Sayfalar

6 Ocak 2009 Salı

Takım Olmak

Merhabalar Sevgili Orlando Magic Dostları…

Magic 26-8’lik derecesiyle şu anda Güneydoğu Grubu lideri Konferans 3.sü ve Lig 4.sü konumunda. Bulunulan nokta ve galibiyet – mağlubiyet oranı oldukça tatmin edici görünüyor. 34 maçta elde edilen %76,5 seviyesindeki bir oran 82 maç sonunda 63-19’a tekabül eder ki bu gerçekleşirse Orlando Magic tarihinin en büyük normal sezon başarısı olur. 20 senelik lig serüveninde Magic sadece 1 kez 60 galibiyete imza atabilmişti o da 95 senesindeki finallerin ardından yaşanan sezondu ve konferans yarı finallerinde Chicago’ya süpürülerek tamamlamıştık sonrasındaki play-off macerasını. Geçen sezon Van Gundy yönetiminde 12 sezon sonra ilk kez 50 galibiyet üzerine çıkan ve 52-30’luk derecesiyle konferans 3.sü olan Magic için 63 galibiyet hayal ve arzusu çok da ütopik değil. Her ne kadar ulu insan, örnek alınası basketbolcu Kevin Garnett’in geçenlerde söylediği gibi “Normal sezonda ne kadar muhteşem işlere imza atarsanız atın play-off’larda aynısını yapıp yapamayacağınız önemlidir.” Peki Magic hem normal sezonda tarihinin en büyük başarısını yakalayıp hem de normal sezondan sonra play-off defterinde önemli bir iz bırakabilir mi? Hep beraber bu sorunun cevabını bulmaya çalışalım.

Kadro Yapısı

Bir takım için kadro yapısı dezavantaj da olabilir büyük bir avantaj da. Ancak Orlando Magic kadro yapısındaki dezavantajlarından avantajlar çıkarmasını bilen bir takım koçu sayesinde. Milyon kere övdüğüm Stan “The Man” Van Gundy için daha fazla methiyeler düzmeyeceğim. Sadece takımı yakından takip edenlere sormak istiyorum, şu kadro Brian Hill’in eline verilseydi Orlando’nun durumu nice olurdu? Derler ya “söylediklerinizi duyar gibiyim!”. Dışarıdan objektif bir gözle, takıma kağıt üzerinde bakıldığında oyun kurucu mevkisinde 2 dengesiz adam, 2 numarada biri belli kalıpların oyuncusu, biri önceki takımında hep istikrarsız süreler almış ancak kendi ülke milli takımının önemli güçlerinden (Arroyo da bu kalıbın oyuncusuydu), diğer ikisi NCAA’in saygı duyulan ama ligde biri 2 sene geçirmiş olmasına karşın hala çaylak sayılabilecek diğeri gerçekten çaylak olan 4 oyuncu, kısa forvette birkaç pozisyonu oynayabilen ve her ikisi de çok potansiyelli 2 yıldız, 4 numarada 1 seneyi aşkın süredir topa dokunmamış bir veteran ve 5 numarada ligin belki de dünyanın aktif oyuncular arasındaki en dominant pivotu ve arkasında biri kariyerinin sonunda biri başında iki düşük potansiyelli isim. Dengesiz ve ne yapacağı pek kestirilemeyen bir kadro. Ancak işini kendinden vererek yapan bir koçun elinde değer kazanacak bir yapı.

Bu tabloya bakarak geçen sezondan ayrılanları da düşününce 52 galibiyetin bile yakalanmayacağını düşünenler bir hayli çok oldu. Hatta büyük ihtimalle sezon sonunda opsiyonunu kullanarak serbest kalacak olan Hidayet’in, değeri hazır tavan yapmışken, yanına birkaç isim daha eklenerek takas edilmesinin şart olduğu, yerine iyi bir dört numara ve bir oyun kurucu almanın Allah’ın emri olduğu iddia edildi. Ancak bu kadar konuşulmasına rağmen GM Smith ve Van Gundy adeta takımın üçlü sacayağı konumundaki Howard – Lewis – Türkoğlu triosuna dokunmamayı tercih ettiler. NBA Live oynayanlar bilirler, sezon modunda takım kimyası diye bir değişken vardır ve takım bir arada oynadıkça, roller beli olup top paylaşıldıkça takım kimyası ibresi %100’lere doğru yaklaşır. Ciddi sakatlık ya da takım içi çok büyük bir kavga olmadıkça, bu üçlüye ister istemez eklenmiş olan Nelson da dahil olmak üzere, Orlando’da oturan ve her geçen gün bağları daha da sıkılaşan bir takım kimyası mevcut. Bazen organ nakillerinde, kan grubu ve dokular tutsa da vücut yeni organı reddeder, o zaman eski ve hasarlı organı tedavi etmek için uğraşmadığınıza pişman olursunuz, işte Smith ve Van Gundy bundan korkmuştur. Daha Lewis yeni girmişken bir başka nakli kaldıramayabilirdi bu vücut. Zaten Hidayet’i takas edin deyip de çok mantıklı bir öneriyle gelen de olmadı, ötesinde Hidayet hakkında tek bir senaryo bile üretilmedi. Bu gelişmeler ve düşünceler ışığında Magic’in hedefinin takımın kimyasını bozmadan bu sezon bir yerlere ulaşabilmek olduğunu anlamak çok da zor değildi açıkçası.

Daha subjektif ve Magic’i tanıyan bir gözle bakıldığında, aslında oyun şekline yatkın bir kadro yapısı olduğu, eksilerin de takım içi ufak yer değişiklikleri ile üzerinin örtülebileceğini düşünmek pek de yanlış olmasa gerek.

Peki Oyuncular?

Nelson’la bu yaz boyunca ciddi ciddi konuşulduğu, onun da kendini geliştirebilmek için senelerdir ilk kez çaba gösterdiği ve “NCAA’de yılın oyuncusu – büyük yıldız” formatından çıkarak takım oyuncusu olması gerektiğini anladığını görmeye başladık. Gerçi hala bana pek doğru gelmese de Nelson’a gösterilen aşırı güvenin, şu an için 2. bir seçeneğimiz yok, ve geçen sezon başında imzaladığı uzun süreli kontratın da Nelson’ın kafasını bir hayli rahatlattığını söylememiz gerek.

Lewis için geçen sezonun bir uyum devresi, vücuda intikal evresi olduğunu düşünüp bu sezon için kendisinden fazlaca umutlanmıştık. O da umutlarımızı boşa çıkarmadı, daha istikralı ve kendinden emin oyunuyla bu sezon iyice ağırlığını hissettirmeye başladı. %41,4’lük üçlük yüzdesiyle şu ana kadar tam 103 isabetli üçlük bularak bu alanda açık ara lig lideri haline geldi. Geçen sezona göre neredeyse tüm istatistiklerini yukarıya çeken Lewis artık takımın gerçekten 118 milyonluk oyuncusu konumunda. Daha fazla sorumluluk alıyor, gerektiğinde adeta galibiyet için kavga ediyor.

Hidayet geçen sezon takımdaki top kullanan oyuncu eksiliği nedeniyle ulaştığı yüksek skorları belki bu sene tekrarlayamıyor ama hala takımın yaması konumunda. Bütün sezonu aynı performansta oynamak mümkün değil. Bu sezon da birkaç maç çok kötü hücum performansları sergilemesine karşın Hidayet maçlardan kopmayarak, savunmaya yoğunlaşarak, arkadaşlarını oynatmaya çalışarak şut sokamadığı günlerde bile faydalı olmaya devam ediyor.

Howard ise son dönemde faul yüzdesini geliştirmeye çalışırken, şut atamamaya devam ediyor. Tüm basketbol kariyerini pota altında, milletin üzerinden smaç basarak geçirmiş bir adam için gerçekten çok zor bir süreç şut atması gerektiği bilincine ulaşmak. Ayak oyunlarında hızlandığını ve vücut hareketleri repertuarını geliştirdiğini gördük özellikle bu sezonda. Bu noktada Patrick Ewing’e ne kadar övgü sıralasak az gelir (Mustafa’ya selam olsun!).

Bogans’ın Pietrus geldikten sonra gerek sakatlıklar gerekse sürekli değişen rolü nedeniyle birçok açıdan katkısında düşme var. Son Toronto maçında Van Gundy ile yüksek sesle tartıştığına da şahit olunca bu sezonun onun için Orlando’daki son sezon olacağını iden iyiye düşünmeye başladım. Keza Pietrus önce parmağı, sonra da eli kırılana kadar çok tatmin edici hücum ve savunma performansları sergilemiş, Bogans iyice gözden düşmüştü. Pietrus kaybından sonra Van Gundy’nin özellikle Lee başta olmak üzere Redick’i de rotasyona katıp Bogans’ın süre ve sorumluluğunu kısması, kendisini hiç gülmeyen ve devamlı sinirli ifadelerle görmemize neden oldu. Dediğim gibi belki de Toronto maçı Bogans için patlama noktasıydı.

Pietrus’un çok faydalı olduğunu söyledik. Atletik yapısıyla 3 numarada da sırıtmaması ve hem hızlı hücuma koşabilmesi hem de set oyunlarında çabuk yer değiştirebilmesi Magic hücumlarına zenginli getirmiş oldu. Kuvveti ve takipçiliği ile de çoğu zaman savunmada büyük katkı verdi. Kısacası Pietrus önemli bir imza oldu Magic için.

Redick yine kendine güvenenleri pişman etti bu sezon. Sezon başı hazırlık kampında az da olsa savunmasında ilerleme ve hırsı vardı. Bogans ve Pietrus’un aynı anda sakat olduğu dönemde kariyerinde ilk kez ilk 5 çıkma şansı yakaladı ama hep hüsran oldu işin savunma yanı. Son Toronto maçında, 4. çeyrekte Toronto’nun maçı kopardığı dakikalarda yenilen sayıların neredeyse tamamı Redick’in eşleştiği adam üzerinden geldi. Hep back door açık kaldı yavaşlığı ve olmayan konsantrasyonu nedeniyle.Kısacası bu çocuğun bu takımda hatta belki de bu ligde var olması zor gözüküyor. Geçen yazıda da ısrarla söylediğim gibi bu ligde kendin için yapabileceğin en önemli şey sayı atmak değil savunma yapmak. Bugün süper yıldız mertebesine yükselmiş Bryant, Wade, James için kim kötü savunmacı diyebilir ki!

Çaylak Courtney Lee ise 2 numaradaki bunca hengame arasında, oynadıkça gelişen bir portre çizdi bize. Her şeyden önce Lee cesur ve kolay kolay morali bozulmayan bir yapıya sahip. Ayrıca sert de savunma yapıyor. Bu üç özellik onu hem Magic’te hem de ligde uzun seneler tutmaya yetecektir, keşke boyu biraz daha uzun olsaydı. Lee de ışık var ve Van Gundy onu boşuna seçmediğini yavaş yavaş göstermeye başladı, öyle ki çeyrek sonlarında son topu bazen ona kullandıracak kadar güveniyor Lee’ye.

Oyun Şekli

Yukarılarda bu kadro için, dezavantajlarından avantaj yaratan bir koça ve oyunculara sahip dedik. Bunun en önemli göstergesi kuşkusuz iki uçtaki oyun şekli. Howard, Battie ve Gortat’ı dışarı alırsak takımdaki herkes şutör. Howard ise ligin en dominant pivotlarından biri. İşte bu yapıda Magic çoğunlukla ya şut ağırlıklı ya da Howard’a indirilen toplar üzerinden oynuyor. Diğer oyun planları çok az gündeme geliyor. 3-4 hücum devamlı şut attıktan sonra bir anda pota altına inen toplar rakip savunmanın konsantrasyonunu ciddi şekilde etkilediği gibi, rakibi sık sık faul problemine de sokuyor. Bazı maçlar Howard’ın bazı maçlar Hidayet, Lewis ve Nelson’ın 25-30 sayılar civarında gezdiğini görmemiz bundan.

Rakiplerin eşleşme probleminden geçen sene birçok kez bahsetmiştik, takip edenler konuya vakıftır. Hem eşleşme sıkıntısı, hem rakibin ne yapacağını kestirememek ciddi savunma sorunları doğurur. Son Chicago maçından örnek verelim. Bugün kim Chicago ile oynarsa oynasın, nasıl oynayabileceğini tahmin edebilmekte. Rose veya Gordon’ın perdeler üzerinden içeri kayarak postun içinden kullandıkları şutlar, ya da önleri hala kapalıysa dışarıda bekleyen Nocioni gibi adamlara üçlük için çıkartılan toplar. Hiçbir şart altında Gray, Noah, Thomas ya herhangi bir uzun üzerinden hücum etmek ilk tercihleri olmuyor. Bu iki kanalı tıkadığınızda Chicago hücumu da tıkanıyor doğal olarak. Bu kanalları tıkayan Magic de ilk yarıda 30 sayı fark atıyor Chicago’ya. Golden State’i düşünelim, koş koş olmazsa şut şut basketbolunu. Golden State’e karşı set oyunu oynayıp geriye hızlı koştuğunuzda rakibin direnci kırılıyor. İlk yarı sadece 40 sayı üretebilen Golden State’in tabii ki maçı alması mümkün olmuyor. Verilen örneklerin aksine Orlando’nun şut atacağını biliyorsunuz, Howard’a top indireceğini de biliyorsunuz, hatta hızlı hücum oynayabilen karakteristiklerinin de farkındasınız, rakibi en düşük şut yüzdesinde tutma konusunda lig 3.sü olduklarını da biliyorsunuz da hangi beşle oynayacaksınız onlara karşı. İşte bu dengesiz kadronun yarattığı, özellikle tecrübesiz koçların kâbusu olan soru.

Yani?

İşin yanisi şu ki bu takımın önü açık. Bogans’ın huzursuzluğunu bir tarafa koyarsak Orlando artık gerçekten bir takım. Deplasmanda korkmadan oynayan, seyircisi önünde rahat oynamayı öğrenmiş bir takım. Ligin en başarılı deplasman takımı. Eksileri var şüphesiz, kalburüstü bir dört numara, bekleneni veremeyen Anthony Johnson gibi, ama bu eksiklikler belki de takımın itici noktası oluyor. Açıkları kapatmak için fazladan ve yorulmadan çalışan bir koç ve ona inanan oyuncu topluluğu. İstatistikleri pek sevmediğimi biliyorsunuz, yer yer değindim ama beni saha içi ve genel hava daha çok ilgilendirir. Takım olmayı artık başarmış olan Orlando’da kim kaç sayı atmış, kim kaç asist yapmış pek önemi yok. Sadece birkaç sırıtan nokta var. "Kazanan" takım ruh halini sindirebilmek ve onunla yaşamayı öğrenebilmek takım olmanın en önemli ayrıntılarından biridir. Bu sindirme mevzusu halledildiğinde rakibi küçümsemeden kazanma alışkanlığı, her maçı kazanmak için oynama arzusu yerleşir bünyeye. Lenflerle, damarlarla bütün vücuda yayılır. Van Gundy’nin takımına oturtmak istediği de budur. “Kazanan takım” olmak, takım olmaktan sonraki basamaktır. İşte kaybederken de kazanmak buradan gelir, her kayıpta daha bir takım olmak. Van Gundy bunu başarmak üzere, bu yüzden takım kimyası bu noktadan sonra bozulursa ortada ne takım kalır ne hedef. Belki bir protez takılabilir bu vücuda ama organ nakli kesinlikle öldürür.


Not: Bu yazı NBAKolik.com için yazılmıştır.

Hiç yorum yok: