Sayfalar

27 Ağustos 2010 Cuma

Kazakistan-Belçika maçları Türk Milli Takım Kadrosu


KALECİLER:
Hakan Arıkan, Onur Kıvrak, Sinan Bolat

SAVUNMA: Gökhan Gönül, Sabri Sarıoğlu, Ömer Erdoğan, Servet Çetin, İbrahim Toraman, Gökhan Zan, Hakan Balta, İsmail Köybaşı

ORTA SAHA:Hamit Altıntop, Kazım Kazım, Mehmet Aurelio, Selçuk İnan, Selçuk Şahin, Emre Belözoğlu, Nuri şahin, Arda Turan, Özer Hurmacı

FORVET: Tuncay Şanlı, Semih Şentürk, Sercan Yıldırım, Nihat Kahveci, Halil Altıntop

yorum gerek değil mi?

Hakan yerine Cenk'i görmek isterdim! Formayı hak ediyor. Belki de hemen havaya girmesin, öyle iki maçta milli takıma girince oldum sanmasın diye böyle bir tercih yapıldı. Ömer Erdoğan hakettiği formayı giyecek üstüne. Servet'e partner olacak gibi gözüküyor. Gökhan Zan neye göre takıma alındı ben anlamadım. Gökhan Gönül sakat değil miydi? Selçuk İnan'ın yanında Ceyhun Gülselam'ı da görebilseydik keşke Mehmet Aurelio yerine. Bu adamdaki ısrar nedendir bilemedim! Türk olurken Milli Takım'da oynama garantisi mi istemiş?? Halil ne yapıyor tam bilmiyorum ama iyidir. Ben Mevlüt'ü de aradım bu kadroda.

Fena değiliz. Belçika ile görülecek bir hesabımız var. Takımdaki oyuncular ne kadar kulüplerinde formsuz olsalar da birlikte farklı oynuyorlar. Çünkü hepsi üst düzey oyuncular. Mesela Arda'nın yanında Mustafa Sarp değil de Emre, Hamit olacak. Servet sahaya hocasının güveniyle çıkacak. 2'de 2 yaparsak da, 2 puan alırsak da şaşırmam. Şaşırmamaya alışmak ne kadar donuk bir hayat yaşatıyor biliyor musunuz?

„Napıisiniz lan Devrimciler?“

İstanbul’un büyük takımlarının da aynı anda puan alamadığı bir haftayı geride bıraktık. Geçen haftaya nazaran 2 gol daha fazla (18 gol) atıldı. Bu istikrarla gidersek 34. Haftadaki haftalık gol sayısı 82 olacak! Tabi ki bu pek mümkün değil. Çünkü geçen hafta 9, bu hafta 8 takım gol atamadı.

Haftanın açılışında Ziya Doğan’ın Ayman’sız Konya’sı Eskişehirspor defansının yardımıyla sezonun şimdiye kadarki en hızlı golünü attı. Beraberlik sayısını Pele’nin golü ile bulan Eskişehir özellikle yaşı yetenlerde 1970 Dünya Kupası etkisi yaratmış olabilir. Zira turnuvanın yıldızlarındandı hakiki Pele! Ama Eskişehir kapanan Konya karşısında o yılki Brezilya kadar iyi bir futbol oynayamadı ve Adnan’ın golüyle Konya’ya boyun eğdi. Bu arada geçen hafta Ayman’ı gören oldu mu diye sormuştum. Mısırlı futbolcu Ziya Doğan’ın manevi oğlu söylemlerinden rahatsız olup kendi hesabına yatırılan transfer taksidini de kulübe geri yatırıp Mısır Ligi’nin El-Zamalek’in yolunu tutmuş. Gururlu topçu Ayman. Günün ikinci maçında Kayserispor tek kurşunla yıktı Karabük’ü. 4 yıldır iki gol kralıyla birlikte sarı-kırmızılı takımın hücum gücünü oluşturan Cangele 2’de 2 yaparak artık sıranın kendisinde olduğunun mesajını verdi.


Sen İstanbul’sun! Büyük düşün!

Transfer şampiyonu Beşiktaş kağıt üzerinde favori çıktığı maçta kağıt üzerinde favori olarak kaldı. Guti’nin 11’de başlamadığı maçta Necip’in de olmaması şaşırtırken, ilk 11’de başlayan Delgado’nun maçın ertesi günü takımdan gönderilmesini Arjantinli’nin mağlubiyetin günah keçisi ilan edilmesi olarak mı yorumlamalı yoksa yaz başından beri transfer dersi veren Beşiktaş yönetiminin kendini tekzip etmesi olarak mı? İstanbul Büyükşehir Belediyespor geçen hafta alınan mağlubiyetin kaza olduğunu, uzmanlık alanlarının büyük takımlar olduğunu bir daha hatırlattı. Ne diyor takımın „büyük ağbileri“: Sen İstanbul’sun. Büyük düşün! Bu arada Beşiktaş’ın 3 kalecisinin de ceza sahası dışında topla oynamayı çok seven ekolden olması bilinçli bir seçim mi, yoksa Rüştü’den mi bulaşıcı araştırmak gerek. Geçen haftanın iki şok sonucunda imzası olan Antalyaspor ve Sıvasspor birer golle haftayı kapattı. Gençlerbirliği ve Gaziantepsor’un bu hafta lig tablosunda arttırabildikleri tek verileri beraberlik sayıları oldu. Tolunay Kafkas’ın Kayseri’deki ikinci sezonunda takımın ligde toplam 38 gol atabilmişti. Aynı senaryo Antep’te tekrarlanır mı göreceğiz.


Geçen yıl Ali Sami Yen’de aldıkları beraberlikle şampiyonluğun gideceğini hissettiklerini söyleyen Bursalılar, geçen yıl son dakikada kazandıkları şampiyonluğun ne kadar hakedlimiş bir unvan olduğunu kanıtladı. Galatasaray hızlı başlasa da gole ulaşamayınca Ergic’in iki golü sorunlu Galatasaray’a „marksist darbe“yi indirdi. Zira Ergic, yeşil sahada görülebilecek ender solcu entellüktellerden. Ligimizin doğu bloku (Takımdaki 9 yabancının 7’si Çek Cumhuriyeti, Polonya ve Slovakya’dan) ekolünün önemli temsilcilerinden Ankaragücü düşmeye en yakın olarak gördüğüm Manisaspor deplasmanında 3 golle galip gelerek haftanın gollü maçlarından birine imza attı. Ankara temsilcisinin ikinci golünü atan Özgür Çek Fenerbahçe altyapısının mahsulüdür. Aziz Yıldırım arada bir kendi bahçesindeki yeteneklerle ilgilense fena olmayacak.

Mahalle Futbolu

Haftanın son gününde maçlar öncesi Kasımpaşa Ömer Hayyam sokaktaki evimdeydim. Davul seslerini duyana kadar nerede olduğumun çok da farkında değilmişim. Davul sesleri ramazan nedeniyle değil, Kasımpaşaspor’un 1 saat sonra oynayacağı Bucaspor maçından ötürü mahalleyi inletiyordu. 10 dakikalığına süren tezahüratlar bana futbolun güzelliğini ve semt futbolu kültürünün ne demek olduğunu hatırlattı bir kez daha. Trabzonspor’un Fenerbahçe’yle oynadığı maçı izlediğim Taksim’deki bardan dönüştede aynı coşku Kasımpaşa’da devam ediyordu. Skoru kahvedekilere sorduğumda golsüz beraberlik cevabını aldım. Bu sonuca sevinebilmenin ve mahalleyi inletmenin tek anlamı koşulsuz semt yandaşlığı olmalı diye düşündürdü beni. Koşulsuz olmaya devam eder bu sevgi umarım.

Haftanın hem en gollü, hem de en heyecanlı mücadelesi Avni Aker’deydi. Her türlü rovanşı içeren mücadelenin galibi futbolseverlerdi! Gol açısından bu kısır haftanın yükünü çeken maçta iki takımın ikinci yarıda oyundan düşen orta sahaları her şeye rağmen futbol olarak daha çok şey öğrenmemiz gerektiğini gösterdi. Semih’in, Alex’le nöbeti değiştirmeleri haftanın ilginç olaylarındandı. Yattara’nın muhteşem dönüşü ileriki haftalar için ağzımızı sulandırdı. İlk yarıda atılan 5 gole ikinci yarı en az 2 gol daha eklenir beklentimizi Teofilo ve Yattara’nın mutlak gol pozisyonlarında yaptığı rehavet esanslı vuruş hataları boşa çıkardı.


Trabzonspor, Bursaspor ve Kayserispor 2’de 2 yaparak ligin zirvesine oturdu. Yılmaz Erdoğan’ın Vizontele fimlerinde ruh verdiği Deli Emin şu lig tablosuna baksa üsttekilere „Napiisiniz lan Devrimciler?“ diye sorardı muhakkak. Bundan da önemlisi aynı soruyu yıllarca Avrupa’da göğsümüzü kabartan Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş yönetimleri de bir an evvel kendilerine „Napıyor bu devrimciler“ sorusunu sorarsa iyi ederler.

volkanbk3

Çok-düze!

konuya nereden başlayacağımı bilemezken bir dosttan tivit geldi. "barış özbek+mustafa sarp + serdar özkan + hakan balta + ayhan akman + servet çetin + sabri sarıoğlu + ali turan + gökhan zan.. akıl? fikir?" yazıyordu... Ortada takım yokken kişilerden gitmek ne kadar doğru olur bunu deneyeceğim. Bakalım doğru olacak mı?

Barış Özbek: Feldkamp döneminin yıldızıydı. Bense kendisinden çok şey bekliyordum. Çünkü koşmayan Lincoln'ün arkasını toplayarak, arada bir de gol atarak gelişime açık bir gençti. Belki de iyi olduğuna dair bir yanılgıya düştük o dönemdeki performansıyla. Şimdi bir adım ileriye atamadığına şahit oluyoruz. Keita karın boşluğuna dirsek yediği pozisyon sonrası kıvrandığı için "G.Saray'a yakışmayan bir hareketti" diyerek satışını haklı çıkarmaya çalışan Adnan Polat'a geçen yıl Sıvas maçında hala şampiyonluk şansımız varken takımını yalnız bırakan Barış Özbek'in neden bu takımda kaldığını sorarım...


Mustafa Sarp: Geldiği gün yazdım bu adamın ne işi var bu takımda diye.Her maç sonrasında da ne kadar işe yaramaz bir oyuncu olduğunu yazdım durdum. Alın terine saygı duyuyorum. Bu konuda ekmeğine çıkarmak için yaptığı işe bir şey dediğim yok ama lütfen ekmeğini Galatasaray'dan çıkarma. Anadolu'da tonla kulüp var. Bank Asya'nın senin gibi yıldızlara ihtiyacı var. Galatasaray'da senin yerin nasıl oluyor ben anlam veremiyorum. Ve ne yazık ki geldiği günden beri en çok didinen kendine bir şeyler katmaya çalışan tek oyuncunun Mustafa Sarp olması beni daha da üzüyor. Takımın vahametini gözler önüne seriyor.

Serdar Özkan: Beşiktaş'ın en sevilmeyen oyuncusuydu. Yeteneklerinden şüphem yok. Fakat takıma ve sisteme alışması lazım. Bunun için de zaman lazım. Ancak sakatların çokluğu buna imkan vermedi. Bu kadar sakat olmasa ilk 11 olmazdı. Zamana ihtiyacı var. Ama zamana tahammülümüz de yok. Beklemek lazım iyi olacak.

Ayhan Akman: Artık yedek oturması gereken inatla oturtulmayan, ne yaptığı belli olmayan sürekli yana oynayan, sadece dün bir şeyler yapmaya çalışan ama çokça başarısız olan 33 yaşına gelmiş atsan atılmaz, satsan satılmaz bir adam oldu. Bir de takım kaptanı ne yazık ki. Uzun zamandır bu kadar sevilmeyen başka bir oyuncu var mı?


Servet Çetin: Rijkaard açıkça ben bu adama güvenmiyorum dedi. O günden beridir Milli Takımın vazgeçilmez yıldızı gözlerimizin önünde düşüyor. Piyasası da bitiyor. O da kendisine ödenebilecek en yüksek bedel 8 milyon Euro'yu bir daha göremeyecek. Bir teknik direktörün yapacağı en büyük hata açık ve seçik olarak ona güvenmediğini söylemektir. Profesyonel bir oyuncunun da duygusal olmasıdır bu en büyük hata! Güvenmek lazım bu adama. Güvenildiğinde Gerets döneminde neler yapabildiğine herkes şahit oldu! Sorunu güven eksikliği...

Sabri Sarıoğlu: An itibariyle en çok aranan oyuncu. Sevilmeyenler listesinde de üstlerde yer alıyor ama artık eski Sabri yok! Tekerrürü sadece kötü ortaları. O beğenmediğimiz ortalarıyla Anfield'da Ümit Karan'la bizi coşturmuştu! Harika ters kademe almaya başladı. Hızlı ve sürekli atağa çıkıp takımı ileride tutan adamdı. Olmayınca ileride tutan olmuyor takımı. Dönsün o zaman görüşelim...

Ali Turan: Bu adam stoper. O yüzden bu kadar düz. Kayseri'de sağ bek oynamışmış. Galatasaray'da oynayamazsın. Galatasaray'da telafisi olmayan maçlar oynuyorsun. Puan kaybettiğin anda şampiyonluk mücadelesinden geri düşüyorsun. Kayseri'de öyle mi? Değil. Kayseri'de tahammül edilebilen durum Galatasaray'da tahammül edilemez bir hal alır böylece. Stoperde oynasın daha kötüsü olmaz orası da ayrı.

Gökhan Zan: Sürekli sakat olacağı sürekli sakat olmasından belli olan bu oyuncunun neden alındığına anlam vermek ne kadar güç biliyor musunuz? Bugüne dek oynadığı maç sayısı kaç? 10-20? Milli Takım'da zorunluluktan oynuyordu. Şimdi yerine kimi koyarız onu da bilmek zor tabi. Gelmeseydi hiç bir şey değişmezdi dedilerimizden!


Hakan Balta: Şansal Büyüka'nın en sevdiği oyunculardan. "Erman Hocam, bu Hakan Balta için ne diyorsun? Ben çok beğeniyorum. Adamın hep belli bir çizgisi var. 10 üzerinden 6'dan aşağı düşmez 7'den yukarı çıkmaz. " Formda olduğu dönemde aynı lafın altına kim imza atmaz? En güvendiğimiz adam bu değil miydi ya?? İki Karpaty maçında da formsuzluğu, disiplinsizliği turu kaybettirdi. Tüm turu ona mal etmek yanlış. Onun kenarından geldi diyelim iki gol de. Formda olsa geçit verir miydi? Vermezdi!! Bu adamın kesinlikle evde bir yerde özel yaşamında sorunları var bu aralar. Yoksa yukarıda saydıklarımın arasında en güvendiğim en beğendiğim adamdır! Düzel artık!

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Sivasspor - Galatasaray maçının taktiksel tartışması

Evde LigTV'im yok. Bar veya kahvehane köşelerinde izliyorum maçı. Vay arkadaş ne hallere düştük! 5 dakika rötarlı girdim bara. Girer girmez de golü bulduk. Şaşırtacak yine bizi bu takım dengesizliğiyle diye düşünürken baktım ki golü Mustafa Sarp atmış, kredisine kredi katmış. İyi de bu durum Galatasaray'ın forvetsizliğin dibine gösteriyor. Tekrar tekrar izledikçe maçı, Arda orta yapmaya hazırlanırken içeri kat eden sadece Mustafa Sarp'ın olması eksikliğimizin ve bu takımın kaderinin kimlerin elinde olduğunun göstergesi. Golün tekrarında ise görüyoruz ki defanstan çıkan uzun top orta sahamızın pozisyon yaratmadaki zaafını kanıtlıyor.
Golden sonra geri çekiliyor Galatasaray. Klasik bir skoru koruyamama konçertosu izlemeye hazır hale getiriyorlar bizi. Mehmet Yıldız ayağına aldığı topla birlikte sağdan ortaya çapraz bir şekilde kat ederken Galatasaray'ın 3 oyuncusuna çalım atıyor, defansın dengesini bozuyor ve solda boşa kaçan Ceyhun'u görüyor. Ceyhun'uın şutuna Ali Turan ayak sokamasa, Aykut o topu çıkarabilir miydi sorusu muallaka gömülüyor... Yine de gösterdiği refklesi alkışlarım.

Orta saha ilk yarının sonlarına doğru düşmeye başlıyor. Bir pozisyonda bakıyorum ki zaten Ayhan'ın baskı yaptığı adama Mustafa da baskı yapmaya başlıyor ve tek pasla ikisini birden düşürüyor oyundan Zita ve yoluna devam ediyor Mustafa arkasından bakarken... Takım savunmasına noldu ben anlamadım. 40. dakikada kesildi mi Mustafa Sarp o cüssesine karşın!? Galatasaray'ın yediği golde verilen faul Sivasspor'un aleyhine olmalıydı ve bu çok açık bir gerçek. Ancak varsayalım ki Neill gerçekten Mehmet Yıldız'a faul yapmış ve Sivasspor yandan korner gibi bir duran top kullansın. 1.'si orada adama faul yapılmaz, tehlike yaratır. 2.'si yan topta adam öyle savunulmaz Ali Turan. Lensim olmadığı için uzaktaki televizyonda ben golü kendi kalemize attık sandım. Zita öyle güzel uçamadı o topa kafa vurmak için...
Sezonun ilk verilmeyen penaltısının mağduru: CimBom

İlk devre biterken Kadir'in Emre Çolak'ı ceza sahası içerisinde düşürmesi de penaltıdır! Dün gece Erman Toroğlu ve Ahmet Çakar bunu Kanaltürk'te tartıştı. Ahmet Çakar, "Top nereye giderse gitsin ceza sahası içerisinde Kadir Emre'nin bacağını baldırından başlayıp kıskaca alıyor oyuncuyu yere düşürüyor. Açık penaltı!" dedi. Erman Toroğlu'da "Top 80 metre ileri gitmiş Emre'nin topla alakası yok. Penaltı değil!" diye tutturdu. Ama o da farkında ki bu dayanağı olan bir tez değil. Korner atılırken atak yapan takımdan topla alakasız bir oyuncu yere düşürüldüğünde penaltı veriliyorsa Emre'nin düşürülmesi de penaltıdır... Yorum ve hakem hatasıdır dün gece yaşanan...

İkinci devre tamamen oyundan koptu Galatasaray. Orta saha kurgusu kalmadı, direnci ise ancak stat ışıklandırmalarında görebiliyorduk! Sivas'ın hakkını yemeyelim ama onların direnmeye ihtiyacı yoktu çünkü onlarla savaşan bir orta saha yoktu. Ceyhun'un çatır, çutur iki kişiyi üslubuyla devire devire geçip düşerken verdiği gol pası İngiltere Premier Lig'inden alıntı bir sahne gibi. Aykut'un yapabileceği bir şey yok. Kaleciyle karşı karşıya kalan bir çok oyuncu atabilirdi o golü... Golle direnci düşen Galatasaray orta sahası iyice çekiyor beyaz bayrağı. Takım tertibi 4-2-4'e dönünce defanstan atılan uzun toplarla takımın boyu uzatılıyor ve rakip defansın attığı hiç bir top ele geçirilemeyince oyun anlamsızlaşıyor. İlerleyen dakikalarda Mehmet Nas'ın kendi yarı alanından bir deparı var ki kimse de dönüp "Hop kardeşim nereye gidiyorsun" demiyor. O da "Mehmet Yıldız diye bir arkadaş vardı ona bir pas atıp gidicem" diyip pasını boş pozisyondaki Yıldız'a iletiyor. Golle buluşamıyor Sivas o ayrı. Bir de Ceyhun'un son dakikalarda kaçırdığı var, o da gol olsa 4-1'di skor...
Misimovic (?), Elano, Pino, Serdar Özkan, Baros, Sabri, Aydın yoktu bu takımda ama bu orta sahasızlıkla nereye kadar devam edilir bilemiyorum. Faruk Süren sağolsun Aslantepe'de Hagi, Hakan Şükür, Bülent Korkmaz, Taffarel, Popescu, vs. gibilerini izleyemedik. Adnan Polat'ın bu gayretleriyle Mustafa Sarp'ı, Ayhan'ı, Barış'ı izlemeye gelir miyiz o stada onu da sanmıyorum. Adnan Sezgin Avrupa turundan koluna dirençli ve futbolu bilen! iki orta saha oyuncusu takıp gelmezse uçak biletini en yakın tatil beldesine alsın...

maçın kısa özeti(video)

sevgiler volkanbk3

Takım içi rekabet lazım

Eğer bir takımın içinde bir poziyon için rekabet yoksa, o poziyondaki oyuncu ne kadar kötü oynarsa oynasın haftaya yine ilk 11'de oynarsa o takımın hali içler acısından daha vahimdir. Sivas maçında ikinci devre Ayhan, Mustafa ve Cana neredeydi ben hiç göremedim! Sayelerinde Ceyhun ve Mehmet Nas yıldızlaştı.

Adnan Sezgin'in futbolculuğunu bilmiyorum ama çok iyi bir kariyere ve yeteneğe sahip değildi galiba. Bence Mustafa Sarp'ta kendisini görüyor galiba. Bu yüzden almış olmalı. Ve inatla ihtiyacımız olan bir Ernst, Özer Hurmacı tipinde bir oyuncuyken inatla 10 numara diye tutturmak neden! Bizim 10 numaramız var zaten hem de 3 tane!!! Üçü de kendi Ulusal takımlarının vazgeçilmezi. Arda, Kewell ve Elano!! (Dunga dönemi için böyle...)

Bu takıma Misimovic, Baptista, Ronaldinho falan lazım değil!! Bize Anatoly Tymoschuk, Ladesma, Michael Bradley, Anthony Annan, Jermaine Jones, Clint Dempsey, Fellaini, Jermaine Jenas (daha da sayarım) gibi oyuncular lazım! Ben artık bıktım Ayhan'dan, Mustafa'dan, Barış'tan ve bunların yerine koyacak kimsenin olmamasından!!

Rijkaard, Karpaty Lviv maçında da bu orta sahayla oynayacaksa Ayhan'ın,Mustafa'nın,Cana'nın, Barış'ın kafasından geçenler "Ne kadar kötü oynarsam oynayayım bu takımda yerim garanti nasılsa" olmaya devam edecekse bu lig bitmez!! Rijkaard Karpaty maçında ya Sivas maçındaki ortasahadan birilerini kesip Cumhur,Musa,Caner gibi genç oyuncuları oynatıp oyuncularına gerekli mesajı verecek, ya da bu orta sahada ısrar edip kendi ipini çekecek.

Bu arada Pino, Serdar Özkan, Aydın, Baros sakat olmasaydı bunları konuşmazdık diyenlere: Futbol bu. Sakatlığı var, cezalı olma durumu var, vesaire. Böyle durumlarda bu adamlar bu oyununa devam edecekse hazırlayın formamı oyuna giriyorum...
sevgiler volkanbk3

8 Ağustos 2010 Pazar

Burada tek A-dam var!

7 Ağustos'ta Sabah Gazetesi'nin haberi

kaptanları Alex ve Emre'yi çok sert biçimde uyaran Yıldırım, "Zico'yu istemediniz gönderdim, Aragones'i istemediniz gönderdim. Fransa gol kralı 1.4 milyon avroya oynarken siz burada 3 milyondan aşağı oynamıyorsunuz" dediği ve konuşamsı sırasından yumruğunu masaya vurduğu ve kapıları tekmelediği belirtildi.
Aziz Yıldırım'ın bu futbolculara ayrıca; "Adam gibi oynamayacaksanız Galatasaray dâhil istediğiniz takıma gidebilirsiz. 2 sene sonra borçları bitirip bırakacağım görevi bu sürede şampiyonluk istiyorum" dediği öğrenildi.

Yıldırım'ın sinirinden nasibini alan isimlerden birisi deLugano oldu. Başkan, Lugano'ya; "Kafa karıştırma. İstiyorsan gidebilirsin. Kalacaksan da adam gibi kal ve yürekten oyna. Gitmek istersen seni tutmayız" dedi.--
8 Ağustos'ta Habertürk Gazetesi'nin haberi

--Alex de Souza’nın 6 sezonluk F.Bahçe macerası bitiyor mu?

Şu anda Sarı-Lacivertli camia bu sorunun yanıtını arıyor. Önceki gün Aykut Kocaman’ın raporu sonrasında başkan Aziz Yıldırım’ın Brezilyalı yıldızı ve arkadaşlarını kulübe kadar çağırıp fırçalaması iplerin kopmasına neden oldu. Alex’in Fenerbahçe’yi kafasında bitirdiği, ayrılmasının an meselesi olduğu ve bunun için de yönetime, “Alacaklarımdan feragat edeyim. Bu sıkıntıyı kaldıramam. Bırakın ülkeme döneyim” dediği öğrenildi.

YÖNETİM ‘KAL’ DEMEYECEK
Bir anda yaşanan bu şok gelişmelerin ardından başkan Aziz Yıldırım ve yöneticilerde sessiz bir bekleyiş başladı. Özellikle Alex’in yaşanan bu gerilim sonrasında Fenerbahçe ile yollarını ayırma aşamasında olması sonrasında neler olacağı merak konusu.

Ancak Sarı-Lacivertli yönetimin Brezilyalı yıldızın ayrılma isteği karşısında sürpriz bir şekilde “Kal” demeyeceği öğrenildi. Başkan Aziz Yıldırım ve kurmaylarının kaptan Alex ile yolları ayırma konusunda fikir birliğine vardığı belirtildi.---
-----------------------------------------------
Diyor ki Aziz Yıldırım,"Alex, falan tanımam! Bu takımın her şeyi benim! Ya benim dediğim olur ya da gidersin!" Yıldırım baktı ki takım içinde ipler Alex'in eline geçmiş, iktidar el değiştirmiş, hemen el koymuş. Aslında ve zaten kendisi vermiş o ipleri "Zico'yu istemediniz gönderdim" cümlesinden anladığımızca... Alex suyunu çıkarmasın, kendini bir şey sanmasın diye fırçayı kaymış! Gözü dönmüş ve Aziz Yıldırım, çokça kez koltuğunu sağlama alan Alex'i bir anda silmeye hazır konuma gelmiş... Diyor ki burada tek A-dam var. O da A-Z-İ-Z... Alex falan değil. Basarım parayı yeni Alex'ler alırım kafasında Aziz Yıldırım. Yaşasın Totaliter rejim! Fenerbahçe taraftarı, pardon taraftar da kalmadı ki bu takımda... Fenerbahçe seyircisi siz uyuyun daha olur mu?
He bu arada Emre de fırçayı yemiş... ""Adam gibi oynamayacaksanız Galatasaray dâhil istediğiniz takıma gidebilirsiz." lafı gelmiş Emre'ye... Emre'nin adam gibi oynadığı dönem Galatasaray'da oynadığı yıllardı... Hatırlatayım...

Oyun daha süperdi!

Lig öncesi hep bir Fenerbahçe,Galatasaray,Beşiktaş kupa maçı oynardı. Alışmıştık bu rutine. Hele bir şu kupa gelsin de görelim isterdik takımlarımızın son durumunu. Bu sefer üçü de yoktu. Bursaspor ve Trabzonspor karşılaşıyordu kupa finalinde ama nedense ve yine İstanbul'da! Aslında Bursa'nın yakın olması ve Trabzonlu'ların da İstanbul'da çok bulunmuş olması yeterli bir nedendi stadın dolması için ancak yine 26bin biletli kişi izlemiş maçı. Madem 26bin kişi izleyecek ve maçı Eskişehir'e, Kayseri'ye... Oralar da ancak o kadar dolardı zaten en azından bir heyecan yaşarlardı, bir arzu dolardı takımların içine seneye de biz burada olmalıyız gibisinden...
Maçın temposu harikaydı. Lig kıvamına gelmiş iki takım da. Biraz daha zamanla tam performanslarını yakalarlar. Biz de zevkle izlerik artık 9 maçı da canlı canlı! Şu açık ki Trabzon gerçekten çok daha iyi bir oyun sergiledi dün. Tek pas ve set oyununu iyi çalışmışlar. Alanzinho yerini bulmuş ama Burak Yılmaz hala ne yaptığını anlayamadıklarımdan. Fizik, hız her bir şey var biraz da teknik ama kafa yok. Ya da var da kendine saklıyor, evde çıkarıyor o kafayı dışarı. Halbuki gösterse ya bize de... Bursaspor da dikine hızlı ileri yönelmek işini iyi çalışmış. Orta sahada kaptıkları toplarda çoğu zaman gerçekleştirebildiler bu işlemi ancak bu şekilde ceza sahası içine girebilmeyi beceremediler. Kanatları kullanmayı unutmuş gibiydiler. Halbuki Beşiktaş maçında kanatlardan gelmişti gollerden en azından biri. Ve Galatasaray maçında da aynı yöntemi kullanmışlardı. Hüseyin'in olmayışı, Batalla'nın fiziken cılız kalması Timsah'ın gövdesini hafif bıraktı.
Trabzon'da Ceyhun sürekli kaleyi yokladı. İkinci yarı da buradan geldi gol. Top Ivankov'dan sekti ve Teofilo da iyi bir takipçi olduğunu gösterip topu kaleye gönderdi. Halbuki top JABULANİ bile değildi!!! Nasıl oldu da böyle bir gol izledik ben anlamadım! Hemen ardından ikinci golün üstelik 61. dakika şovuyla gelmesi sarsılmış Bursa'yı yıktı. Selçuk'un arapası harikaydı da Teofilo'nun vuruşu çok daha harikaydı! Adrian Ilie geldi, vurdu, gitti sanki! Bursa iyice çöktü. "Son şampiyonum ama forma reklamım bile yok!! Saldır anasını satayım" ruhuyla oyuna tutunmaya çalıştı. Olduramadı. Defansın bile gol düşüncesine kitlenmesi savunma aklını geri plana itince kendi ceza sahasında bile 4 kişi bir Teofilo'ya mukayıt ol(a)madı! O da direkte bekleyen Bursalı'nın ofsaytı bozmasını görüp altıpasta önüne gelen topu gönderiverdi kaleye... Jaja'nın gelişi Teofilo'yu fişekledi heralde ki böyle bir performans ortaya koydu. Yoksa daha 1 ay evvel ben gideyim demiyor muydu bu çocuk??
Tek anlayamadığım Turgay'ın, Sercan'a tercih edilmesiydi. Eğer maçı rakip sahaya yıkamayacağın bir maçsa Turgay'ın oynaması çok da anlamlı değil. Ne Sercan kadar hızlı, ne de teknik... İleride bu yüzden üretici olamadı Bursa, oysa SErcan neler yapmıştı son Galatasaray maçında!

Karpaty deyince akla…

Ne zaman uçakla balkanların üzerinde geçsem her sıradağ benim için Karpatlardır! Onun maradona'sı* da Hagi'dir! Böyle bir etki işte Hagi'nin bıraktığı. Şimdi ne alaka ki Hagi'yle... Eh Avrupa ön elemesindeki rakibimizin adı malumunuz Karpat içeriyor. Karpat-y Lviv'in de rakibi Galatasaray'ın efsanesi Hagi... Tam daha fazla bağlamayın onu-buna-seni-bana... Ne diyo abi* "Bağlanmayacaksın!"

Eskiden USSR kupası kazanmış, o dönem iyiymiş falan bunlar hikaye... USSR'mi kaldı! Eskiden bir Borussia Mönchengladbach vardı bildin mi gibi bir durum oluyor bu mazi hikayeler. Bakıyorum ki takım 1991'den itibaren bugünkü halini almış. O zamandan beri naptığına bakalım. 1993 ve 1999'da Ukrayna Kupası'nda finale çıkmış, eli boş dönmüş. Bir de Ukrayna 1. Ligi'ni ikinci bitirmiş 2005-06'da. (wiki kafamı karıştırdı ama son karar budur.) Ligin kalburüstü bir ekibi oluvermiş Ukrayna Premier Ligi'nde...

Özünde herhangi bir takım görüntüsünde.Tek artısı altyapı sistemi. Önemli topçular yetiştirmiş. Öyle ki 10 Milyon Euro'ya 1 yıllığına kiraladı Barcelona Chygrynskiy'i! Kadrolarında bir kaç Chygrynskiy, bir kaç Oleh Luzhny varsa ve biz bilmiyorsak Beşiktaş'ın Metalist kazasına uğrayabiliriz. Ama ben Galatasaray'a güveniyorum. Sami Yen'de bitiririz işi, Ukrayna'ya da Cem Yılmaz, Rıdvan Dilmen hep beraber "takımı desteklemeye" gideriz(!!!)...

Mağlup ama Hevesli Sırp Gençler*

Sami Yen'deki maç hakkında söyleyecek bir şey yok. Çünkü benzer senaryoyu Sırbistan'da da izledik. O yüzden iki kere tekrar etmeye gerek yok aynı şeyleri. Galatasaray, maça hep iyi başlıyor. Maçı ilk dakikalarda koparmak için vargücüyle mücadele edip skoru lehine çevirme arzusu mükemmel bu takımın. Skibbe'den beri de böyle zaten. İlk yarı maç kopar Cimbom keyfine bakar. Rijkaard'la da çok bir değişiklik olmadı bu durumda. Tek değişiklik yaşanan o rehavet! Zaten geçen yıl yaşanan tüm puan kayıpları ve kaçırılan şampiyonluğa bu neden olmamış mıydı?
Eski zamanları hatırlattı Sırbistan'da bulduğumuz ilk gol. Ön direğe gelen ortayı Suat Kaya arkaya sektirir arka direkte de Galatasaray'a gelen en verimli sağ beklerden Capone topu sadece itiklerdi çizgiden içeri... Bu sefer de Mustafa Sarp arka direğe doğru kurtardı kendini. Ve boş kaleye itikledi topu. Oyun zekası olarak harika bir hamle geldi Sarp'tan, rakip defanstan da müthiş bir defansif boşvermişlik izledik. Böylece yine maçın ilk dakikalarında skor olarak rahatlık ve moral gelmiş oldu. Bu moral takımın orta sahasına olumlu yansıdı özellikle Mustafa Sarp'a... İkinci gol öncesi yaptığı presle kaptığı topu anında Kewell'a aktarması ancak ve ancak Xavi tadında bir oyuncunun yapabileceği bir hamle idi. Şaşırdım. İlk defa Mustafa Sarp'ı bu kadar övdüğümü görmüş oldunuz böylece. Ancak Belgrad maçında övebiliriz kendisi. Hele bir muhtemel Porto veya Palermo maçları gelsin o zaman da övebilecek miyiz göreceğiz...

Buraya kadar her şey güzelken nedense topu da oyunun kontrolünü de rakibe bıraktık. Belki Rijkaard takıma öndeyken skoru korumayı öğretme çabası içinde ama yanlış bir düşünceyle... Zira Milli Takımı skoru koruyamama konusunda zirve yapmış ülkenin çocuklarıyız biz. Topu rakibe bırakırsak illa ki bir gol yeriz, skoru zora sokar, gereksiz heyecan yaparız. Ya "savaştık kazadık" zafer manşetleri atılmasına ya da son dakkada İlker Yasin'e "olmadı çocuklar" dedirtiriz. Az kalsın ilk yarıyı yapmayın çocuklar klişesiyle kapatıyorduk ki Aykut'un plonjonik refleksleri (yeni uydurdum) İlker Yasin'e malzeme vermedi. (maçı o sunmadı ama öylesine hoşça bir takılma işte...)
Taçtan gol pozisyonuna girerek bir ilke imza attık ikinci devrede. Penaltı hakkıyla kazanıldı. Kewell da takımın penaltıcısı ve ilerideki son adamı olarak bitiriciliğini konuşturdu. Kalecinin eline çarpması neyi değiştirir gol goldür... Skor 3-1'e gelince, rakip de 10 kişi kalınca gereği görüldü ve iki gol daha atıldı. Pino'nun arapası ve Mehmet Batdal'ın golü takım içi morallerin artmasını ve uyumun da yükselen bir grafikte olduğunu gösterdi. Fakat yine "o" rehavet rakibe bir çok kez kaleyi yoklamasına neden oldu. Direkten şutu unutmam bu maç için. Bir de Prekazi'nin yorumlarını. Senin Türkçe'ni yirim ben be ya Prekazi'm: "Ben 'er zaman söylerim. İyi orta yarım goldür!"
*Tam adı Omladinski Fudbalski Klub Beograd kısaca OFK Beograd dediğimiz kulübün tam adının Türkçe manası ise Gençler Futbol Kulübü Belgrad demek-mişşş...

5 Ağustos 2010 Perşembe

Alma Adnan'ın ahını çıkar Kocaman, Kocaman...

Her ne zaman bir Türk takımı Avrupa Kupaları'ndan elense içim bir burkulur. Fenerbahçe elendiyse yaşadığım burukluğun içinde biraz da sevinç barınır. Çünkü tek adam sistemi "bir kez daha" çökmüştür. Sonra gerçeklere bakarım. O takımın elenmeyi hak edip etmediğine bir bakarım. Maçlarını izlediysem oyunlarına bakarım. Bir önceki sezon bittikten sonra neler yaşadıklarına bakarım ki neden ilk resmi maçta böyle döküldüklerini gerçekçi bi bakışla anlayabileyim...

Fenerbahçe şampiyonluk yoksa gidersin geleneğini sürdürdü ve Christoph Daum ile yollarını ayırmayı kafasına koydu Trabzonspor maçından sonra. Fakat bu durum ne kadar sürdü? 15 Mayıs'ta "şampiyon olamadıklarını" fark ettikleri 2 dakikalık şaşkınlığın ardından alınan karar 25 Haziran'da sonuçlanabildi ancak. Yani Fenerbahçe yönetimi ve takımı 40 gün böyle kaybetti. Aykut Kocaman'ın teknik direktörlüğe başlama tarihi de 9 Temmuz olarak gözüküyor. Yani sana bir 14 gün daha... Etti 54 gün kayıp. Denilebilir ki Aykut Kocaman o süreçte takımın yine başındaydı en azından kurulacak yeni takımın başındaydı. 12'sinde Belçika kampı başlamış tam 16 gün sonra 28 Temmuz'da Fenerbahçe çok kritik ve ilk resmi maçına çıkmış.

Bu takım'da çok büyük değişiklikler yok, geçen sezonki takım, neyini hazıralayacaksın ki diyebiliriz. Fakat Daum ve Kocaman'ın oynatmak istedikleri futbol tarzları arasında çok büyük farklar var. Demirkol her sabah tekrar ediyor: "Daum kontratakçı, Kocaman pasçı." 16 günde bu tarz kökten bir değişiklik yapabilmek mümkün müdür? Bunun mümkün olduğunu iddia edenlere şunu soralım o zaman. 16 gün içinde, ligde ikinci haftasını oynamış rakibinin fizik kondisyonuna ulaşmak o kadar kolay mıdır?

Fenerbahçe bu yıla çok geç başladı. Galatasaray da, Beşiktaş da... Üç takım da hala transfer peşinde hala turlarını geçebilmiş değil (Fenerbahçe geçemedi bile). Bu akşam Beşiktaş ve Galatasaray da aynı hezimetle karşılaşabilir. Ama Fenerbahçe'nin aynı hezimeti aslında ve sadece Galatasaray ilgileniyor diye aldıkları Stoch'un kırmızı kart görmesiyle yaşamış olması ibretlik. Alma Adnan'ın ahını çıkar Kocaman, Kocaman...

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Galatasaray'da Türk Kaleci Olmak

İyi Kaleci Olmak için 2 yol var benim seneler boyu edindiğim izlenime göre. Birincisi doğuştan yetenekli olup bunu insanların gözüne sokarak. İkincisi ise iyi bir kaleci olmak için hiç durmadan ve sabırla çalışıp, çoğunlukla iyi bir kalecinin arkasında senelerce sıra bekleyip o kaleciden işin inceliklerini öğrendikten sonra seviye atlayarak. Ama ne olursa olsun her iki kategorinin mensubu kaleci de mutlaka hiç durmadan ve çok iyi çalışmalı.

Bugün Galatasaray'ın yaşadığı kaleci sorununun altında bu yatıyor. Ufuk 1. kategoriye giren ve nedense kendini başka dünyalara kaptırıp çalışmayı bırakmış, aklı sahada olmayan bir adam. Aykut ise 2. kategoriye giren ancak senelerce çok farklı isimlerin arkasında, farklı farklı tarzlarla birarada olup kafası karışmış bir adam formatında. Seneler boyu Aykut'a hep stepne muamelesi yapılmış, sadece ihtiyaç olduğunda geçici sürelerle forma verilmiş. Neticesinde Aykut'un da kendine güveni ve cesareti tam anlamıyla gelişmemiş. İçinde hep bir "ya hata yaparsam?" endişesi olduğu suratından belli. Oysa bir kez bile Aykut'a "Bu takımın 1. kalecisi sensin evladım." denmiş olsa çok farklı bir ruh haliyle işine sarılıp hata yapsa bile o kalenin kendisinin olduğunu bilerek daha çok çalışır ve seviye atlayabilirdi. Kalli'nin çekip gittiği sezon Orkun'dan kaleyi devralmış ve takımı şampiyon yapan isimlerden olmuştu Aykut. O sezon De Sanctis gelmese de "Aferin Evladım, kale senindir artık" dense belki de bugün Volkan Demirel'e bir şey olsa milli eldivenleri kim takacak sorusunun cevabı olacaktı Aykut.

Belgrad maçından sonra yine yabancı kaleci sesleri yükselmeye başladı haliyle.1,5 pozisyondan 2 gol bulan rakibe karşı yine Aykut sorgulandı. 1. golde büyük katkısı olan Sabri, 2. golde adam paylaşamayan defansın hiç suçu görülmedi. Ama bu maçtan haftalar önce Rijkaard'ın söylediği iddia edilen "Benim 1. kalecim Ufuk'tur" lafının Aykut'ta yaratmış olabileceği psikolojiden kimse bahsetmedi. Kendisine güvenildiği 1 kez bile gösterilmeyen, bir kez bile Başkanından Aferin alamamış, yediği her golde hatası aranmış bir adamdan bizler nasıl oluyor da Galatasaray'ın kalecisi olmasını bekliyoruz, asıl ona hayret ediyorum ben. Arkasındaki Ufuk'un hep gece hayatından bahsediliyor, izleyenler iyi çalışmadığını söylüyor. "Aykut olmaz, bu yükü kaldıramaz, Ufuk kaleye geçsin" diyenler Fenerbahçe ile oynanan maçta yediği golden sonra "Büyük takım kalecisi değil" diye sanki o sözleri söylememiş gibi ortalarda dolanabiliyorlar. Böylesi bir ortamda bırak hatalı gol yemeyi, gol yiyenin "tu kaka" edildiği şartlar altında bizler Aykut ve Ufuk'tan harikalar yaratmalarını bekliyoruz.


Kimseler kusura bakmasın ama Hakan Şükür'ün kulübün çok kötü yönetildiği ve durumun her geçen gün daha kötüye gidecekmiş gibi göründüğüne dair geçen Cuma Radyospor'da yaptığı açıklamalara tüm kalbimle katılıyorum. Eski Fenerbahçe gibi olduk adeta. Alıp öğütüp tükürüyoruz futbolcuları, üstüne üstlük bir de para kaybediyoruz bunu yaparken. Sportif A.Ş. ile Futbol A.Ş. birleşmiş, çok süper olmuş, aman ne güzel! Ama daha UEFA kupası ön elemesinde elenme tehlikesi ile burun burunayız ve o kaleye geçip Galatasaray'ı kurtarması gereken adamları çoktan yerin dibine sokmuş haldeyiz. Bu Galatasaray'da Türk Kaleci olmak hiç kolay değil, bana göre yapılacak iş hiç değil. Mucize yaratacak gücün yoksa bil ki yarın öbür gün falanca ülkeden gelecek Kilimcinin Köroğlu kaleyi devralır, 3 milyonu vurur gider sen yine işini çok iyi bilen yönetimin stepnesi olarak kenarda hava kaçırırsın.

29 Temmuz 2010 Perşembe

S.ktiri B.ktan

Çöplük'ten İstikrara mı?

Küçük yaşlarımda Real Madrid hastasıydım gerçek anlamda. Sembol yaptıkları, takımın formasını uzun yıllar giymiş olan adamlara gösterdikleri saygı, altyapıdan getirdikleri gençler, senelerce sadece eksik bölgelere yaptıkları akıllı transferlerle Real Madrid bir ekoldü benim için. Onun karşısında ise her daim yıldızlara para saçan, sivrilen her oyuncuyu kadrosuna katan, tutmazsa daha fazla para verip yerine yenisini alan bir Barcelona vardı hep. O yüzden hep Real Madrid Barcelona karşısında ak-pak bir sayfaydı benim için.

Bu sezona gelene kadar ise durum çok farklılaştı. Sanki iki dev rolleri değiştirmişler gibi. O örnek alınacak Real Madrid ortada kalmamış durumda. Karşısında ise senelerce Real'in yaptığının tam tersini yapmış Barcelona'nın her geçen gün artan doğruları var. Zidane, Figo, Beckham furyasıyla başlayan Galacticos modeli Real Madrid'in başını yakmış durumda. Bugün gittikleri her takımda büyük iş yapan bir çok futbolcu taraftar tarafından beğenilmemiş, görmesi gereken saygıyı görmemiş, kariyerlerinde birer adım geriye atıp, zaman kaybederek Real'den gönderilmiş haldeler. Robben, Sneijder ikilisi en son güncel örnekler. Öte yandan Kaka, Ronaldo gibi devlet bütçesi kıvamında transfer ücretleri ile alınmış ama yine de fayda sağlayamamış bir sürü adam. Real Madrid'in son bir kaç sene içinde, şampiyon olduklarında bile saha içinde bir düzen, disiplin olmadığı gözüme çarptı hep. Raul ve Guti sanki Galatasaray'daki Şükür, Korkmaz etkisini yapmaya çalışırcasına yıpranmışlar gibiydi. Dağınık, hepsi kendini bir şey zanneden, çoğu transfer ücretinin altında ezilen ve yönetilemeyen bir futbolcu topluluğuydu sanki Madrid. Tam anlamıyla bir futbolcu çöplüğüydü benim için artık, Real'e saygımı kaybettiğim her gün Barcelona hayranlığım ve yaptıkları doğrulara inancım arttı.

Ama bugün artık her şey çok farklı olacakmış gibi geliyor gözüme. Çünkü mor beyazlı yedek kulübesinde oturacak adam artık değişti. O adam çok farklı, benim çok saygı duyduğum ve yaptığı her işi fazlasıyla beğendiğim bir adam. O adama futbolcu posta koyamaz, laf edemez, bilir ki onun sözünü dinlemezse bir daha forma göremez, çok çalışması ve disiplinli olması gerektir artık. Bugün artık Real eski Real değil. Bugün artık Çöplük'te geri dönüşüm başladı. Real kabuk değiştirecek. Raul ve Guti'nin hükümranlığı sona erdi. Artık bu takımın bir ağabeyi yok, lideri var. Casillas'ın saha içi liderliğinde çok koşacak, 90 dakika didinecek ve saygı uyandıracak bir takım artık bu. Bu takımda Canales gibi gençler de forma giyebilecekler. Bu takım Sami Khedira gibi iş ahlakı ve verimi çok yüksek ama yıldız olmayan oyuncuları transfer listesine alacak. Bu takımın oyuncu profili kısa süre içinde fazlasıyla değişecek ve her sezon onlarca transfer yapmayacaklar artık.

Çünkü Real Madrid'i futbolcu çöplülüğü olmaktan çıkarıp istikrar abidesi haline getirecek bir adam var artık o kulübede.

28 Temmuz 2010 Çarşamba

Guti'nin İşi Çok Zor

Başlığa bakıp da Guti'nin sahadaki işinin çok zor olacağını söylediğimi falan zannetmeyin sakın. Tam aksine Guti'nin saha dışındaki işi çok zor olacak. İspanya'da hakkında eşcinsel olduğu iddiaları ortya atılmış olabilir, Guti çocukları olan bir baba olabilir, Guti'nin model bir sevgilisi olabilir ama Guti artık Türkiye'de. Ve kabul edelim ki Guti Süper Lig tarihinin en yakışıklı transferi. Sarı saçları, mavi gözleri, iç gıcıklayan gülüşü, bakışı ve düzgün fiziğiyle uzaktan görüldüğünde bile iç çektirecek, bir çok erkeği kıskançlıktan çatlatacak cinsten bir adam. Guti'nin her dışarıya çıkışı olay olacak, her dakika arkasında magazin basını adım adım takip edecek onu, yetmezmiş gibi bir çok servet ve futbolcu avcısı peşinden ayrılmayacak kuyruğu gibi. Kimseye laf söylemek ya da aşağılamak gibi bir amacım yok ama yakışıklılık konusunda Guti'yle aynı ilin çevreyolundan geçemeyecek Servet, Selçuk, Jo, Gio Dos Santos gibi adamların nasıl hatunlarla beraber olduğunu görünce bir anda Guti'nin etrafında oluşacak kadın yığınını düşünmeden edemiyorum. Para peşinde olmayanlar dahi, Guti'nin sadece kendisinden etkilenip onunla bir gece geçirmek isteyenler de öteki avcılar gibi etrafını saracak ve sülük gibi yapışacaklar İspanyola.

O yüzden bence Guti'nin İstanbul'da işi çok ama çok zor. Umarım sadece işine konsantre olabilir de onu daha çok spor sayfalarında Beşiktaş'a ve Türk Futboluna kazandırdıklarıyla görürüz.

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Salvador Guti


Real Madrid’in genç! Semih’i Guti...

Futbolun hırsla pazarlanmaya evrildiği döneme denk geldi en parlak yılları. Bu “talihsiz” dönem yüzünden adı hiç bir zaman Real Madrid denince akla gelen ilk isim olamadı bir türlü. Florentino Perez’in “Galacticos” dönemlerine kurban gitti hep. Buna karşın Madrid ekibinin kendi bahçesinden yetiştirdiği en nadide meyve idi Jose Maria Gutierrez.

Real Madrid’in altyapısına 8 yaşında katıldı. Forvet olarak başladı. Orta saha olarak devam etti. Bunda en büyük etken ise çok güçlü olan gol sezgisinin yanında rakip oyuncularca kestirilemeyen ara paslar verebilme yeteneğiydi. Bu bölgede tüm yaş seviyelerinde kanıtlayıp ve 1994 yılında Real Madrid’in C takımına yükseldi. Ulusal Takım formasını da bu yaşlarda üstüne geçirden Guti, 1995 yılında bir de gol attığı 18 yaşaltı Avrupa Şampiyonası finalinde Totti’li, Buffon’lu, Pirlo’lu İtalya’yı 4-1 mağlup eden takımın önemli bir parçasıydı.

Zaferlerle dolu bir kariyer

Bu kupa Guti için daha başlangıçtır. Artık A takımda kendini gösterme vakti gelmiştir. Real Madrid’in o zamanki teknik direktörü, Jorge Valdano, genç takımda da hocalığını yaptığı Guti’yi A takıma çağırıp gözü kapalı A takım formasını verdi.

A takımda sürekli olarak yer bulmaya başladığı 1996-97 sezonunda Fabio Capello yönetiminde ilk La Liga şampiyonluğunu kazandı. Ve o yıldan sonra 2004-05 sezonuna dek her yıl en az bir kupa kaldırdı. Kulüp düzeyinde hem Şampiyonlar Ligi Kupası’nı, hem Kıtalararası Kupayı, hem de Ulusal Takım formasıyla 21 yaş altı Avrupa Şampiyonası Kupası’nı kaldırdığı 1998 yılı genç oyuncunun en parlak yıllarından biridir.

Kupa kaldırmaktan uzak kaldığı iki sezonda (2004-05 ve 2005-06) Real Madrid Florentino Perez Başkanlığı’nda “pazarı olan yıldızlar” takımı, “Galacticos” olmayı tercih etti. Zidane, Figo, Beckham gibi parlak çocukların arkasında kalan Guti takımın “genç Semih’i” rolünde kaldı. İlk La Liga şampiyonluğunu kazandığı hocası Capello’nun gelmesiyle bu kaderi terse döndü. İtalyan çalıştırıcının Emerson ve Diarra’lı orta saha “triosunun” yaratıcı zekası olarak Rijkaard’ın Barcelona’sıyla kıyasıya girilen şampiyonluk mücadelesinde son haftalarda oynadığı oyunla ligin kader adamı oldu. 2006-07 sezonunun 33. Haftada şampiyonluk yarışında takımını ayakta tuttuğu Sevilla maçı unutulmaz performansları arasında yer aldı. İkinci yarısında girdiği oyunda 2 asist yaparak takımının öne geçmesinde büyük katkı yaptı. (http://www.youtube.com/watch?v=Vwm3kmhl6zI) Yine aynı sezondaki 37. hafta mücadelesinde Madrid’i şampiyon yapan 2. gol öncesi attığı ara pası muhteşemdi. (http://www.youtube.com/watch?v=U_Vvdf4v_rw) Ertesi sezon Bernd Schuster yönetimindeki kadroda ise kariyerinin zirvesini yaşayan Guti toplamda 17 asist yaparak sezonu bitirdi.


Her Aşk Bitermiş...

Kulüp başkanlığına Florentino Perez’in 2. kez seçilmesiyle 2. “Galacticos” dönemine giren Real Madrid’de Guti yine yardımcı oyuncu rolüne layık görüldü. Bu sefer haklı bir neden daha vardı. Yaşı 34’e gelmişti. Avrupa futbolu artık 22-29 yaş aralığındaki isimlerle hızlı tempoda oynanıyordu. Ayrılık vakti gelmişti. İki sezon evvel “ömür boyu” kontrat önerilen iki isminden biriydi Guti (diğeri de Raul) ancak Real Madrid’in futbolu pazarlamacı anlayışının son kurbanı oldu.

Son futbol sanatçılarından

Guti, cılız-ince görünümü, sarı-kumral saçları, futbol anlayışı ve forma numarasıyla (Guti de, Cruyff da 14 numara giydiler) bende ayrı bir yere sahip. O futbol kişiliği ile çağımızın Cruyff’u idi benim için. Eğlenmek için oynayan son futbol sanatçılarındandı. Kendisine oynayan değil takımı oynatan bir oyun anlayışına sahip olması en önemli özelliği. Alkışlar koptuğunda tebrikleri orkestrasındaki tüm enstrümanistlerle kabul eden alçak gönüllü bir orkestra şefidir Guti. Herkesin düşündüğü şekilde olması bekleneni değil, Dali gibi ilk bakışta ne yaptığı anlaşılmayan gerçeküstü bir oyun sahneledi kariyeri boyunca. Deportivo maçı da sanatının zirvesiydi. (http://www.youtube.com/watch?v=dwsmBdL9jR8)


Beşiktaş’a yarın akşam imza atması beklenen İspanyol orta saha oyuncusu takıma oyun olarak çok şey katacaktır şüphesiz. Beşiktaş’ın Nihat, Bobo ve Quaresma’dan oluşacak muhtemel ön üçlüsüne atacağı arapaslarla tüm taraftarı gole doyurabilir. Ancak son yıllarda futbolcuları transfer ederken özel hayatını da göz önüne alan Beşiktaş yönetimi,taraftarları ve Türk Spor Basını, biseksüel olduğu bilinen Guti için ilk kötü performansı sonrası ne tepki verecek bekleyip göreceğiz.

Yıllarca formasında kendi adının yanında kendi ismi Hernandez, oğlu Aitor ve kızı Zaira‘nın baş harflerinin birleşiminden oluşan Haz yazdı… Sırtında taşıdığı 14 numara ise 2000-2001 sezonunda forvet oyuncusu olarak attığı gol sayısına ithafen...

Halı Saha Günlüğü #3 - Ruhsuz deli bekir


Hayatımda oynadığım en kötü halı saha maçıydı. Mükemmel derecede! oyundan düştüğüm ayrıca da takım olarak oyundan koptuğumuz rezalet bir maçtı. Rakip takım bizden daha da kötüydü buna karşın kazandılar. Ve gerçekten hak edilmiş bir galibiyet aldılar diyemiyorum. Dilim varmıyor. Çünkü rakip olarak karşılarında yenebilecekleri bir rakip yoktu...

Maça fena başlamadık. Ancak devamını getiremedik. Kalecimiz özellikle bizi maçın başında ayakta tutan önemli bir parçamızdı. Çizgiden çıkardığım top belki skor 2-1 iken maçı kazanmamız için bir işaret olur diye ümitlendik. Zira olabilecekti de... Skor 4-2 iken kaçırdığımız golün ardınan rakibin 5. gölünü atması bizi bozdu. Her şeye karşın bu maçı kaybedecek olsak da maça ortak olabilme ümitlerimiz o golle artabilirdi.

Diri bir Pikachu, gününde bir Pikachu bizim orta sahayı toparlar...

Küçük ve hızlı yapısıyla rakip takımı yıldırıp bizim takıma da nefis bir elektrik verebilir...

Takım olarak birbirimizi tam anlamda tanımıyor olmamız en büyük etkendi. Çok da birbirini tanımayan oyuncular değildik. Ama takımı topla ileri taşıması beklenen takımdaşımız ne yazık ki gereksiz yere top kayıpları ve pas hataları yaparak topu sürekli rakibe hediye etti. Aldığı bir çok topu ezdi. Pastan yoksun bir futbol sergiledi. Pas atılması gereken yerde atılmıyorsa -mesela rakibi 3'e 2 yakalamışken- attığın başka pasların hiç anlamı yoktur. Rakibi 3'e 2 yakalamışken pas vermek yerine şut atmayı tercih ediyorsan da atacağın şutu gole çevirmek zorundasın. Çünkü gol atmak için, topa sahip oyuncuya 2 kişi uzun koşularla destek veriyorsa onların takım gol atması için verdiği emeğe saygı duyup onların bu koşularını emeğini çöpe atmış olursun. O zaman takım oyunundan ve "kısa pasla oynayalım" zırvalarından bahsetmeye hakkın yoktur.

Halı sahada top oynamak hakikaten kolay! ama bir o kadar da zor. Zor olan kısmı taktik diziliş. Hepimiz Klinsmann'a göre "seksten bile daha çok haz veren" şeyi yapmak, gol atmak istiyoruz. Bu yüzden taktiğimizi nedense! Barselona tarzı 3 forvetle gole dönük! kuruyoruz. Sağ önde, orta önde, sol önde biri ve arkalarında da biri... Bu dizilişle orta sahada bırakılan kocaman boşlukta topla dripling yapmayı beceremeyen insanlar bile topu ileri atıp arkasından koşabilirler. Orta sahanın ortasında 2 kişi ile baskı yapıp, ileride tek adam bırakmak ve gerekiyorsa savunma kanatlarının gizli koşularıyla çizgiye inip orta yapmak daha verimli bir oyun ortaya çıkaracaktır. Fakat 2 maçtır biz inatla 3 ön, 3 arka oyuncuyla oynamakta diretiyoruz...

Ben dahil tüm takım pozisyon bilincinden yoksun bir oyun sergiledi. Bunda takım içi pas organizasyonunun oldukça zayıf olması çok etkiliydi. Ben defansın ortasından oyun kurup gizlice çıkıp atağa destek veren bir adamım. Aynı Koeman, Rijkaard, Helguera ve Pique gibi... Fakat bu sefer pas yapabileceğim kimse yoktu etrafta. Herkes topu ayağına bekledi. Araya kaçışlar, rakibi peşine takıp takımdaşına alan açan koşuşlar yapmazsan hiç birimiz gol atabilmek için pozisyon bulamayız. Bugün bunu yapamadık. Pasla ileriye çıkıp pas almaya ve gol bulmaya çıkma çabalarımda da pas alamayınca boşa yorulmuş olduk. Yani buradan çıkan sonuç; bilinçsiz oyuncu kendi kendini yorar, pas iletişimi zayıf-bencil takım da oyuncuyu yorar... Gol olarak sonuca varılamayınca oluşan komple yorgunluk tatsız, ruhsuz, hevessiz, isteksiz bir maç çıkardı ortaya...

Farkı yedik, hakettik, eksiktik, pas yapamadık, pozisyon bilinçsizliğinde gole boğulduk. Maçın yıldızları yenik takımın oyuncuları Hayri ve Yalın'dır (kalecimiz) benim için. Terlerine sağlık...

Sizin oynadığınızda futbol, bizimki de... Üzgünüz Guardiola...

sevgiler volkanbk3

23 Temmuz 2010 Cuma

Tayyip Erdoğan ile Cuma Namazı Kılmak

Askerlik öncesi ailem ve akrabalarla son kez birarada olabilmek için Yalova'daki yazlığımızdayız bir kaç gündür. Cuma namazı için eniştemle Yalova Merkez Camiine geldik öğlen saatlerinde. Bir tören için Yalova'da bulunan Başbakan da remen tebaasıyla (!) beraber namaz için bu camiiyi tercih etmiş. Bir anda acayip bir kargaşa, uğultu, panik halindeki korumalar, özel harekat, toz duman. Yer açın, Sayın Başbakan geçecek, falan filan. Sayın Başbakan adeta cemaati yararak en ön sıralara geçip safını tuttu. Bu sırada onun bulunduğu kata girişleri korumalar ve özel harekat kapatıp içeriye yer olduğu halde ilave kimseyi almadılar. İnsanlar dışarıda sıkış tepiş, güneşin altında cuma kılmak zorunda kaldılar. Ve üst katlarda yer olmasına rağmen bu uygulama devam etti. Bu sırada cemaatin içinde Başbakan'ın hemen 2şer metre yanında ayakta durup namaz boyu asayişi sağlayan 2 koruması da resmen renk kattılar namaza. Enteresan olanı kapıları kapayan koruma ve harekatçıların bir kısmının da farz kılınmadan önce cemaatin içine karışıp namaza durmasıydı. Meraklı kalabalık, hiç kesilmeyen uğultu ve cehennem sıcağına rağmen illa da kapıları kapayacam diyen hafif tombul korumayı da söylemeyi unutmamak gerek.

Şimdi tabi insanın aklında şu sorular kalıyor:

1) Bir kaç saf önümde saf tutan ve cuma namazını kılan sayın Başbakan 1 cuma sevabı kazandıysa kaç tane kaybetmiştir?
2) Bu korumaların anlam verilemez telaşı nedir Allah aşkına?
3) İşleri koruma olan adamların koruma işini bırakıp namaza durmaları doğru mudur?
4) Başbakan namazını kılacak diye onu koruyup ibadet edemeyen korumaların günahı kimin boynunadır?

vs. vs.

Netice olarak ön safa geçerken kalabalığı yaran ve elime de basan Sayın Başbakan başta olmak üzere Yüce Rabbim sen affedicisin, affetmeyi seversin, ne olur bizleri, anne babalarımızı ve tüm inanları affet! Sana layık olamıyoruz, olmaya çalışırken de elimize yüzümüze bulaştırıyoruz. Bizleri bağışla!

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Değişen yönetici profili

GS: Adnan Polat ve Adnan Sezgin


FB: Aziz Yıldırım

FB: Şekip Mosturoğlu


BJK: Yıldırım Demirören

BJK: Serdal Adalı

20 Temmuz 2010 Salı

Çarşı’ya Quaresma Afyonu


haberVS

Türk futbolu son yıllarda kariyerinin zirvesi ya da kariyerinde ikinci bir patlama yapmak isteyen futbolcuların adresi olmaya başladı. Avrupa futbol piyasasında önemli yerler bulabilecekken Türkiye’yi tercih eden oyunculara son olarak da Portekizli Quaresma eklendi.

Bu transferler kulüplerde “sihirbaz” olarak görülen yöneticilerce gerçekleştiriliyor. Fenerbahçe’de bir dönem Hakan Bilal Kutlualp şimdi ise Cihan Kamer, Galatasaray’da ise bir dönem Adnan Polat (1992-1996) son yıllarda ise Haldun Üstünel bu rolleri üstlendi. Beşiktaş’ta ise “son büyü” Quaresma transferinin arkasında Serdal Adalı ismi karşımıza çıkıyor. Peki kulüplerimiz bu transferleri hangi parayla yapıyor?

Güncel politika: Sat öde

Oturup kulüplerin mali tablolarını uzunca incelemeye gerek yok; transfer politikaları bile bu konuda fikir veriyor. Galatasaray kadrosuna yeni futbolcular katmak için Keita, Elano gibi yüksek maliyetli oyunculardan kurtulup daha ucuz oyuncuların parasını çıkarma çabası gösteriyor. Bu da gösteriyor ki artık kulüp kendi ürettiği parasıyla geçinmeye çalışıyor.

Fenerbahçe ise sporun her dalında Türkiye’nin en kurumsal kulübü olmayı başarıp gelirlerini kat kat arttırarak transferlerini buradan elde edilen gelirle karşılıyor. Gelgelelim yüksek gelire sahip Fenerbahçe bile bunu 12 yıldır Aziz Başkan’ın rahatça çıkarabildiği milyonlara da borçlu. Zaten ondan daha fazla parası olan birileri çıkabilse hâlâ başkan kalabilir miydi? (Bu, bir başka tartışmanın konusu.)


Ödüyorum, öyle ise varım!

Ya Beşiktaş? Yıldırım Demirören başkan olduğundan bu yana çok önemli isimler geldi Beşiktaş’a. Son Dünya Kupası’nın sahibi İspanya’nın ve Real Madrid’in hocası Del Bosque, Fransız siyah inci Jean Tigana ve milyon avrolara transfer edilen birden fazla futbolcuya tazminatlar ödendi. (Juan Fran, Ailton, Kleberson, Ricardinho, “yeni Maradona” Federico Higuain ve daha niceleri…) Bu isimler Yıldırım Demirören’in parasıyla gelip, onun parasıyla gönderildiler. Ama görünen o ki Demirören bu konuda artık tek başına da değil.

19 Haziran 2010’da yapılan Divan Kurulu toplantısında Denetleme Kurulu Başkanı Feyyaz Tuncel’in açıkladığı raporda Beşiktaş’ın borcunun 285 milyon 233 bin liraya, alacakların ise 62 milyon 364 bin liraya ulaştığını belirtti. Alacakları düştükten sonra oluşan net borç 222 milyon 869 lira. Kulüp yaptığı harcamaların 75 milyon 976 bin avrosunu sadece iki kişinin cebinden karşıladı: Yıldırım Demirören (66 milyon 294 bin lira) ve Serdal Adalı (9 milyon 682 bin lira). Yani Beşiktaş Kulübü’nün üçte birinin finansörü ve sahibi Yıldırım Demirören ve Serdal Adalı.

Mali tablolar açık açık gösteriyor ki Beşiktaş bu iki isim tarafından satın alınıyor. Yıldırım Demirören’in “Verin paramı gideyim” açıklamaları da bu görüşü destekliyor. 30 Haziran 2010’da Sabah gazetesinde Fatih Doğan tarafından kaleme alınan haberde Serdal Adalı’nın da “Futbolcuların ödemesi varsa çıkarır veririz. Bu sorun olmaz. Bana ne deyip sırtını dönecek adam değiliz” demesi de “Beşiktaş’ı borçlandırmaya satın almaya devam edeceğiz” olarak yorumlanabilir. Böylece de yönetimdeki koltuğunu sağlama alıyor bu iki isim.


Çarşı uyuma

Geçen yıl Beşiktaş tribünleri Yıldırım Demirören’i her maçta “Yeter! Yıldırım Demirören Yeter!” tezahüratlarıyla istifaya davet etmişken bugün Schuster ve Quaresma isimlerini Türkiye’ye getirerek büyük iş yaptı Serdal Adalı. Hem uzun süredir taraftarla arası bozuk olan Yıldırım Demirören’in 254 gün sonra stadyuma giderek taraftarla tekrar barışmasını, hem de “Adamın Kralı Serdal Adalı” tezahüratıyla koltuklarının kabarmasını sağladı.

Serdal Adalı NATO müteahhidi. (Bu iş kolunu Türk futbolunda bir yerlerden hatırlıyoruz.) Ayrıca Adana’daki, Amerikan mı, NATO üssü mü belli olmayan İncirlik Askeri Üssü’nün* büyük bir kısmının inşasını gerçekleştirdi. Yani kişisel kazancını Amerikan’ın Ortadoğu planının önemli bir parçası olan savaş üssünü yaratarak elde ediyor. Elde ettiği bu gelirle de Quaresma, Schuster, Hilbert gibi isimleri takıma katarak Türkiye’nin en büyük kulüplerinden birini borçlandırırken Türk futbolunun en duyarlı taraftar grubunu bir büyüyle uyutabiliyor. Üstelik ki bu grup “Tanka karşı taş, savaşa karşı Beşiktaş”, “Beşiktaşlıyız savaşa karşıyız”, “Ne Irak, Ne Filistin, Ne Lübnan. Akmasın artık hiç kan. Ölmesin yüzlerce can. Her savaşa karşıyız. Biz Beşiktaş Çarşıyız” pankartlarını açarak önemli mesajlar vermişlerdi. Farkında değiller ki onlara bu pankartları açtıran kişi Quaresma’nın parasını savaşı yaratan ülkenin cebinden buluyor, bu parayla kulübü ve taraftarı satın alıyor.

Beşiktaş taraftarı bir an önce uyanmalı bu gerçekleri görmeli. Savaşa karşıyız derken aynı anda savaşın dolaylı destekçisi kişileri “adamın kralı” olarak ilan etmekten vazgeçmeli. Savaşa karşı olmadan önce kulübü satın alma yolunda Yıldırım Demirören ve onun yolunda ilerleyen Serdal Adalı’ya karşı olmalı. Yoksa bundan sonra savaşa karşı olduklarının hiçbir inandırıcılığı kalmayacak.

*İncirlik Üssü Gerçekleri: http://bianet.org/bianet/siyaset/111242-incirlik-ussu-gercekleri