Sayfalar

7 Aralık 2010 Salı

BIKTIRAN MUHABBETLER, KANLA BESLENEN CAHİLLER...




Nur topu gibi bir törenimiz şölenimiz oldu… Önce histerik bir şekilde üzülüyoruz topluca: bu şekil olaylar artık günümüzde yaşanmamalı minvalinde lakırdılar ediyoruz. Bunları yapanları kınıyoruz, sonra mıymıy edip sağduyuya davet çağrıları yapıyoruz… Bir iki gün geçiyor, toplumun kanaat önderlerinden reha muhtarlar, Ahmet çakarlar, Erman toroğlular, şansallar, Selçuklar huzurunda mahkemeler kuruluyor; bu sefer sırayı takip eder şekilde bir gün önce suçlanan ve lanetlenen taraftarlardan sonra zılgıt yeme sırası emniyete, valiye geliyor. Üzülme törenimizden sonra adam asma kelle uçurma törenlerine geçiyoruz. Tipik bir Amerikan pratiği alışkanlığı… 11 Eylülün hemen ertesi gözyaşı korosu, merhamet tavan yapmış, iki gün sonra başka bir kıta kana bulanıyor, bir kişinin adı telaffuz ediliyor bin kelle uçuruluyor. Lafta kan davasına pislik atıyorlar, ancak aynı zihinsel basamakları takip ettikleri için o pisliği kendileri de yemiş oluyorlar bir bakıma: Kelleye kelle isterük… Ben kendimi bildim bileli Reha Muhtar, Erman ya da Şansal Türk futbolu adına gargara yapıp dururlar, bu adamlar belki 30 senedir o köşe benim şu köşe senin köşe kapmaca oynarlar; soruyorum size dostlar: bu adamlar şu gün şu dönem öyle bir laf etmişlerdir ki, şu sorun için şöyle çözümler getirmişlerdir ki hala onun ekmeğini yeriz, diyebiliyor muyuz?

Peki, ne yapar bu karbon suratlı ağabeylerimiz, bilgelerimiz? Önce üzülürler olan bitene, sonra kelle isterler… Beşiktaş- Bursaspor maçı sonrası Şansal Büyüka’nın Volkan için söyledikleri kan donduracak cinstendi. Hiçbir vicdan bu laflar karşısında sessiz kalmamalı. “ para ve maç cezasından da ağır şeyler verilmeli buna” , “maç sonrası arkadaşları otobüste onun suratına bakmamalı, ona selam bile vermemeli” diyor hazretleri. Yani Bursa meydanında, heykelde ipe götürsünler bu adamı demek istiyor ya da üç beş gün yemek verilmemeli, belki aklı başına gelir demeye çalışıyor. Sana soruyorum Şansal ağa: Sen modern çağdaş tipinle bir baba olarak çocuklarını böyle mi yetiştirdin? Senin o doğuştan torpilli kızın bir hata etti diyelim çalıştığı kanalda, ertesi günü kapının önüne konsa ya da aşağılansa hoşuna gider miydi? Yıllardır edindiğin tecrübe bu mu? Yıllardır televizyonda yarım saatte iki cümle kurabildin, bak yarım saatte insan iki cümle kuruyor, şöyle büyük laf edebilecek zaman var, ama adam yıllar geçmesine rağmen gencecik bir çocuğun kellesini istiyor, sonra da olup bitenlere üzülüyorsun, taşkınlık yapanları kınıyorsun. Bu gençlerle ilgili yıllardır geliştirebildiğin tek proje ‘gençlere şans verilmeli’ projesi: büyük aklın mucizesi. İlk hatasında kelle iste, yabancı sayısı lakırdısı et, her akşam alex’i ilah ilan et, sonra geçlere şans verilmeli. Önce o yıllardır oturmaktan fol yaptığın o koltuktan bir kalk da gençler şans bulsun bakalım. Ve bu kalpazan sisteme belden bağlı diğerleri de-kimileri eski kulüp yöneticileri- aynı şekilde her türlü dolap çeviriyorlar, cahil çocukları galeyana getiriyorlar, sonra kafa göz Allah ne verdiyse öldüresiye birbirine giren bu çocukları kınıyorlar, sonra emniyete laf ediyorlar. Emniyet sizin yarattığınız canavarları ıslah etme kurumu değildir. 100 yıl oldu bu ülkeye top gireli, ama bunlar hala o topa bakıp birbirlerine küfür ediyorlar. Şöyle de bir fıkra sokayım araya, belki de çoğunuz biliyorsunuzdur: Erzurum’a ilk kez ayna gelmiş, daha önce gören bilen yok. Adamın biri aynaya bakıyor, ne kadar benziyor bu ölen kardeşime deyip, o gece aynayı yatağına alıyor. Tabi karısı görüyor bunu, aynayı alıp bakıyor ki ne görsün, bir kadın. Şuna bak o…pu’ya benziyor aynı diyor. Kadın kocasının kendini aldattığını düşünüyor, aynayı aldığı gibi muhtarın yanında soluğu alıyor. Muhtar, diyor, kocam beni bu o..pu’yla aldatıyor. Muhtar, alıyor aynayı, ne görsün o da, karşısında bir adam, dönüyor kadına,yenge bu o..pu’dan çok gavata benziyor diyor. İşte bunlar da yirmi otuz yıl oldu, bu aynaya bu topa bakıp karşısındakine küfür ediyor, cahil ilan ediyorlar, halbuki kendilerini ne kadar da güzel tarif ediyorlar…

Bu şoven haller, kafa kırmalar, saldırılar, rakip taraftara takıma ana avrat sövmeler günümüzün yoz kültürünün nadide örnekleridir. Örneğin, gayet iyi bilinir, bir komşu geldiğinde gayet iyi ağırlanır, yemekler bol yapılır, ziyaretçinin birçok hatası hoş görülür ve bunun gibi bizim kültürümüzü yüce kılan birçok unsur, pratik vardır. Ve ziyaretçimize hoş görünmek isteriz. Ülkede yarı yarıya izlenen maçlardan sonra gelinen nokta şudur: gelen rakip takım taraftarının anasına avradına yedi sülalesine düz gidilir. Hem de sosyal duyarlılığının yüksek olduğunu iddia eden gruplar anayla ilgili edilmedik küfür bırakmazlar ve buna da yaratıcılık adı verilir. Daha sonra bir avuç taraftar aşağılandıktan sonra temiz bir dövülür. Türkçesi: sizlere burada yaşam yok. Burası belli bir rengin yeridir, biz çeşitlilik istemeyiz, biz en büyüğüz, ve sizler onursuz şerefsiz varlıklarsınız, biz gururun timsalleriyiz. Bu Türkiye’nin her yerine bulaşmış bir vebadır ne yazık ki. Bu ölümcül virüsü de salanları az önce yukarıda teşhir ettik sanırsam, kanla leşle beslenen bu zümredir bu virüsü yayanlar. Ülkede, doğuya gittikçe daha belirginleşir bu, sınır iki şehir takım ya da taraftarı gösterin bana ki bunlar birbirine düşman olmasın. Dünya da böyle değil mi? Özellikle bu coğrafyaya, 1800ler öncesi Avrupasına bir göz atın savaşları kimler yapmış. Hep kardeş, komşu kavgası. Artık Amerikayı kesmediği için bunlar, bilimsel tekniğin gelişmesiyle beraber nerdeyse hiç görmediğimiz uzaylılara bile düşman kesildik, uzayı bombalamaya hazırlanıyoruz. Kanla beslenen bu Amerikancı zihniyete kimler sahip yukarıda bahsettik.

Bu cahil gençlere kimliklerini tuttukları takımlarla ifade etmeleri öğretilir, iki tane renge aşık olması yeter. Bütün bir hayatı iki renkten ibaret sayarlar. Onlara doğuştan böyle oldukları söylenir. Doğuştan şu takımlı doğarmışız, yok doğuştan delikanlıymışız sünepe kültür söylemleri… Hayır, biz doğarken bebeğizdir, aynı bir solucan gibiyizdir, solucandan hiçbir farkımız yoktur, nasıl solucan takım tutmazsa, biz de doğuştan şu takımlı bu takımlı doğmayız. Damarımızı kessek şu renk akarmış, hayır efendim, damarımızı kessek canımız yanar herkes gibi, diğer takımı tutan dostlarımız gibi, akan kanın rengi umurumuzda olmaz, diğer takımı tutan arkadaştan yardım isteriz hemen. Doğuştan olduğumuz sadece nereli olduğumuzdur, yani türk olur, alman yunan kürt laz Fransız oluruz… İşte bilinçle olmadığımız ya da kendimize bir şey katmadığımız şeyler üzerinden politika yapmak, tavır tutum belirlemek, siyasi hareket edinmek oldukça tehlikelidir. Bugünkü siyasetimizin, sadece bizim değil dünya siyasetinin tıkandığı yer burasıdır. Yani kazandığımız, düstur edindiğimiz bilinçle seçtiğimiz bir hareket üzerinden siyasetin yerini, doğuştan değiştiremediğimiz bir özelliğin siyasi ifadesi almıştır. Hâlbuki ben seçimimle işçi olurum, ya da seçimimle şöyle bir bilinç kazanırım, ya da zulmederim, ona göre kader birliği edilir. Ama siyaset artık ırklar üzerinden dönüyor ve nefes alamaz durumda. Bu taraftar düşmanlığında da durum aynı. Tekrarlıyorum, kimse şu takımlı bu takımlı doğmaz, yani o meşhur tezahürat ırkçılığın surlarında gezmektedir (şuralı olunmaz, şuralı doğulur, şuralı olmayan bilmem neyin çocuğudur), herkes yaşantısına göre kimi çok kimi az bilinçle bir taraf olur. Mesela bu blogun hemen başında Galatasaraylı olmayı ifade eden şu güzel cümleler vardır: “HAGİ'NİN HIRSI, KEWELL'İN YÜZÜNDEKİ GÜLÜMSEME, İLK YARISINI 0-2 ÖNDE KAPATTIKLARI MAÇI 3-2 KAYBEDEN REAL MADRİDLİ OYUNCULARIN ŞAŞKINLIĞI, 5 METREDEN VURDUĞU KAFAYI TAFFAREL'İN NASIL ÇIKARDIĞINI ANLAMAYA ÇALIŞAN HENRY'NİN BOŞ GÖZLERLE ETRAFA BAKIŞI, 1-2'LİK MAÇI SON 10 DAKİKADA 3-2 KAYBEDEN MALDİNİLİ MİLAN'IN SAHADAKİ "N'OLUYOR YAHU" DURUŞU ve 10 KİŞİ KALAN TAKIMIN MÜCADELESİNİ GÖREN ARSENE WENGER'İN YÜZÜNDEKİ ENDİŞEDİR GALATASARAY.” Bu Galatasaraylılığı tarif eden bir cümledir ve duruştur, sen tecrübe edersin badireler atlatırsın yaşarsın, yani olursun ve bu cümledeki unsurları kazanırsın.( Hiçbir takım taraftarı hedefim değildir, lafım cehalete ve ırkçılık benzeri futbol söylemlerinedir.) Yine Beşiktaşlılık duruşu için, ‘popülerin değil doğrunun, moda olan değil erdemlinin, yapmacıklığın değil gerçeğin yanında olan duruştur. 3-5 senelik değil evladiyeliktir.’ diye yazmış bir arkadaş. Ya da kazım Koyuncu Trabzonsporu tutmayı, “"Trabzonspor’u tutmak sadece o yörenin çocuğu olmakla açıklanabilecek milliyetçi bir davranış değildir. Benim için Trabzonspor, en güçlülere karşı koyan ve herkesi yenen hayali kahramandı. Öyle bir kahramandı ki statükoyu bile devirmişti.” diye tarif etmiştir. Yani yaşanmış düşünülmüş ikna olunmuş vicdan muhasebesi yapılmış sonra taraf olunmuştur.

Uzattık epey… Dostlarımdan isteğim kimseye yar etmeden akbabalara leş kargalarına yem etmeden hep beraber el atıp bir olup şu işin altından kalkabilmektir.

2 yorum:

aramis dedi ki...

tesaduf denk geldim yaziya, ama iyi ki de gelmisim., Ozellikle son (uzun) paragrafta bahsettigin konunun, yani dogustan/sonradan farkinin iyice tartisilip, anlasilmasi gerektigini dusunuyorum..

Aklina, fikrine saglik..

tolga dedi ki...

Aramis Hocam, konunun önemini ve durumun vehametini anladığın için teşekkür ederim..