamadan bir kenarda belki de Milan'da sıranın kendisine gelmesini bekliyor. Diğer taraftan Rijkaard ise futbolculuğunun aksine ön plana çıkan, Barcelona ile parlayan, Avrupa'nın zirvesine tırmanan adam oldu. Bugün Galatasaray'ın başarısı için çalışırken arkadaşlarına kıyasla, teknik adamlık kariyerinde en çok başarıyı elde eden, en çok kupa kazanan ve hala çalışan tek adam.

Alışılageldiği üzere her muhteşem futbolcu muhteşem bir teknik adam olmuyor. O resimdeki 2 muhteşem futbolcu 2 vasat teknik adam olabilmiş ve işsizken, diğeri günümüzün adını futbol tarihine yazdırmış ve çalışan teknik adamı.

3 Kasım'da Geliyorlar

Zamanında TRT'de yayınlanan "Ziyaretçiler" adlı bilim-kurgu dizisini sanırım yaşı yetip de hatırlamayan yoktur. 2009 Ziyaretçiler'in geri dönüş senesi olacak. 3 Kasım 2009 Salı akşamı Ziyaretçiler geliyorlar.

Orjinal adı "V" olan dizide Tüm dünyayı barışçıl bir şekilde istila edip aslında barış ve paylaşım için geldiklerini söylüyorlar. Tıbbi ve teknolojik olarak dünya halkına bir çok konuda yardımcı oluyorlar. Hastalar iyileştiriliyor, ileri teknolojileri ile bir çok sorunu çözüyor ziyaretçiler. Hükümetlerle karşılıklı anlaşmalar yapılıyor, dünya gençleri özellikle kendisini "Barış Elçisi" olarak tanıtan Anna'nın etrafında toplanıp ona destek oluyorlar. Ama bir FBI ajanı hem de oğlu Ziyaretçiler'in hayranı ve destekçisi olan Erica Evans uzaylıların asıl amacının barış değil Dünya'yı ele geçirmek olduğunu bir şekilde anlıyor, öğreniyor. Ziyaretçileriyle huzur ve uyum içinde olan dünyanın geri kalanını buna ikna etmek için uğraşmaya başlıyor ve tabii ki insanları inandırmak için çabalıyor.
Dizinin başrolünde Erica Evans'ı canlandıran isim Elizabeth Mitchell, yani Lost'un Juliet'i. Party of Five'tan tanıdığımız Scott Wolf, 4400'ün inatçı dedektifi Joel Gretsch, bir çok aksiyon filminin yardımcı oyuncusu Morris Chestnut gibi isimler de kadroda. Dizinin yaratıcısı ise Scott Peters.


24 Ekim 2009 Cumartesi

Karanlıkta Işık Olmak

Gortat bu sezon Magic'in ışık saçmaya aday adamlarından biri. Gerektiğinde pota altını tek başıma aydınlatırım diyor sanki tam da bu anda. Fotoğrafı çeken Gary W. Green müthiş bir ışık oyunu yaparken sanki bir de mesaj göndermiş.

Fotoğraflar: Orlando Sentinel, Gary W. Green

En Siyah Beyaz

Kendisinden ve savunmasından her ne kadar haz etmiyor olsam da Jason Williams'ın hem hücumu ve topa hükmediş biçimi hem dövmeleri hem de hareketleri onu sanki bir beyazın vücudunda hapsolmuş bir siyah gibi görmeme neden oluyor. Dün geceki Atlanta maçındaki bir çok hareketiyle seyircileri ayağa kaldırmayı başardı yine. Spektaküler ve şova dönük hareketleriyle basketbolun sadece bir oyun olduğunu hatırlatan bir adam Jason Williams. O benim bu parkelerde gördüğüm En siyah beyaz adam.

Fotoğraflar: Orlando Sentinel

Yazık Oldu Bu Dizilere #3

"Traveler" tam izleyenlere haz vermeye başlamış ve ailecek oturulup seyredilecek bir kıvama gelmişken ABC Televizyonun gazabına uğrayan bir başka yazık edilen dizidir.

Jay ve Tyler aynı evde kalan ve birlikte üniversiteye devam eden 2 arkadaştır. Tyler zengin bir babanın şımarık çocuğudur, üniversite hayatı genellikle eğlenmekle ve para harcamakla geçerken, Tyler'ın rahatlığının aksine Jay okulu ve derslerine daha bağlı olan, ekonomik durum pek de iyi olmayan bir ailenin çocuğudur. Diğer ev arkadaşları Will ise sürpriz bir şekilde ortya çıkmış, onlara daha sonra taşınmış bir gençtir. 3 arkadaş bir gün gezmek için New York'a giderler. Orada sırf çılgınlık olsun diyerek bir müzenin içine patenle girip heyecan yaşamk isterler. Will onlara eşlik etmez ve onları dışarıda bekleyeceğini söyler. Gençler içeri patenle girince doğal olarak bir kargaşaya sebep olurlar ve güvenlik peşlerine düşer. Onların tam müzeden kaçmaya çalıştığı sırada müzede bir patlama olur. Dışarıya çıkmayı, kaçmayı başaran Jay ve Tyler bir türlü Will'i bulamazlar. Will ortadan kaybolmuşken patlama öncesi kargaşa yaratan adamlar olarak müze güvenlik kameralarına yakalanan Jay ve Tyler bir anda en çok aranan teröristler olurlar ülke çapında. Başlarına gelen olayın bir komplo olduğundan kuşkulanan ve kaçmaya başlayan gençler Will'le ilgili detayları araştırmaya başlarlar. Will'in yüzünün göründüğü tek bir fotoğrafları bile olmadığını, Will'e ait bildikleri ne varsa aslında bir hikayeden ibaret olduğu ve aslında dünyada Will Traveler diye bir adam var olmadığını öğrendiklerinde ise artık çok geç olmuştur. 2 kafadar bir komploya kurban gitmiştir, üstelik bu komployu kuran kişinin ev arkadaşları Will Traveler diye bildikleri adam olması en kuvvetli ihtimaldir. Bu dakikadan sonra ülke çapında bir kedi fare oyunu başlar. FBI artık Jay ve Tyler'ın peşindedir, onlarsa Traveler'ın.

Böylesi kuvvetli ve sürükleyici bir hikayeye sahip olmasına karşın Traveler adeta kurban edildi. Jay rolünde Tru Calling dizisinden Tru'nun hoşlandığı olay yeri fotoğrafçısı Luc Jonston ve Teksas Katliamı: Başlangıç'taki Eric rollerinden hatırlayabileceğimiz Matthew Bomer, Tyler rolünde 24 ve O.C'de kendine yer bulmuş şu sıralar TNT'nin Dark Blue dizisinde Dean Bendis'i oynayan Logan-Marshall Green ve Will Traveler rolünde X-Men serisinden Pyro rolünden hatırlayacağımız Aaron Stanford oynamaktaydı. Başroldeki 3 isim de rollerini kaldırabilecek ir performans vermişler ve diziye seyirciyi bağlamayı başarmışlardı. Dizinin yaratıcısı ise Eight Below filminin de senaryosunu yazmış olan David DiGilio idi. Bir hayli güzel bir fikir ve senatro ürettiğini söylemek gerek.

Son sözümüz yine yazık oldu. Traveler geliştirebilecek bir hikayeye, potansiyelli bir yapımcı ve oyunculara sahip olduğu, hatta ve hatta çağımızın "The Fugitive"i yani Kaçak'ı olabilecekken ABC tarafından harcandı. Bize ise geçmiş zaman olur ki demek kaldı.

Jericho
Journeyman

James Troisi

Üzerine bu kadar kavgalar edilen, transferi yılan hikayesine dönen, uğrunda ilişkiler zedelenen James Troisi bu muymuş Allah aşkına! Bu sezon Trabzon maçıyla birlikte 7 maçta oynamış, 3'ünde oyundan alınmış, sadece bir 90 dakikayı tamamlayabilmiş, 3 kez de sonradan oyuna dahil olmuş ve nasıl olduysa bir de asist yapmış bu maçlarda İtalyan vatandaşı da olan Avustralyalı yıldız (!) oyuncu. 3. kez bir maçta uzun süreli izleme fırsatı buldum Troisi'yi ve gördüğüm yine düz bir oyuncu oldu. Toplara çok iyi vurduğu, hücum organizasyonlarda çok başarılı oldğu söyleniyor 2 senedir de bir türlü göremedik bunu. Dün gece neredeyse ayağına aldığı her topu ezdi Avustralyalı. Tamam yaşı genç, 88 doğumlu, Newcastele United tecrübesi var belki ama Troisi gibi çok adam var Türkiye'de. Yazık değil mi formasını, yerini kaptığı gençlere. Belki bir TFF 1.Lig takımına koysan katkı yapar ama TSL için gareksiz harcama Troisi. Olembe de o da Kayserispor'a yakışmıyorlar.

Baytar

Daha önce transferini yazdığımızda sabır dilemiştik Trabzonlular'a. Cidden bu adamla işleri çok zor. Gittiği her takımda huzursuzluk çıkardı Baytar. Defalarca kez kadro dışı bırakıldı, hocasıyla tartıştı, arkadaşlarıyla saha içinde kavga etti, rakiple dalaştı. Aman çok yetenekli, şöyle böyle diye şişirildikçe kendini çok büyük futbolcu zannetmeye devam etti. Geçen haftaki GS maçında hiç bir şey oynamadığını, ondan önceki haftalarda hep saman alevi gibi bir parlayıp bir söndüğünü gördük Baytar'ın. Broos'un elinde çok fazla seçenek olmadığı ve Baytar da savunma yapar gibi gösterdiği için kendini hep Alanzinho ya da 2. forvete tercih etti Belçikalı onu.

Ama dün akşam gerçek Baytar'ı bir kez daha gördük, Trabzon adına üzüldük. Broos'un kılıç keskinliğindeki neşterini yerken henüz maçın ilk devresinde yüzünde okuduklarım az sonra patlar bu adama delalet ediyordu. Taraftar da bir türlü ısınamamış Baytar'a belli ki çok ciddi protesto ettiler oyundan çıkarken onu. Kulübeye bile uğramadan soyunma odasına giderken de protestolar devam edince beklediğimiz gibi Baytar çıldırdı ve taraftarı alkışlamaya başladı ama onlara hakaret edercesine. Sonra aldı formasını öptü, sanki ben hepinizden daha çok Trabzonluyum der gibiydi. Öyle bir yüz ifadesi vardı ki sanki aralarına dalsa tekme tokat dövecek bütün taraftarı. Ama Baytar bir dur Allah aşkına. Sen daha kimsin, nesin? Dünkü çocuksun, yeni transfersin bu şehirde. Bu takım için daha ne yaptın ki taraftara posta koyuyorsun. Sen geçip gidersin o formadan ama o taraftar baki kalır. Trabzonspor senin değil onların takımı. Önce taraftarına, şehrine saygıyı öğren ondan sonra öp formanı. Önce takımına katkı ver, kademe atlat ondan sonra tepki gösterecek hakkı bul kendinde!

Trabzonspor seyircisi için sanırım Baytar bitmiştir. Broos da artık onu pek düşünmeyecektir kadroda en azından devre arasına kadar. Bu fırsattır Baytar'a düşünmesi için, sormalı artık kendine "Ben nerede yanlış yapıyorum?" diye. Baytar'lı Trabzonspor'a sabırlar diliyorum.

Fotoğraf: Hürriyet

Kazanan Daima Haklıdır

Orlando Magic sezon öncesi son hazırlık maçında Atlanta Hawks'ı çok farklı yendi. Şutlar çok dengeli paylaşıldı, Howard'a ziyadesiyle top indirildi, muazzam hücum yapıldı. SVG yine şuta dayalı kısa beş tercih etti. Bass yine yedekteydi. Carter çok isabetli, Nelson paylaşımcı, diğerleri takımdı. J-Will'in savunmada hiç olmayışından, takım savunmasının tam anlamıyla oturmamış olmasından daha önce bahsettik bu sefer unutuyorum bunları ve üzerine konuşmuyorum. Kazanan her zaman haklıdır. 8'de 8 en azından eleştirilmemeyi hak eder. Hasarsız ve kusursuz giriyor sezona Magic. Bu görüntü yüzünden sezon öncesi yazımı yazamıyorum. Bu kadar iyi giderken bir takım benim söyleyeceklerim söylenmez, ama söylenmezse de koraklık yapılmış olur. Belki de 2-3 sezon maçı izlemem gerekecek yazmam için. Ne de olsa bunlar hazırlık maçı. Dediğim gibi kazanan her zaman haklıdır ve ben susuyorum şimdilik.