Sayfalar

23 Ağustos 2012 Perşembe

Bloglar Üzerine Sivri Dilli Karalamalar...


Uzun zamandır çok şey söyleyeceğim var aslında bu konuyla ilgili ama hep sustum, hep sustum. Aslında dışarıdan bakıldığında tıpkı kulüplerin oyuncu kadrolarında yaptığı gençleşme operasyonları gibi gözüküyor hızla devam eden bu hareket ancak bana hiç hoş gelmiyor. Defalarca kez üzerinde konuştuk ve hiçbir noktada niyetimizin asla onlarınki gibi olmadığını söyledik. Özhan da ben de keyif için yazdık, rahatlamak için yazdık, sevdalısı olduğumuz ekipler ve sporlarla ilgili fikrimizi paylaşmak için yazdık. Blogları hep bir rahatlama aracı, sohbet ortamı, dost meclisi olarak gördük. Özel hayatımıza girdik, hayatımızı paylaştık buralarda.  Ama maalesef bloglar adına iş son derece farklılaştı, farklı yerlere geldi.

Bloglar arası önceleri bir dayanışma vardı Türkiye’de. Bülent Timurlenk’in Aceto Balsamico’su ile başı çektiği blog çılgınlığında pıtırak gibi bloglar açıldı çok kısa sürede. Bunlardan biri de benimkiydi, 2008’de kurduğum Çoban Salata. Bu ardı ardına kurulan bloglar özellikle Bülent Timurlenk üzerinden adlarını duyurmaya çalıştılar. Ondan bloglarımıza link vermesi için taleplerde bulunduk hepimiz, sağolsun kırmadı ekledi adreslerimizi. Bununla bitmedi tabii ki, okuduğumuz ve beğendiğimiz bloglarla link değişimi yaptık, destek olduk birbirimize. Kolkola ilerledik, okunduk, okundukça yazdık, yazdıkça takipçilerimiz oluştu, arttı ve “blog camiası” diye yeni bir camia oluştu. Okunmak, yazdıklarının yorumlanması, tartışmaların çıkması, onları bastırmak, yazdıklarının alıntılanması, hatta bazen ulusal basın tarafından çalınması, kıçından uydurduğun mevzuların haber yapılması, zaman zaman kimsenin bilmediği konularda tüyolar alman ve daha ülke gündemine düşmeden bazı transferleri duyurmak hep keyif verici olaylardı. Hayatın çalkalanıp da yazamadığında seni merak eden okurlarının olması, sana mail atmaları çok farklı bir duyguydu hepsine ilave olarak.

Sonra Timurlenk önderliğinde Blog İdman Yurdu açılımı başladı. Timurlenk’in kardeşi Barış’ın Tribün Dergi üzerinden organize ettiği bir oluşumdu bu. İlk etapta biz de katılmak istedik “ne kadar güzel tüm blogları bir çatı altında toplayacak bir yapı” dedik. Ancak ilk bakışta ne kadar naif ve saf gözlerle baktığımızı ilerleyen dönemde anlayabildik. BİY daha ziyade maddi odaklı bir topluluktu ve reklamlar üzerinden para kazanıp, denilene göre bu parayı BİY’in üyelerine dağıtacak bir yapıydı. Bunu öğrendiğimizde ve zaten BİY tarafından da oluşturmaya çalıştıkları yapıya muhalif adamlar olduğumuz için dışarıda bırakılmaya çalıştığımızı anladığımızda çizgimizi koruyarak, anti-materyalist blog yazarlığımıza devam ettik. Bu süreçte BİY ile büyük tartışmalar da yaşadık, bunları da blogumuzda paylaştık.

Düşüncemiz hep aynıydı; BİY türü oluşumlar blogların amatör ruhlarını kaybetmesine neden olacak, birilerinin cebi dolacak ve blog yazarları bloglarını birer atlama sehpası yapıp televizyona, radyoya, yazılı basına bir şekilde kapak atmaya çalışacaklar. İşte biz bu tip bir profesyonelleşmeye ve blogları bir aletmiş gibi kullanıp daha sonra fırlatıp atacakları belli olan adamların blogları değersizleştirmesine karşıydık. Biliyorduk ki bu adamlar bir yerlere geldiklerinde bloglarında yazmayı bırakacak ve tamamen yeni işlerine odaklanacaklardı. Ne oldu? Aynen bu düşündüklerimiz gerçekleşti. Önce BİY mensupları birkaç baba BİY üyesi blog dışındaki tüm bloglara olan linklerini kaldırdılar. Sonra bir saadet zinciri kurma çabaları alevlendi.

İsim vermekten de kaçınmayacağım bu sefer. İsterlerse beni açık açık eleştirebilirler, Facebook’ta arkadaşlıktan silebilirler. Bende yeri her ne kadar ayrı da olsa Alper Öcal da maalesef bu tayfaya katıldı. Bence olduğu yere layıktır, şu anda yaptığı işi de gayet güzel becermektedir ama hareketleri blogları değersizleştirmiştir Öcal’ın. Aldığı .com uzantılı siteyi tamamen bırakmış, blogunu ise tarihin tozlu sayfalarına gömmüştür.

İkinci ve blog yazmaya ta en başından bu amaçla başladığını hep hissettiğimiz isim ise Uğur Karakullukçu. En başından beri tüm hareketleri ile “benim amacım bir şekilde medyaya geçiş yapmak” mesajını veren Karakullukçu bugün Digiturk’ten TRT’ye birçok ekranda ve radyoda “aranan” isim oldu. O da bu muhteşem başarısı üzerine blogunu bir kenara attı. Bu ortamlara girmesini sağlayan blog bir anda değersiz hale geldi, yazık oldu.

Flying Dutchman (Fırat Topal), Borges (Oran Uluca) ve bu işlerin başı Bülent Timurlenk ise yazmaktan vazgeçmediler. Blogları onlara çok şey katmıştı kuşkusuz, onlar vefasızlık yapmadılar. Çünkü onlar asıl vefasızlıklarını hem okuyucuları hem de destekçileri olan diğer blog yazarlarına çoktan yapmışlardı zaten. İşleri açılmış, hatta yeni işleri olmuş ve daha mutlu adamlardı onlar. Ama Karakullukçu benzeri olanlar ise istedikleri limana vardıktan sonra gemilerini yakan adamlar olmuşlardı. Yerel basın kuruluşlarında da blogları sayesinde tanınıp iş edinen birçok blogger mevcut bugün Türkiye’de.
Birilerinin bloglar sayesinde ekmek yemesi kötü bir şey mi? Milletin parası çenesi züğürdün çenesini yorarmış! Kapa çeneni otur aşağıya! da diyebilirsiniz bana ama bloglar üzerinden profesyonelleşme, seni o günlere getiren bloglarda artık yazmamak, yazsan bile diğer bloglarla artık link paylaşımı yapmamak, insanları yazdıkları okunsun diye mangırlı mecralara çekmek doğru bir yaklaşım değil.

Blogların işte bu yüzden eski havası kalmadı diyorum ben. Öcal’ın belki de istemeden yaptığı hareketiyle, Karakullukçu’nun zafer sarhoşluğuyla, Timurlenk, Topal ve Uluca gibilerinin diğerlerinin çoğunu defterden silmesiyle artık bloglar eskisi gibi değil. Twitter ve Facebook’un da katkılarıyla spor blogları el birliği ile can çekişir hale getirilmiştir.

Çoban Salata 5 senede hiçbir maddi çıkarlı ağa üye olmadan, reklam yapmadan 370 bin sayfa görüntülenmesine ulaşmış. Oysaki bu blogun kurucusu bendeniz özellikle NBA başta olmak üzere EPL, kürek, Amerikan Futbolu ve Galatasaray’ın tüm branşlarıyla ilgili her konuda ekranlarda konuşan birçok isimden daha fazla bilgi ve birikime sahibim. Sevgili Özhan da benzeri şekilde Türk Futbolu üzerine “benim” diyen herkesle tartışacak nitelikte bir adamdır. Bizler gerek yerel gerekse ulusal basında birçok tanıdığımız olmasına karşın bu zamana kadar ısrarlarını kıramadığımız için birkaç programa konuk olarak katılmak dışında, para kazanmak amaçlı hiçbir çabaya girişmedik. Aksine hep bu işi keyif için yaptığımızı söyledik, öyle devam ettik, diğer bloglarla link paylaştık, yeni arkadaşları destekledik vesaire vesaire. Ancak bugün geldiğimiz durum bizler ve bizim gibiler için acı. Artık bloglarımız değersiz, çerez mahiyetinde kalmış, abur cubur niyetine tüketilen yazılardan oluşan, küflü yüklük dolaplar gibi.

Bir sevdaya, bir döneme, birçok emeğe yazık edidi, ediliyor.

14 yorum:

selaminko dedi ki...

yazının ana fikrine kesinlikle katılıyorum. eskiden daha zevkle daha şevkle okuduğum bloglardan gün geçtikçe soğuyorum. eskiden öylesine içinden ne geçerse yazan tipler yavaş yavaş maddiyat kaygısı ile tam gazete yazarlarına dönüştüler. yine de direnişe devam. biz blogları bir mesleğe sahip olmak için değil hobimizle ilgili birşeyler çızıktırmak için kullanıyoruz.

pelezinho dedi ki...

müthiş bir tespit.son derece doğru yorumlar.blog dünyası artık bir keyif işi olmaktan çıkmış tam anlamıyla voleyi vurma eylemine dönüşmüştür.işin içinde ne kadar farklı planlar olursa işe yüklenilen samimiyette o oranda kayboluyor.bu yüzden aynen devam aga.sizin gibi adamlar hep yazsın biz hep takip ederiz.bu arada bizim bloğun linkini ''bizi tınlamasalarda'' gördüm.sizi tınlamayan ölsün beee...

pclion dedi ki...

Hocam selamlar,

Görüşlerine saygısızlık yapmak istemem, elbette ki sana bunları düşündürecek, algını oluşturacak bir süreç vardır, böyle düşünebilirsin. Ne kadar kıymeti var, onu da bilemem ama şunu söyleyeyim, hiç de dışarıdan göründüğü gibi değil...

Bir kere blogu tutmaya başlama sebebimin medya hedefiyle en ufak bir ilgisi yoktu, aklımın ucundan da geçmemişti açıkçası. Spor kategorisinde yöneticilik yaptığım Turkforum'da gidişattan rahatsız olmasam, belki benim kaliteyi koruma adına getirdiğim birtakım öneriler kabul görse o blogu tutmaya hiç başlamayabilirdim. O forumda tanıştığım, bugün Hayatım Futbol'da birlikte emek sarf ettiğimiz arkadaşım Noat Samisa'nın ısrarları sonucu blogu açtım. Allah aşkına, medyaya geçiş hedefi olan adam 13 yaşında aldığı nikin de içinde geçtiği fantezi futbol takımı adını mı koyar bloga? Adımın soyadımın olduğu blog da bende, öyle bir derdim olsa gider onu kullanırdım.

Beni blog tutmaya teşvik eden sadece tek şey vardı, o da herkes gibi yazılarımın okunuyor oluşuydu. Futbol üzerine doğru ya da yanlış bir şeyler yazıyorsunuz, günde 100 kişi gelip onu okuyor. Sonra bin, sonra 3 bin... Hanginiz bundan haz duymaz, keyif almaz? Brn bu keyfin tadını aldığımdan ve aslında sevmediğimi sonradan anladığım üniversite bölümünden bir kaçış olarak gördüğümden daha çok yazdiım. Yazdıkça da okundu, birbirini besledi ve o "medya hedefiyle açıldığı belli olan" 1000 küsür yazının olduğu blog çıktı. Bugün "Uğur sana şu kadar para, tekrar yap aynı işi" deseler yapabileceğimdrn emin değilim, bildiğin deli işi...

Medya olayına gelince, beni medyaya çeken şey önce Futbol Blog'da hasbelkader adımın birkaç kez geçişi ve NTV Spor'un adı sonradan YDYD olacak projesine yaptığı davettir. İnsan böyle bir şeyi nasıl öngörebilir, bunu nasıl hedefler? Bir şekilde çıktım oraya ve hayatımı cidden olumlu manada değiştirdi orası. Kendime olan güvenimi tazeledim, okulla ilgili problemlerin getirdiği bıkkınlık yerini heyecana bıraktı ve belki de hepsinden önemlisi iyi dönüşler oldu. Benim blogumu hiç okumamış insanlar söylediklerimin. Kendimce ortaya koyduğum fikirlerin destekçisi oldular, ilgi gösterdiler. Ve evet o zaman dedim ki bu kadar zevk aldığım, zaman ayırdığım, iyi olabileceğime de inandığım bu durumu niye meslek olarak yapmayayım, allah zor duruma düşürmezse yapmayacağım mühendislik yerine. Bunda ayıp olan, yanlış olan nedir? İlla 17 yaşında yarım sorunun kaderimi değiştirdiği bir sınava mı bağlı kalmalıydım?

Sağolsun, programa beraber çıktığım Ali Murat Hamarat abim de bir gün mail attı Taraf'ta bizlere yardımcı olacak birileri lazım diye, kalemime güvendiğimden ona başvurdum ve gerisi geldi. Okuluma asılsam kısa sürede epey iyi maaşlar alabileceğim bir bölüm kenarda duruyordu ama ben kendim için zoru seçtim, çok ciddi maddi zorlukları da barındıran bir yola girdim. Sizin belki de toz pembe sandığınız o yolda da çalıştım, eksik gördüğüm her şeyimi geliştirmeye gayret gösterdim. Açın blog arşivini bakın, 2009 ve 2011 yazıları arasında fark göreceksiniz. O fark "medyaya kapağı atma" farkı değil, tam tersi bloga olumlu dönüşüdür.

(1/2)

pclion dedi ki...

Neden şimdi yazamıyorsuna gelince, onun da tek bir sebebi var; hayat ve zaman. Belki ilk yolu seçsem mühendis olmaya çabalarken yazmayı çoktan bırakacaktım, siz de Uğur Karakullukçu diye birinin adını burada anmıyor olacaktınız. Gazeteye yazmak, bunun dengesini blogla bulmak zihinsel olarak yorucu bir iş. Normalde bloga her türlü yazacağın bir konuyu farklı bir dille gazeteye yazmak, o yazının içini boşaltmamak adına blogda es geçmek çok güç bir şey. Yani senin düşüncenin aksine ben medyada iş yaparken kendimi çok zorlayıp ikisini birden götürdüm, uykumdan, kız arkadaşımla geçireceğim vakitten fedakarlık ederek de bunu uzun süre yaptım. Şimdi siz "vefasız" diyorsunuz ya, işte o okuyucularıma duyduğum vefa için yapıyordum ben onu. "Ulan gazetede köşe yazıyorum, ne gerek var bloga" demem gerekirdi sizin mantığınızla ama o "kapağı attıktan" sonra yüzlerce yazı yazıldı bloga. Yazı diyorum özellikle, hiçbirine yarım saatten az zaman ayırdığımı da ayrıca belirteyim.

BİY demişsin, onu da söyleyeyim. Zaten muhtemelen bu algı kıriılmasını yaratan da bu organizasyon muhtemelen ama kısaca özeti şu: bir taş atıldı ve otaşa değmeyecek olan kurbağa bile ürkmedi. Benim blog birliği olarak gördüğüm bu organizasyonun içerisinde yer almanın mantığı şudur. Hayatından zaman ayıran, içerik üreten insanlara emeğinin karşılığını kısmen de olsa verebilmek. İnsanlar muhtemelen ağzımızda puro, elimizde viski, şen kahkahalarla parayı kırarak blog tutmaya başladığımızı falan sandı ama görüntüden öteye gitmeyen, basit bir algıydı bu. Birkaç rakı masası hesabının cebimden çıkmasını engellemiştir belki, o kadar. Blogları sağlamlaştırmak, kalıcı olmasını sağlamak niyetiyle başlatılan bir girişimdi, olmadı. Organizasyonda da kişisel olarak yer almadığımı, bu anlamda organizasyon geneline atfedilen toplu yargılarla da hiçbir alakam olmadığını belirtmek isterim. "Aa, ne güzel" deyip blogumu tutmaya devam ettim, hepsi o.

Tv, radyoya geçtin, blogu unuttun ana fikrine gelince... Belki blogda yazmıyorum, evet ama ben aynı yazıyı Hayatım Futbol'a yazıyorum. El emeği, göz nuru... Dile kolay, haftalık formatta 45 sayısı çıktı bu yayının, dışarıdan bakıldığında nasıl görünüyor bilmiyorum ama harcanan emeğin haddi hesabı yok. İlla blogger hesabımızdan girip yazmıyoruz diye yazı yazmayı bırakmadık ya... Hani o kapağı atmayı hedeflediğim medyadaki insanların bir bölümü gıptayla bakıyor. O tempoda blog deli işi demiştim, bu ondan da ötesi... Aynı mesaiyi o medyada başka bir yere versem cebim de çok daha fazla dolardı, inanın bunu da yapabilirim. Adı blog değil diye farklı bir şey yapıyoruz, "ruhumuzu sattık" demek değil...

Dergi dışında Eurosport'a yazıyorum, önceden bloga ayırdığım bazı yazılar artık orada çıkıyor.. Eurosport TR'nin başında Ali Murat abi var, yazmamdaki en önemli etken budur. Burasının kısmen de olsa maddi karşılığı var, yaptığım işe bir saygı var. Çok da mutluyum yazarken.

Şu gün itibariyle medya benim için çalıştığım sektördür, bundan da utanç duymam da söz konusu değil. Arada bir tv'ye çıkıyoruz, sağolsun Mehmet Ayan gibi bazı isimler de bana mikrofon teslim ediyor ama inan, bunlar da hiç ama hiç göründüğü gibi toz pembe değil. Kendine göre getirileri, götürüleri var.

Neyse, oraları da kendime saklayayım, ben kısaca(!) derdimi anlatmak istedim o kadar, isteyen de istediğini düşünebilir. Vefa-vefasızlık ekseninde söylediğin arkadaşların bir kısmıyla omuz omuza güzel işler yapıyoruz, adı blog değil dergi, bence aynı şey olmasa da biraz twitter ya da başka bir şey... O blogunu okuduğun pclion'dan ise değişen bir şey yok, yeri geldiğinde sesini duyuyorsun, arada görüyorsun o kadar. Bu kadar da içten pazarlıklı, sinsi adamlar da değiliz. Gel bir gün çay içelim, muhabbet edelim, yine bunları düşünüyor olursan zaten lafım yok :) Ama sanal bir algı üzerinden gerçek insanları değerlendiriyorsun be hocam, küçücük de olsa "Ya ben bu adamın/adamların günahını alıyorum" diye aklından, vicdanından geçmiyor mu hiç? Ya öyle değilse...

(2/2)

Fatih Önder dedi ki...

Eline sağlık çok güzel yazı olmuş abi.

Adsız dedi ki...

Aslında konu ile ilgili olarak hiç araya girmek gibi bir düşüncem yoktu ama sevgili Uğur nam-ı diğer PcLion "hocam senin de yorumunu merak ediyorum madem mekanımız cobansalata, ismine yakışır olsun" diyerek damardan girdi; ben de nacizane 1-2 kelam edeyim. Ama ilk önce şunu belirteyim ki ne kimseyi yargılama ne de kimsenin yaptığı işe saygısızlık yapma amacındayım.

Dışarıdan bazılarımızın gördüğünü aksettireceğim:

1. BİY'in canı cehenneme. Ağzıma bile almaya gerek duymadığım basit bir oluşum. Daha kuruluşunda, kurucusu ile mailleşirken bana yazdığı "amatör ruhu bu oluşum ile taçlandıracağız, yazarlara yazdıklarının karşılığı farzı kelam bir spor ayakkabı almasını sağlayacağız bu güzel değil mi" diye yazdığında "peki o tacın fiyatı size ne kadara gelecek siz ne kadar kazanacaksınız bu oluşumdan" soruma kem küm ne alakası var onu karıştırma şeklinde aldığım cevap ile benim için bitmişti ki an itibariyle Uğur'dan da öğrendiğim kadarıyla el elde el başta kalmışlar yani patlamış bir oluşum müsvettesinden ibaret olarak kalmış ve müsvette dolup bir çıkar elde edilemeyince kaderine terkedilmiş.

2. Bloglar insanların akıllarından geçen ne varsa yazabilecekleri özgür bir ortam. Bu özgür ortamda ister bugün başlar yarın bitirirsin ister yıllar boyu birşeyler karalar ve geçmişe not düşersin. Benim için budur açıkçası. O nedenledir ki keyif aldığım zaman yazarım, konu mecburiyetim de yoktur.

Cenky ile bu konu üzerine arada sırada hasbihal ediyorduk zaten. Aslında yazıdan önce bloga koyduğu anketin bir artçı sarsıntı olduğunu da anlamıştım. Ama ne yalan söyleyeyim bu kadar dosdoğru, bu kadar bodoslama blog alemindeki bazılarının düşündüklerini yazıya dökebileceğine ihtimal vermiyordum. Ama iyi ki dökmüş iyi ki etmiş diyorum ki eğer bir reaksiyon oluşmasını isteniyorsa bu şekilde bir darbe vurup olayın pik yapmasını sağlamak ve geri dönüşleri bekleyip doğrulara ulaşmak en güzeli.

Hani sanat sanat için midir toplum için midir diye zamanından beri cevabında mutabık kalınamayan bir soru vardır ya işte burada tam da bu söz konusu: Blog, blog için midir yoksa tv ya da radyolar için mi? Cenky de olduğu gibi bazıları salt blog üzerinden hareket edilmesi taraftarı olabilirler nasıl ki sanat sanat içindir diyenleri yargılamıyor bu millet bunu ve bu şekilde düşüneni de yargılamak yel değirmenine kılıç sallamaya benzer. Aynı şekilde blogları populer kültüre geçiş imkanı olarak da görebilirsin. Bunu düşüneni de yargılamak söz konusu olamaz. Benim için burada kıstas bloglarda bu olaya başlayıp daha sonra populer kültürün içine giren insanların davranışlarındaki değişiklikler ne şekilde? Ben biraz buna bakarım açıkçası. Yazılan isimlerden tanıdığım bir kişi var: Uğur Karakullukçu. Onun üzerinden yorumuma devam edersem popüler kültüre geçişinin öncesi ve sonrasında muhabbetinde, konuşmalarında bir gram değişiklik görmedim. Aynı saygı aynı içtenlik hep devam etti.

Bu yazıyı çok önemli buluyorum. Çünkü dediğim gibi zamanından beri blogger olarak tanınan isimlerin tv radyo gibi mecraalara geçtikten sonra amiyane tabirle bahsedildiği gibi parayı bulduktan sonra blogu bırakmaları gördün mü adam iki gün tv ye çıktı blogu bıraktı demek amacı buralara gelmekmiş diyen güruha o işin o kadar kolay olmadığını, o hale gelinceye kadar ne merhalelerden geçildiğini ve halen daha çatır çatır savaşıldığı bu sebeple zamansızlıktan ya da yoğun iş temposundan ya da nedensiz bir şekilde size ne istediğimi yaparım kimi ilgilendirir ki demeleri açısından bir fırsat tanıdı ki Uğur kendince nedenlerini sıralamış. Ama unutulmamalıdır ki bu yazıya destek yorumların olması bu yazının ne kadar önemli ve bazı noktalara parmak basıcı bir yazı olduğunu göstermesi açısından da daha bir önemli gibi geliyor bana.
(1/2)

Adsız dedi ki...

Son olarak farklı platformlarda bu yazıyı okuyup ya da üstün körü şöyle bir göz atıp doğrudan saldırı moduna geçenler ise ben de "kim ki bunlar bizim tekerimize çomak sokmaya çalışıyorlar" tarzından bir düşünce oluşturdular. Onlar da korkmasınlar çünkü çomak falan sokma değil burada Cenky'nin yazdıkları. Sadece blogları farklı mecralara geçtikten sonra toz tutanlara bunun sebeplerini anlatma fırsatı tanıma. Kaale alırsınız ya da almazsınız. O da sizin bileceğiniz iş...
(2/2)

aksilaz dedi ki...

Gereksiz bir tartışma oluyor. Hayat insanları hangi yola sürükleyecek belli mi? Siz üniversite arkadaşlarınıza , çalışmaya başladıktan sonra aynı ilgiyi gösterebiliyormusunuz? diye sormak isterim kısaca. İnsan emeğine saygı göstermek lazım.

varol döken dedi ki...

blogların bitmesinin yukarıda yazdıklarınızla çok ilgisi yok. sadece dünya değişiyor. twitter'ın çıkmasından ve bilginin çok daha kısa sürede daha kolay şekilde yayılıyor olmasından kaynaklanan doğal bir süreç. üzücü mü, üzücü, önüne geçilebilir mi, değil. blogların çıkış noktası da bilgi kaynağının değişmesi değil miydi? hiçbir gazetede okuyamadığımız dış basın haberlerini okumak için girmedik mi acetobalsamico'ya. peki bugün? artık bilgiden kusuyoruz. herkes biliyor herkes paylaşıyor vs. nicelik niteliği bitirdi. kişisel olarak verdiğiniz isimlerin bloglarına eski özeni göstermemesinin onlarca kişisel sebebi vardır, onları aranızda konuşursunuz ama bloglar sadece burada değil dünya da yerini kaybetti çoktan. bir de blog yazan adamın en büyük motivasyonlarından biri geri bildirim, yorumlar falan. eskiden en ufak yazısına bile en az 10 yorum alan adam şimdi 10 postta bir yorumu zor görüyor. ama twitter'da 3 kelimesi yüzlerce RT alıyor. falan fıstık yani. geriye kalan konular yukarıda dediğim gibi kişisel konular ama hiçbir şey gerçekten ama gerçekten dışarıdan gözüktüğü gibi değil.

bir de naçizane şunu söylemek isterim. samimiyetle yazdığını söylediğiniz ve benim de buna inanarak okuduğum bir yazıyı şöylesine bir cümleyle taçlandırınca geriye kalan kelimelere yazık oluyor, anlamı bulanıyor.

''Oysaki bu blogun kurucusu bendeniz özellikle NBA başta olmak üzere EPL, kürek, Amerikan Futbolu ve Galatasaray’ın tüm branşlarıyla ilgili her konuda ekranlarda konuşan birçok isimden daha fazla bilgi ve birikime sahibim.''

selamlar, sevgiler.

Cenky dedi ki...

@ pclion

Uğur Özhanın yorumlarını da okumuşsundur muhakkak, benimkilere verdiğin cevap benim yazdıklarımdan uzun :) Biz Özhan'la en başından beri oturup her konuştuğumuzda "Karakullukçu bir şekilde medyaya geçiş yapacak" sonucuna vardık. Hem güzel ve detaylı yazıların hem de arkasından diğer "baba"ların yaptığı gibi diğer bloglara olan linkleri önce altlara, sonra başka sayfalara atman en sonunda da kaldırman bunları düşündürdü bize. Bir süre sonra yazmayacağını da ya da senin tabirinle yazamayacağını da bildik. Dolayısıyla sanal algı diye tabir ettiğin konuyu adım adım tahmin ettik ve gerçekleştiğini gördük. Bugün ise bu çıktılar ışığında eleştiriyoruz seni doğrudur. Ama şunu da anla ki neden Uğur da "ben ya da biz" değil demiyoruz. Eleştirdiğimiz nokta belli "blogları araç gibi gösterdiniz, terk ettiniz, değersizleştirdiniz, twitter'ı tercih ettiniz v.s." Başkaları gibi sen de başka mecralara yazdığın yazıyı blogunda paylaşabilirdin, en azından yayınlanmış yazılarına link verebilirdin falan filan.

Çok uzatmaya gerek yok. Senin de dediğin gibi zaten sen mühendislik yerine medyada çalışmayı tercih ediyorsun. Biz etmiyoruz, fırsatımız varken kullanmıyoruz. Ama sosyal medyanın diğer aptal araçlarına da blogumuzu kurban vermiyoruz, vermiyorum. Diğer arkadaşlarımı da sayfamdan silmiyorum, çıkar amaçlı oluşumlara üye olmuyorum.

Allah önünü açık etsin, seninle değil bir çay bütün Rize'yi içsek benim fikrim bu, bunları hareketlerinle sen bana hissettirdin ve inan bana sen tek değil ama en çok bilinen isimsin, o yüzden tartışma çok fazla senin üzerinden gitti. Ne sana ne de bir başkasına bir düşmanlığım olmadığı gibi blog camiasından çıkan herkesi sonsuz desteklerim, Ancak ve ancak bloglarına ve diğer bloggerlara sırt çevirmezlerse.

@ varol döken

O cümlenin devamında söylenenleri okuyup yap yorumunu istersen derim. O kadar güzel söylevin üzerine yorumunu o şekilde bitirmene şaşırdım. Diyorum ki "fırsatımız olduğu halde yapmadık" devamında. Röportajlardan cümle çekmek gibi olmuş, olsun sen de blog dünyasında önemli bir yorumcu, blogların buraya gelmesinde katkı sahibi ömenli bir isimsin, bu sefer de sen öyle yapmış ol.

@ vedat üst

İlgiyi hak eden hepsiyle görüşüyorum evet. Hatta ilkokul ve lise arkadaşlarımla. Biz emeğe saygısızlık yapmıyor, aksine onlara soruyoruz "neden" siz böyle yapıyorsunuz diye.

@ sinem

Yazdığın hiç bir şey boşa değil. Ellerine sağlık. Dediğim gibi kimseyle bir düşmanlığım yok, sadece yanlış yaptıklarını anlatmaya çalışıyorum twitterın bizi envayi çeşit kısaltmalar ve 150 kelimeyle iletişime mecbur tuttuğu şu ortamda.

@ diğer arkadaşlar

Çok teşekkürler destekleriniz için.

@ ozhano

Çok düzgün adamsın be hocam!

varol döken dedi ki...

@cenky
kişiye değil yazıya bir itham o. sonda olmasının sebebi de görüşlerden bağımsız metne bir yorum olduğu içindir. biraz mesleki refleks. içeriğine takılmadım sadece metnin bütününü okuyup böyle bir cümleyle bitirmek bütündeki anlamın yaratacağı algıyı değiştirir. herkeste başka şekilde değiştirir ama değiştirir. fırsatımız olduğu halde yapmadık dersen bunun belgeli bir ispatı olmadığı için karşı argümanla karşılanırsın. yazının genelindeki objektif olma çabası o paragrafla bir karşılaştırmaya dönüyor orada. blogların tarafından bir anda eleştirdiklerinin tarafına geçiyorsun. en azından algısı öyle oluyor. röportajdan cümle çekmek gibi bir etki yaratmak istesem sadece o paragrafı yazardım zaten. umarım anlatabilmişimdir derdimi.

yazının bütününü ve tüm tartışmaları elbette okudum, yoksa hakim olmadığım bir konuya asla müdahil olmam.

yazmışken birkaç paragraf daha açayım. bloglara olan sevgim, oradan aldıklarım, tanıştığım insanlar falan çok fazla. hem de blog yazmadığım halde... bu işlerin gelişimini bazen çok yakından bazen çok uzaktan takip ettim. yazdıklarınızda haklılık payı mutlaka vardır ama dediğim gibi gerçekten hiçbir şey dışarıdan göründüğü gibi işlemiyor. kişisel olarak atıfta bulunduğunuz insanlar cevaplarını dilerlerse kendileri versin ama blogların etkisini yitirmesi konjünktrü üstünde kişisellikten çok daha ağır basan zamansal ögeler var.

buna benzer tartışmalar bloglar çok daha gözdeyken olmuştu. bu konuda da ortega'ya (arielortega.blogspot.com) katılıyorum. bloglar, yani kişisel günlükler adı üstünde kişisel olan ve insanların farklı anlamlar yüklemesinden dolayı sürüsepet saçma ve kırıcı tartışmalara yol açan oluşumlardı. kimse kimsenin bilgisayarına blog'unu zorla download etmedi, kimse kendini blogların önderi ilan etmedi. bu işleri ilk yapanlar (misal almanya ligi borges, brezilya ligi lambuja gibi) doğanın bir sonucu olarak ilk ilgiyi çektiler. ama hiçbirinin hiçbir yerde böyle bir deklarasyon yayınladığını, böyle bir misyon üstlendiğini hatırlamıyorum. ha keza aceto'nun da öyle. yani ortada olmayan bir önerme için bu kadar çıkarım yapmak doğru mu? düşüncelerinizden bu kadar emin olmak için ne yaptınız? hani ortada belgeli yazılı bir kaynak da yok. kişisel çıkarımlar yapıyorsunuz/yapıyoruz ama ya bunun karşılığı yoksa. en başından dediğim gibi ya hiçbir şey sizin oradan/bizim buradan gördüğümüz gibi değilse...

işin ironik yanı, bu yazı üzerinde bir tartışma dönecekse o bile blogda değil twitter'da dönecek etkisi de bloglara göre çok daha kısa ve az olacak. hayat devam edecek, biz rakı içeceğiz. siz de gelin siz de için çünkü bir blog yorumcusunun vakti zamanında dediği gibi blog sadece rakı içmeye yarar:)

Cenky dedi ki...

@ varol döken

Sağol patron, rakı kalsın. Zaten ben oyoruma da karşıyım :)

Dediğin üzere kimsenin bir misyonu, yayınladığı bir deklarasyonu falan yok. Elimizde yazılı belge ya da delil de yok. Bütün bu yazdıklarım giderek büyüyen toplu bir düşüncenin ürünü.

Belki de asıl soru şu olmalıydı "Acaba biz toplum olarak manyak falan mıyız da önce forumlar, bloglar sonra facebook twitter gibi sosyal medya araçlarını hayatımızın odağına koyuyor ve bunlar ardı ardına birbirini tüketmeye başladıkça bizler bunlara evladımızmış gibi sahip çıkmaya çalışıyor, bir de yetmezmiş gibi her defasında bizi ikili ve samimi ilişkilerden uzaklaştıracak, tembellerştirici sınırlı popüler kültür araçlarını tercih ediyoruz."

Belki de bırakmalıyız blog yazmayı be Döken ne dersin. Nasılsa bir gün google bu uygulamayaı da araçları arasından kaldırıvermeyecek mi? Neden uğraşıyoruz ki be arkadaş?

cem dedi ki...

bir blog yazarı değilim ama uzun zamandan beri bir çok değerli blogu ve sizi takip ediyorum.Acetoyla tanışmam internetteki rastlantısal bir link üzerinden gerçekleşmeşti ve daha sonra saçma sapan spor sitelerinin internet sayfaları yerine sağlıklı ve doğru bilgiyi öğrenmek amacıyla spor blogları üzerinden araştırmalar yapıp,güncel olayları siz ve bir çok değerli bloggerin kaleminden takip ediyorum.Yorumlayabildiğim kadarıyla kısacası blog gönül işidir hocam.Siz bu gönlünüzden vazgeçmeyerek çok büyük tebrikleri hakediyorsunuz.En azından son zamanlarda blogların sosyal medyaya ( twitter,facebook)kurban edildiklerini gördükçe üzülüyorum.

brk dedi ki...

bugün 30 ağustos işteyiz yalandan vakit öldürürken fener-spartak maçı ile ilgili yorumları okumak istedim ama farkettim ki (aslında 1,5-2 senedir farkediliyor9 blogların çoğu bitmiş. ama sadece ana akım medyaya geçmek değil bence buradaki sebep. en önemli sebep o 2-3 sene önce öğrenci olan ya da yaşı daha genç ve sorumluluğu görece daha az olan insanların artık iş ve hayat olarak üzerlerinde daha çok sorumluluk olması ve buna bağlı olarak ciddi vakit isteyen bloglarda yazı olayına devam edememeleri. tabi illaki burayı basamak gören insanlar da vardır yok diyemeyiz.
dipnot: bir de twitter çıktı başımıza o da çok çok büyük etken. sonuçta bir cümle ile işi bitirebiliyorsun.